Denizin bittiği yerde Führer olunmuyor. Yeter ki demokrasi, barış, özgürlük, laiklik direnmesini, “Hayır” demesini bilsin…


Erdoğan’a Führer yetkilerini veren “dayatma belgesi” TBMM’den ite-kaka çıkarıldı.[1] Saray, ekonomik kriz ve Suriye Rezalet(ler)i bacayı sarmadan referanduma gitmeye çalışıyor.

Şu noktayı açıklığa kavuşturalım: Referanduma sunulacak olan düzenlemeler yeni bir rejimin hukuki çerçevesini sağlamıyor. 18 maddelik Anayasa değişikliği ile “Parlamenter Rejim”in yerine “Cumhurbaşkanlığı Rejimi” geçirilmiyor. Bu hukuki olmayan özel bir tür “yetki yasası”. Erdoğan elde edeceği bu yetkilerle yasama-yürütme-yargı organlarını kişisel otoritesine tabi hale getirecek. Buna benzer yetki yasaları askeri cuntalar tarafından çıkarılır ve adları “yasa” olmasına karşın “hukuki” değildirler (yani pozitif hukuka dayanmazlar). Erdoğan’ın amaçladığı şey basit: 14 yıllık iktidarı boyunca yarattığı yıkımın faturasından paçayı kurtarmak.


Yükselen faşizmin mağrur führeri mi?

“Reis”in siyasetini korkuları yönetiyor. ABD ve Ortadoğu gericiliğiyle çıktığı yolun sonuna geldiğini biliyor. En büyük korkusu da “devlet” ve “egemen güçler” (yani kontrgerilla ile ABD ve yerli tekelci sermaye) tarafından harcanmak. Reis ABD tarafından kurulan ve sömürge faşizminin örgütleyici eksenini oluşturan kontrgerillanın temel bileşenlerini, büyük sermayeyi ve basın endüstrisini tam olarak hükmü altına almadıkça kendini emniyette hissetmeyecek. Ama NATO üyesi, sayısız çok taraflı ve ikili anlaşmayla “Batı”ya bağlı, Batı bankalarına yüz milyarlarca dolar borçlu bir ülkenin “Reisi”nin kontrgerilla ve büyük sermaye üzerinde kuracağı hakimiyetin hükmü ne olabilir?

Yani karşımızdaki “yükselen faşizmin mağrur führeri” değil, boynu sömürge faşizminin ve neoliberal yeni sömürgeciliğin çarşafına dolanmış bir basiretsiz ve yobaz kasaba politikacısı.

Oynadığı iktidar oyunu basit ve yıkılmaya mahkum.

Oyunu basit: Siyasi manevralar, demagojiler, provokasyonlarla Türk ve Sünni çoğunluğun en gerici siyasi birliğinin liderliği üzerinden tarihinin en büyük krizini yaşayan devletin “birliğini” sağlayabilecek tek alternatif haline gelmek ve “tek siyasi alternatif” olarak kendisini emperyalizme ve oligarşiye yeniden pazarlamak.

Bu oyunu kazanma ihtimali yok.

Diktatörlüğün sürdürülebilirliği

“Tek alternatif” olmanın basit bir gereği var; açık veya potansiyel rakip bırakmamak. Bu yüzden Reisin kurduğu bütün ittifaklar geçici. Kurduğu her ittifakı parçalıyor, her müttefikini “kara dul” gibi yok ediyor. Bu yüzden sürekli müttefik ve politika değiştirmek zorunda kalıyor. Bugün ak dediğine yarın kara diyor; bugün düşman ilan ettiğini yarın en hakikatli dostu olarak kucaklıyor. İdeolojisi yok, demagojik bir gerici söylemi var; örgütü yok, sürüsü var. Bu yüzden kadrolaşamıyor, kurumlaşamıyor. Dolayısıyla Reis, Führer yetkisini alsa dahi kurumsal kadrosal temelindeki zayıflığı sipariş usulüyle (daha önce Fethullah Gülen cemaati, şimdi MHP taşeronluğuyla) giderebilmesi, sürdürülebilir bir diktatörlük tesis edebilmesi mümkün değil.

Sağın bütün kurumlarını yok edip iktidarına bağımlı hale getiriyor ama kendisine bu yolla bağladığı sağ kitlenin beklentilerini karşılayacak ekonomik genişleme günleri bitti. Biat edenin küpünü doldurduğu zamanlar geride kaldı; itaat eden rahat edemeyecek. Bütün yozlaşmış sağcı politikacıların çöküşüne neden olan sorun şimdi Reis’in kapısında. İktidarı bir yeniden bölüşüm mekanizması olarak kullanarak genişletilen tabanı koruyabilmek için ortada hep bölüştürülecek bir “Yağma Hasan böreği”nin olması lazım. Suriye yenilgisiyle birlikte eski finansörleri (Suudi Arabistan ve Katar) tarafından terk edildi. Trump’la birlikte ABD muslukları kapandı. Kendi derdine düşen AB’den de ümit yok. Teslim olduğu yeni patronlar (Rusya ve İran) ise “koltuk çıkmak” bir yana dolaylı “savaş tazminatı” peşinde. İçerdeki vurgun zeminleri de kurudu: Özelleştirme yağmasının sonuna gelindi; beton ne konut olarak, ne AVM olarak, ne de ücretli yol ve köprü olarak para ediyor. Neoliberal İslamcılık, iki rakamlı oranlara ulaşan işsizlik ve enflasyonun birlikte büyüdüğü bir kriz yaratmayı becerdi. Yani AKP için “deniz bitti”.

Yenilgi, rezalet, kriz ne kadar örtbas edilebilir?

Bu zayıflıktaki bir Reis’in yaklaşan El Bab yenilgisini PYD’yi Astana’da masaya oturtmayarak örtbas edebilmesi mümkün olabilir mi? Üç gün sonra Mesut Barzani Irak Kürdistanı’nın bağımsızlığını ilan ettiğinde adama “Suriye’deki Kürt özerkliğini bastırmak için Irak Kürtlerine bağımsız devlet kurdurtarak” korunan “milli çıkar”ın ne olduğu sorulmaz mı? Arkasından Suriye Kürtleri, Suriye Barış Masasından şöyle veya böyle bir statüyle kalktığında ne olacak? İran-Irak-Suriye-Türkiye’nin Ortadoğu politikasındaki uzlaşma zeminini Kürt düşmanlığından türetilebileceği yalanı daha ne kadar sürdürülebilecek? ABD, AB ve İsrail’le kurulu askeri, ekonomik ve istihbari bağları/bağımlılıkları tasfiye etmeden girişilen “Rusya-İran’la yakınlaşma” oyununun yaratacağı “yüklere” şimdiki derme çatma devlet iktidarı daha ne kadar dayanabilecek? Bu sözde “yakınlaşma”nın gerçekte örtülenmiş bir teslim olma süreci olduğu daha ne kadar gizlenebilecek? Kürt düşmanlığı ne kadar pisliği, ne kadar cinayeti, ne kadar gericiliği, ne kadar yalanı, ne kadar rezaleti gizleyebilir?

Zenginler sevmeseydi Hitler Hitler olamazdı ama, Reis’in Führer olabilmesi için zenginlerin sevmesi yeterli olmayacak. Denizin bittiği yerde Führer olunmuyor. Yeter ki demokrasi, barış, özgürlük, laiklik direnmesini, “Hayır” demesini bilsin…

Dipnot:

[1] Açık oyla oylandığı için biçimsel olarak yok hükmünde, esası bakımından Anayasa’ya aykırı olduğu için referanduma sunulacak olan bu metin hakkında “karar, yasa, düzenleme” gibi terimleri kullanmak doğru değil. (FERDA KOÇ – SENDİKA.ORG)
Daha yeni Daha eski