"#HAYIR cephesi, #HAYIR mücadelesini bir strateji sorunu olarak tartışmıyor. Temel yanlışı bu. Onu sadece taktik, mücadele biçiml...
"#HAYIR cephesi, #HAYIR mücadelesini bir strateji sorunu
olarak tartışmıyor. Temel yanlışı bu.
Onu sadece taktik, mücadele biçimleri ve örgütlenmelere
ilişkin bir sorunmuş gibi ele alıyor.
İkinci temel yanlışı da bu. Ama böyle ele aldığında da önerdikleri tamamen ve kategorik
olarak yanlış oluyor. Bunu somut olarak görelim"
Bugün için, dengeyi tersine değiştirebilecek tek güç, HDP ve
diğer sosyalist örgütlerdir.
Onların duruşu, CHP’nin duruşunu değiştirmesine yol açar. Bu
da dengelerin değişmesinin yolunu açar.
HDP ve Sosyalist örgütlerin, aydınların, demokratların
gücünün az olması önemli değildir.
Duruş, politika, strateji ve taktikler eğer doğru olursa, bu
diğer güçlerin konumlanışlarını da etkilerler.
Tarih güçsüz ama kıvrak olanın güçlü ama hantal olanın
örnekleriyle doludur. Bu, Davut’un Golyat’ı yenmesi biçiminde kutsal kitaplara
bile geçmiştir. İslam’ın nenedeyse yarı peygamber gibi değerlendirdiği İskender
(Zülgarneyn, Çit boynuzlu) koca uygarlıkların (Mısır, Pers, Hindistan) devasa
ordularını, küçük güçlerle ama akıllıca bir stratejiye ve taktiklere dayanarak
yendiğinin en çarpıcı örneklerini sunmuştur.
Ne var ki, eğer bu örgütler, bugün Evrensel’deki haberde
yansıyan anlayışla hareket edeceklerse, bu referandumdan #HAYIR çıkmayacağına
kesin gözüyle bakılabilir.
Çünkü uluslararası sosyalist ve işçi hareketinin, yeni sosyal
hareketlerin son iki yüz yıllık deneylerinin sonuçları yokmuş gibi hareket
ediliyor.
Siyaset sanatının alfabesi bile unutuluyor.
PKK’nın “İsyanla oynanmaz” ilkesini çiğneyince, o mücadeleci
Kürt kitlelerini nasıl felç ettiği; dinamizmini nasıl yok ettiği ve şimdi
içinde bulunduğumuz kritik duruma düşmemize yol açtığı ortada.
Öyle görülüyor ki, şimdi de legal alandaki parti ve örgütlerin
benzer yanlışları ile ikinci bir ağır yenilgi bizleri bekliyor.
Ve bu yenilginin sonuçları sadece bu ülkedeki değil; bütün
bölgedeki dengeleri de değiştirecek kadar ağır olacak ve on yıllara
yayılacaktır.
Bu nedenle bıkmadan uyarılarımızı ve eleştirilerimizi
yapmaya devam edelim.
(Bu uyarılar, artık yetmişine dayanmış bir kişinin uyarıları
değildir. Bu kişi yarım yüzyıldır Türkiye’deki mücadelede yer almış; onlarca
yılını hapis ve sürgünlerde geçirmiş; onlarca kitap yazmış; sadece boş
vakitlerini değil; yirmi dört saatini ve ömrünü insanların eşitliği davasına
vakfetmiş; son iki yüz yılın işçi, sosyalist ve diğer sosyalist hareketlerin
derslerini sistemli olarak öğrenmeye çalışmış ve onlardan bazı sonuçlar
çıkarmış; bir birikimi özümlemeye çalışmış bir devrimcinin, bir sosyalistin
uyarılarıdır. Bizim örgütümüzün, gücümüzün olmamasına bakıp bu uyarı ve
eleştiriler küçümsenmemelidir. Hele hakkımızda orada burada dile getirilen
saçma sapan ve yalan yanlış ön ve bön yargılara bakıp çiğnenmemelidir. Onlar fikirlerimizin
gücü karşısında cevap veremeyenlerin savaş hilelerinden başak bir şey
değildirler.)
Hangi dersler unutuluyor ve ne gibi yanlışlar yapılıyor?
Bu yazıda sadece birini, başlıktaki “evlere gitme” imgesinde
ifade edileni, örnek olarak ele alalım.
Ama önce alfabetik bir önerme.
Strateji yanlış ise, bu yanlışlığın oluşturduğu handikaplar
doğru taktiklerle telafi edilemez.
Adorno’nun “yanlış bir hayat doğru yaşanamaz” önermesi, bu
temel ilkenin daha genel bir ifadesinden başka bir şey değildir.
Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Genel ve temel sorunlardan
kaçılamaz. Genel ve temel sorunlarda yaptığınız bir hatalar her zaman sizden
hızlı koşarlar ve tam onları aştığınızı sandığınız anda, aşılmaz bir duvar
olarak karşınıza dikilirler.
*
#HAYIR cephesi, #HAYIR mücadelesini bir strateji sorunu
olarak tartışmıyor.
Temel yanlışı bu.
Onu sadece taktik, mücadele biçimleri ve örgütlenmelere
ilişkin bir sorunmuş gibi ele alıyor.
İkinci temel yanlışı da bu.
Ama böyle ele aldığında da önerdikleri tamamen ve kategorik
olarak yanlış oluyor.
Bunu somut olarak görelim.
Ancak bunun için önce sosyal hareketlerin ve işçi
hareketinin, Marksizm’in ve sosyalist hareketin tarihinden bir dersi; temel bir
sorunu ve yanlışı hatırlatmak gerekiyor. Çünkü yapılan yanlış tamı tamına budur.
Yukarıda değinilen genel ve temel sorunlardan kaçış,
genellikle çok temel ve hayati bir takım işlerin acil ve temel görev gibi
sunulması biçiminde ortaya çıkar ve aslında böylece yanlış bir görev tanımı
yapılmış; yanlış bir strateji izlenmiş olur.
*
Ne demektir bu?
Örneğin, yemek, içmek, soluk almak. Hayati işevlerdir.
Bunlar olmazsa yaşayamayız.
Ama bir insanın görevlerini belirlerken, bunları bu temel
önemlerinden hareketle görev olarak öne koyması, aslında başka görevlerden
kaçması anlamına gelir.
Daha da somutlayalım.
Bir siyasi örgüt için, “ev ev dolaşmak”, görüşlerini yaymak,
anlatmak, kampanyalar yapmak; halkı örgütlemeye çalışmak; toplantılar
tertiplemek; bildiriler dağıtmak vs. gibi işler, tıpkı bir insanın yemek
yemesi, soluk alması, su içmesi gibi; olmazsa olmaz, ona hayatiyetini veren,
onu o yapan şeylerdir.
Bu nedenle özel bir siyasi görev oluşturmazlar.
Ama can alıcı bir durumda, ortada bir strateji yokken,
bunları sanki o duruma uygun bir strateji, acil görev, çözüm yolu gibi ortaya
koymak; aslında gerçek acil görevden, bir strateji yokluğu gerçeğinden kaçmak,
ya da fiilen tamamen yanlış bir strateji önermek anlamına gelir.
*
Şimdi, can alıcı bir Anayasa referandumu var. Fazla bir
zaman kalmamış. Bu hayati noktada, nasıl bir strateji izlemek gerektiği
konusunda öneriler de var. En azından bizim yaptığımız öneri var.
Bu noktada, bu öneriyi duymazdan gelerek veya kendiniz nasıl
bir strateji izlemek gerekir gibi bir soruyu ortaya atmayıp ondan kaçarak;
görevimiz “ev ev dolaşmaktır”, “hayır kampanyası yapmaktır”; “yaratıcı şeyler
yapmaktır”; “hayır toplantıları yapmak”; “hayır meclisleri kurmaktır” derseniz,
aslında spesifik bir siyasi görev olmayan işleri bir siyasi görev olarak koymuş
ve gerçek günün acil görevlerinin ne olduğu sorusunu gündeme almaktan kaçmış
olursunuz.
Bu gibi bir görev belirlemesi, ilkelliği ebedileştirmektir.
Yani politika yapmayı, bir siyasi organizasyonunun, onu o yapan en temel
işlevlerine indirmektir.
Bu da elbet bir strateji olarak kabul edilebilir. Yani O en
temel işlevlerin içeriği olması gereken, politika ve stratejinin gündeme
gelmesini engellemek, için bir stratejidir.
*
Son iki yüz yılın deneylerini unutmuş olan bugünkü kuşaklar
bilmez belki ama bu aşağıda aktaracağımız örgütler (CHP Hariç) Sosyalist ve
Marksist olma iddiasını sürdürdüklerinden onlara sosyalist hareketin
tarihindeki bir örneği ve dersi hatırlatalım.
Lenin ile Ekonomistler arasındaki tartışmanın özü bir bakıma
tam da buydu. Ekonomistler, “işçilere gitmek, onları örgütlemek” çok önemlidir
diyerek, bir siyasi örgütün oluşturulması sorunundan kaçıyorlardı.
Lenin de onlara evet baylar elbet ilk tahsil orta veya
yüksek tahsilden önemlidir, ama bunu yüksek tahsilin yapmayı gündemden
kaldırmanın gerekçesi olarak ve özel bir görev olarak öne çıkarmak ilkelliği
ebedileştirmektir diyordu. Rus sosyalist hareketinin jargonunda da bu ilkelliği
ebedileştirmenin adı “ekonomizm” idi.
İşte bizim sosyalistlerin ve hatta genel olarak demokratik
muhalefet diyeceğimiz nebulanın temel yanlışı budur.
Sorunu bir strateji ve politika olarak tartışacak ve bu
düzeyde öneriler getirip, uygulamaya geçecek yerde; en temel, özel bir politik
görev olmayan işleri, özel bir politik görevmiş gibi koyarak, aslında ilkelliği
ebedileştiriyorlar ve günün görevlerinden kaçmış oluyorlar.
Böylece kendilerini ve hepimizi yenilgiye mahkûm ettiklerini
görmüyorlar.
*
Bu hataya yol açan gizli bir varsayım olan başka hatalar da
var sonra her biri ayrıntısıyla ele alınması gereken. Geçerayak ikisine
değinilebilir.
Birinci temel hata referandum sandığına kilitlenmiş
olmaları; referandum’u bir kitle hareketinin aracı olarak değerlendirmek gibi
bir sorunları olmaması; esas savaşın referandum sandığında değil, öncesinde ve
(evlerde değil) meydanlarda verileceğini görmemeleridir.
İkinci temel hata, referandumdaki oyları bir
“seferberlik”lerle, “kampanya”larla anlatarak sonucu değiştirebilecekleri
varsayımıdır. Bir tür reklamcı yaklaşımı.
Üçüncü temel hata: bir kitle hareketi örgütlemedikçe,
sokaklara ve gündeme egemen olmadıkça, güç dengelerinin değiştirilemeyeceği ve
referandumun kaybedileceğini anlamak istememeleridir.
Bütün bunlara bağlı olarak da bir kitle hareketi nasıl
yaratılabilir? Güçler, konumları, biçimleri nelerdir sorularını tartışmaktan
kaçıyorlar veya bu konuda yapılmış önerileri görmezden geliyorlar.
İşte bu temel hatalar üzerinde, iş bir “seferberlik” veya
“kampanya” yapmaya ve bunun nasıl yapılacağı noktasına (“evlere gitmek”) “geliyor.
Bu ise yenilginin daha baştan ilanı demektir.
Birincisi iktidarın bütün bu alanlardaki gücü kat be kat
fazladır.
Bizzat iktidar savaşı güçlü olduğu bu alanda kabul etmeyi
ister. Savaşın birinci kuralı ise, savaşı düşmanın istediği koşullarda kabul etmemektir.
İkincisi, insanların anlatılanlarla fikir değiştireceğine
inanmak ise, burjuva rasyonalizminin bir yanılgısından baka bir şey değildir.
Değişimleri doğru fikirler değil; toplumsal güçler, onların çıkarları ve
konumlanışları belirler.
Marksistler, sosyalistler, eğer insan çıkarlarına aykırı
ise, matematik aksiyomlar bile tartışma konusu olurlar önermesinden yola
çıkarlar. Marksizm’in doğarken ağzından çıkan ilk çığlık, düşüncelerin varlığı
değil, varlığın düşünceleri belirlediği olmuştur.
Üçüncüsü, geniş yığınların anlatmalarla değil, bizzat eylem
içinde kendilerini değiştirebileceklerini, bunu hızla ve kitlesel olarak
yapabilecekleri gerçeğini unutmaktır.
Bütün bu alfabetik dersler unutulmuş bulunuyor. Buyurun şu
en iri sol örgütlerin sözcülerinin dilinden referandumda #HAYIR çıkmasını
sağlayacağı düşünülen stratejileri veya reçeteleri okuyalım.
Bugünkü Evrensel’de “HDP, CHP, EMEP, ÖDP VE Halkevleri: Ev
ev dolaşma zamanı” başlığı altında tam da bu eleştirdiğimiz konu sanki bir
marifetmiş gibi öne çıkarılıyor. Evrensel haberinin sıralamasına göre aynen
aktaralım.
CHP Genel başkan yardımcısı Bülent Tezcan:
“Referandum için çalışmalara hemen başlayacaklarını söyleyen
Tezcan “Yapacağımız tek bir yol var, ulaşabildiğimiz bütün kanalları
kullanacağız.Bire bir temas önemli. Her noktada Türkiye’de bütün
milletvekillerimizi, parti kadrolarımızı harekete geçireceğiz her yerde.
Dağılacağız, Anadolu’nun, Trakya’nın dört bir yanına dağılacağız. Yüz yüze
anlatacağız” dedi.”
Hadi Tezcan CHP’li, o “fıtratı gereği” geniş yığınların
kendi deneyleriyle hızla ve kitleler halinde siyasi eğitiminden korkar. Bizim
sosyalistler ondan farklı bir şey söylüyorlar mı?
EMEP’ten Genel Başkan yardımcısı Şükran Doğan:
“Partimiz bu süreçte işçilere emekçilere, halklara neden
hayır demeleri gerektiğini anlatmak için yoğunluk bir seferberlik içinde
olacaktır.”
Aferin!
ÖDP Başkanlar Kurulu üyesi Alper Taş:
“Ev ev, kapı kapı dolaşacağız. Demokrasi güçleriyle
eşzamanlı olarak örgütleyeceğiz bu süreci. ÖDP'de üzerine düşen sorumluluğu
yerine getirecek. Haziran Hareketi üzerinden dışarıya dönük çalışma yapacağız.
ÖDP olarak da bazı çalışmalarımız olacak. Sol, emekten yana hayır güçleriyle
eşgüdümlü yürüteceğimiz çalışmalarla karanlığa geçit vermemek için gereken tüm
çabayı göstereceğiz. Bir hafta içinde yürüteceğimiz kampanyayı, söylemlerimizi
dilimizi ortaya koyacağız. Böyle bir çalışmayı da sol ve demokrasi güçlerinin
koordinasyonu içerisinde sürdüreceğiz”
Alper Taş’a da kocaman bir aferin.
Halkevleri Genel başkanı Oya Ersoy:
“Örgütlü kesimler, siyasi partiler, emek güçleri,
sendikalar, köy dernekleri başta olmak üzere ‘hayır’ diyen herkes komşuna
köylüsüne, arkadaşına, iş arkadaşına, lise arkadaşına 'Evet' demekle ne belaların açılacağını
anlatacağı ve ikna etmek üzere çalışacağı 3 ay var. ‘Hayır’ diyen herkes
üzerine görev yaparsa bu anayasa geçmez. ‘Hayır’ diyen herkesi kendi sokağında,
mahallesinde, ‘hayır’ meclislerini kurmaya, halk seferberliğine davet
ediyoruz.”
Ersoy’a da yıldızlı aferin.
Başlıkta HDP da olmasına rağmen haberde HDP yok. O nedenle
HDP’ye şimdilik bir aferin veremiyoruz.
Olmaması ya bir unutkanlık (yani bilinçaltının dışa vurumu,
güdük fiil) olarak da yorumlanabilir elbet. Ama belki bugün HDP yönetim
organlarında tam da bu konu görüşüleceği için alınmamış da olabilir. Her heyse.
Zaten HDP’yi ayrıca ele almak gerekir. Ama HDP’nin de farklı
bir şey söylemeyeceğini ve Aferin alacağını şimdiden tahmin edebiliriz. Zaten
“herkesin #hayır’ı kendine” parolası da farklı bir şey söylenmeyeceğinin
ipuçlarını sunuyor.
*
Peki, biz ne diyoruz?
Önerimizi tekrar ediyoruz:
1) Gelen sıradan
bir tehlike değildir. Başkanlık rejimine geçildiği andan sonra bu örgütlerin
HDP dâhil hiç biri kalmayacaktır. Hala sanki sonrasında da bugünkü gibi ama
biraz daha zor koşullarda devam edecekmiş gibi; sorunu bir nicelik değişimi
gibi ele alarak düşünülüp davranılamaz.
2) Bu tehlikeyi
önlemek için referandum aslında bir şanstır da. Ama bunu kullanmayı bilmek
gerekir.
3) Referandum
sonucunu, temel sosyal ve politik güçlerin konumlanışı; ona da sokağa egemen
olan yığınlar belirler.
4) Soru şudur:
OHAL koşullarında, devletin bütün baskı aygıtının desteğine; lümpenlerden
örgütlenen ve hızla hazırlanan çetelere rağmen muhalefet nasıl meydanlara egemen
olup gündemi belirleyebilir.
5) Bunun şartı
kitlesel ve yasal olanakları kullanan, politik alana girmeyen bir politik
harekettir. Kitlesellik, politik alana girmeme, şiddetsizlik ve doğru ve
toparlayıcı bir parola veya bayrak birbirinden ayrılmaz. Biri eksik olunca
diğerleri de mümkün olmaz.
6) Herkesin
altında kendini bulacağı somut, kısa ve öz parola, bayrak sadece sade bir
#HAYIR olabilir.
7) Geniş katılım
için, devletin şiddetine olanak tanımamak gerekir.
8) Bunun tek
yolu, politik özgürlükler alanına girmeden, yani hiçbir bayrak, pankart
açmadan, slogan atmadan, toplu halde yürümeden, toplu halde durmadan, toplu
halde oturmadan her gün aynı yerde aynı saatlerde durmak, oturmak, yürümek,
yani olağan günlük davranışları sürdürmek ama aynı zamanda göğsümüzde bir
düğmede, bir kâğıt parçasında, çocuğumuzu balonunda vs. bir #HAYIR’ı da
taşımaktır. Ancak böyle bir hareket Erdoğan’ı can evinden vurur ve gerçek bir
kitle katılımı sağlar. Belki Referandum’a bile varmadan, Gambiya’nın seçimi
kaybeden devlet başkanı gibi, uçağa atlayıp kaçabilir.
9) Elbette herkes
kendi propagandasında, evinde, sokakta, ev ziyaretlerinde, kendi “#Hayır”
gerekçelerini anlatır. Ama tabiri caiz ise bu herkesin kendi “özel sorunu”
olur. Genel direniş bir tek parolada ifadesini bulur: #HAYIR
Kısaca özetlediğimiz bu öneriyi yineliyoruz.
Herkesi üzerine tartışmaya, düşünmeye çağırıyoruz.
Bu öneriyi yanlış mı görüyorsunuz?
Susmayın.
Neresi Yanlış? Neden yanlış? Bunu açıklayın ve kendi
önerilerinizi ortaya koyun.
22 Ocak 2017 Pazar
Demir Küçükaydın
@demiraltona
demiraltona@gmail.com
https://demirden-kapilar.blogspot.de/
https://www.youtube.com/user/demiraltona
https://drive.google.com/open?id=0BxCB_Gtx8VYAcDREeTJVLW93MjA