Devrimciler bu süreçte yaygın sürdürecekleri çalışmaların ve
organların üzerinden tüm ilerici muhalefeti de birleştiren bir mücadelenin
zeminlerini de yaratmış olacaklardır
Erdoğan’ı başkan yapacak ve iktidarını kurtaracak Anayasa
değişikliği Meclis’ten geçti ve Erdoğan onaylarsa nisan ayı içerisinde
halkoyuna sunulacak. AKP, TBMM oylamasında izlediği taktiği, referandumda
tekrar edecek. AKP’nin milletvekillerine okumadıkları değişiklik metni için boş
kağıda imza attırıldı; “evet” oyu vermesinden şüphe edilenlere ve “FETÖ’cü”
olduğu iddia edilenlere ise açık oy kullandırıldı. Fethullah kontenjanından
olduğu söylenen milletvekillerinin “evet” oyu kullanmayabileceği
beklentilerinin aksine “evet” için cansiperane kavga etmeleri, “FETÖ’cülük” ile
suçlananların da referandumda benzer davranışlar göstermeye zorlanacağını,
sağın içinden “onurlu direniş” beklentisinin karşılığı olmadığını gösteriyor.
Erdoğan’a biat ettiğini cansiperane ispat edenler işlerine, makamlarına iade
edilecek, mal varlıkları iade edilecek, hapisteki yakınları salıverilecek
beklentisi yaratılacaktır. MHP’li milletvekilleri de Bahçeli gibi havuç-sopa
taktiği ile hizaya çekildiler. Derdi “vatan ve millet” değil kişisel ikbal olan
herkesin üzerinde etkili olacak bir havuç, bir sopa varmış. Aynı taktiğin taban
üzerinde etkili olan yerel siyasetçiler için de izleneceği beklenmelidir.
Meclis’te ve siyasi kulislerde yürüyen tartışmalara
bakılırsa sürecin arka planını sadece Erdoğan ve yedeklediği Bahçeli biliyor.
Binali Yıldırım, yakın çevresine, Bahçeli’nin neden Anayasa konusunda bu
tartışmalı desteği verdiğine dair sorularına Erdoğan’ın yanıt vermediğinden
yakınıyormuş. Nitekim Başbakanlık makamında bulunan Binali Yıldırım 28 Kasım’da
bir soruya verdiği yanıtta, “Elbette kimseye ‘OHAL altında seçime gidildi… OHAL
şartlarında referandum yapıldı’ gibi bir söz söyleme fırsatı vermeyiz” derken
bir gün sonra aynı soruya Bahçeli, “Şu an OHAL’deyiz, her gün sabah
kalkıyorsunuz, arabanıza biniyorsunuz, işinize gidiyorsunuz, oy mu
atamayacaksınız” cevabı vererek, Erdoğan’la birlikte başbakanın haberinin
olmadığı bir süreç planladıklarını söylemiş oluyor.
Milletvekillerinin içeriğini bilmeden imzaladıkları teklif,
gizli yapılması gereken oylamanın açık yapılması AKP’li ve MHP’li vekillerin
kırmızı ve yeşil pulları başlarındaki komiserlere teslim etmekten ar
duymamaları, MHP’de tereddütlü olanların erken seçimle tehdit edilmeleri, gizli
oy kullanılmasını sağlamaya çalışan milletvekillerine fiziki saldırı ve
tartışmaların halktan gizlenmesi referandum taktiklerinin bir sunumudur.
Yapılan araştırmalara göre, halkın yüzde 78’i Anayasa
değişiklik metninin içeriğini bilmiyor. Bildiğini iddia eden milletvekilleri ve
gazetecilerin savunmaya çalışırken içine düştükleri pespayeliğe bakılırsa,
bundan sonra halkın içeriği öğrenmemesi için ellerinden gelen her yola
başvuracaklardır.
Bu noktada Numan Kurtulmuş’un “Bundan sonra da suikastlar,
canlı bombalar, vesaireler bunlar devam edebilir… Allah’ın izniyle referandumda
büyük oranda ‘evet’ çıktıktan sonra da bu terör örgütleri, hiçbir şekilde sesi
soluğu çıkmayacak noktaya gelirler” demeci hafife alınmamalı. Bunun yanı sıra
başta Irak ve Suriye’de olmak üzere, en az bir yerde (cephede) “başkomutanlık
muharebesi” denemeleri de yapabilirler. Ancak bu yol, “duble” değil. Suriye
siyasetinin Esad’ı devirmekten, El-Bab’ı Esad’ın düşmanlarından temizlemeye
dönüşmesi dahi bir ironi. El Bab’da tıkanan TSK, şimdi adeta daha atak
davranmaya teşvik ediliyor; yani kayıplar konusunda daha cesur olmaya! Irak
siyaseti farklı bir durumda değil. ABD ile gerilen ilişkileri düzeltmekte
zorlandıkça Ortadoğu’da bir zafer zor görünüyor.
Astana toplantısına bakılırsa sadece Rusya elini
güçlendirmiş görünüyor. Silahlı muhalefet Türkiye’den hayal kırıklığına
uğradığını ifade etti. Muhaliflerin baş müzakerecisi, Astana görüşmelerinin
sonucunda Rusya, Türkiye ve İran’ın kabul ettiği ortak bildiri konusunda
şüpheleri olduğunu belirtip kendilerinin ayrı bir ateşkes teklifi sunduğunu
kaydetti. Astana’ya giden silahlı muhalif gruplar cuma Moskova’da olacaklar;
onlar Rusya’nın kontrolüne girdikçe Türkiye’nin rolü zayıflayacak demektir.
1 Kasım’a giden süreçte sol muhalefete dönük bombalı
terörden ve 15 Temmuz’da darbeden sağladığı enerji referandumda da işe yarar
mı, tartışmalı. Demirtaş, Kışanak, Ahmet Türk’ün tutuklanıp siyaset dışı
bırakılmaları ve neredeyse tüm seçilmişlerin yerine kayyum atanması ve
kentlerin yıkılması sonrasında içerideki Kürtler karşısında kazanacağı bir
“zafer” açısından çok fazla imkan görünmüyor. Geriye dışarıdaki Kürtler kalıyor
(veya Kandil’e operasyon gösterisi)! Bu da ABD’nin ve Rusya’nın en azından
onayını gerektirir.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM),
Türkiye’deki baskıların acil görüşülmesi talebini reddetmesi biraz rahatlama
yaratsa da ilişkiler sorunsuz hale gelmiş değil. Doların yükselişi
durdurulamıyor, ABD’nin ekonomi politikaları doların yükselişini tetiklemeye
devam edecek, ekonomi krize doğru ilerlemeye devam ediyor ve Türkiye’nin
uluslararası sermayeyi ikna edecek bir politikası yok. Seçmenin
kaybedilmemesine dönük ajitasyonlarla sürecin toplumsal krize dönüşmesi engellenmeye
çalışılıyor.
AKP’nin devletin güçlenmesi diye sunmaya çalıştığı şey
gerçekte devlet gücünün şahsileşmesidir. İktidar gücünün Erdoğan’ın elinde
toplanmasıdır, yani Erdoğan’ın gücünü mutlaklaştıracak şekilde bir yeniden
yapılandırmaya olanak sağlayacak bir anayasadır. Değişiklikler bu ihtiyaç
etrafında şekilleniyor, ancak avantajlarının birçoğunu kaybettiği bir süreçte
gücünü artırmayı hedeflemesinin tüm krizlerini yaşayacaktır. Bunun yarattığı
dezavantajları baskı, terör, sansür, demagoji ve tek seslilik ortamı yaratarak
dengelemeye çalışacağını ilan etmiş durumdadır. Seçtikleri sloganın (eğer test
için ortaya atılmadıysa veya Erdoğan’dan habersiz değilse) “Türkiye’yi
seviyorum, cumhurbaşkanlığı sistemine ‘evet’ diyorum” olması, “Güçlü Türkiye, Güçlü
Başkan” tarzı söylemlere temkinli yaklaşmaları, tehdit, korku salma, hükmetme
gibi güç gösterisi çağrıştıran bir ana slogan tercih etmemeleri, bu süreçte güç
gösterisi yapabilme kapasitelerini kendilerinin de zayıf görmelerinden ileri
geliyor olabilir. Tabi diğer taraftan diktatör olmakla itham edilen Erdoğan’ın
üslubunu yumuşatarak bu algıyı zayıflatmaya kalkması da (Erdoğan için kolay iş
olmasa da) mümkün.
Solun, yaratılan baskı, terör, sansür, demagoji ortamına
rağmen yapması gereken temel şey tüm toplumu hedefleyen etkili bir “siyasal
gerçekleri açıklama kampanyası” yürütmektir. Bu kampanyayı tüm toplumda etkili
kılabilecek mekanizmalar kurmak ve yöntemler geliştirmektir. Belirlenecek
slogan ve söylemler nihai amaç ve hedeflerin izlerini taşımakla birlikte asıl
olarak güncel hedefi, yani Erdoğan’la kitlelerin, başkanlık sistemi ile
kitlelerin çıkarları arasında bir paralellik değil tezatlık olduğunu ortaya
koyacak bir söylem merkeze alınmalı ve başkanlığın “Kimin için” gündeme
getirildiği sordurulmalıdır (Taşeron işçi için mi, asgari ücretli için mi,
kadın hakları için mi, gençlerin geleceği için mi, emekliler için mi; yoksa tek
adam için mi?). AKP’nin ve MHP’nin tabanına dönük kendi içlerinden “özel”
sloganlarla “hayır” çalışması yapanlar olacaktır. Bu onların yöntemidir ve sol
bu sloganlardan ve söylemlerden uzak durmalıdır. Solun yapması gereken
kimliklerden ve kimliğe dayalı duyarlıklardan uzak, işçilerin, kadınların,
gençlerin, yoksulların sorunlarının çözümü ile Erdoğan’ın başkanlığı arasındaki
tezatlığı gösterme ustalığıdır. Bununla birlikte eşitlik, özgürlük, demokrasi,
barış, adalet ve huzur talebi ile başkanlık talebi arasındaki tezatlığı ortaya
koyma ustalığıdır. Koca adamların boş kağıda imza atmasının, kişiliği
aşağılanarak oyunun kontrol edilmesinin, halkoyuna sunulan metnin içeriğinin
halktan gizlenmesinin, TV’lerden yayın yapılmamasının, konuşmacıların sözünün
kesilmesinin, bu kadar tarihi bir adımın aceleyle kotarılmaya çalışılmasının,
cumhurbaşkanının bizim paramızla bize karşı kampanya yürütmesinin hukuki ve
ahlaki olmadığının, hakem olması gerekenin taraflı olduğunun halk tarafından
sorgulanmasının sağlanması da bir o kadar önemlidir. Bu kadar “yüz kızartıcı”
manevranın “Ne için” olduğu sorgulatılmalıdır (Adalet için mi, insanlık onuru
için mi, özgürlükler için mi, ahlak için mi, barış ve huzur için mi; yoksa tek
adam iktidarı için mi?). “Sağ” eğilimli kitlelere ulaşabilmek “hayır”ı dinlemek
istemeyenlerden, “evet”i anlatmalarını istemek, sabırla yanılgıları ortaya
koyabilmek, ajitatörlerin bu yönde eğitilmeleri, çalışmaların basit bir
sistematiğe sahip olması… Kısacası bu süreç kritik olduğu kadar “özel” de
olacaktır. Tek adamın, kaç çocuk doğurulacağına, kürtajın yasal olup
olmamasına, işçilerin taşeron mu kadrolu mu çalışacağına, hangi ihalenin kime
verileceğine, nereye HES nereye çöp yakma tesisi kurulacağına, hangi ülkelere
savaş açılacağına, hangi savaşa asker yollanacağına karar vereceğine; partinin
il başkanının valiye, ilçe başkanının kaymakama ve emniyet müdürüne, partinin
üst kademesinin hakim ve savcılara talimat vereceği gibi çarpıcı vurgularla bir
parti devleti hedefi anlatılıp, adalet ve demokrasi açısından sorgulatılabilir.
Yapılan değişik anket çalışmaları kadınların ve 34 yaş altı
gençlerin toplumun geneline oranla 10-15 puan arası daha fazla “hayır”cı
olduğunu göstermektedir; bu olgu sloganlarımızın belirlenmesinde temel bir
öneme sahiptir. Ayrıca “sağ” seçmenin “evet” demeyen kesimlerinin (elbetteki
çok farklı) nedenleri irdelenip bunlara dönük söylem ve sloganlar da üretilmelidir.
Kimi yerlerde başlayan “Hayır Meclisleri ve Komiteleri”
kurmaya dönük çalışmalar hızlandırılmalıdır. Unutulmamalıdır ki süremiz sadece
60 günle sınırlıdır ve karşımızda devletin mali ve organizasyonel olanakları
ile desteklenen bir “evet” cephesinin yanı sıra kolluk kuvvetlerinin
engellemesi de olacaktır. Tüm engellemelere rağmen devrimcilerin “hayır”ı
gündelik hayatın içinde yaygınlaştırmaları, tüm kesimlerin “hayır” çalışmasına
başlamasıyla daha etkili olunacağını şimdiden göstermektedir.
“Hayır” sonucu çıkardığımızda AKP ile birlikte 15 yıllık
iktidarını da ciddi bir meşruiyet krizine sokmuş olacağız. “Evet”
çıkarabilirlerse de başvurdukları her tür gayrı meşru yöntem nedeniyle başka
bir meşruiyet krizi yaratacaklar. Devrimciler bu süreçte yaygın sürdürecekleri
çalışmaların ve organların üzerinden tüm ilerici muhalefeti de birleştiren bir
mücadelenin zeminlerini de yaratmış olacaklardır. Tek adam uğruna bütün ülkenin
ve halkın felakete sürüklenmesine karşı halk egemenliği için mücadele edeceğiz.
Tek adam için değil, işçiler, kadınlar, gençler ve barış, adalet, eşitlik,
demokrasi için HAYIR Meclisleri’nde birleşip, tek adamın sesine karşı halkın
sesini yükseltelim. (SENDİKA.ORG)