"İşte size somut bir hareket planı.
Tüm sloganlarınızı, renklerinizi, afişlerinizi, bayraklarınızı terk ederek, sıradan vatandaşlar olarak birkaç büyük şehrin stratejik meydanlarında her gün aynı saatlerde göğsünde sade bir #HAYIR ile bulunmak bir denemeye değmez mi?
Bu kadar zor mu eski alışkanlıkları bir kenara atarak basit yurttaşlar olmak.
Sadece sizin gücünüz bile birkaç bin kişiyle büyük şehirlerin stratejik noktalarında böyle bir direnişi başlatmaya yeter.
Göreceksiniz birkaç gün sonra gerçek bir kartopu etkisiyle büyüyecektir.
Zaten sizin yapabileceğiniz, tulumbadan su çekmek için tulumbaya koyulacak bir maşrapa su olmaktır. Bu da az şey değildir. Elbet hareket sizi aşacaktır. İçinde eriyip yok olmaktan mı korkuyorsunuz?
Bu öneriyi aptalca buluyorsanız aptalca deyin.
Saçma buluyorsanız saçma deyin.
Hatta bu öneriye küfredin.
En azından varlığını kabul etmiş olursunuz.
Ama hiçbir şey yokmuş gibi, susarak, yok sayarak bu öneriye karşı savaşmayın.
Bu son şansımızdır."


Anayasa değişikliği teklifi Meclis’ten geçmiş bulunuyor. Değişikliğin kararlaştırılmasını geciktirmeye yönelik çok değerli olanaklar ve zaman yitirilmiş bulunuyor.
Eğer bundan sonra aynı şekilde hareket edilmeye devam edilirse, #HAYIR cephesinin referandumda ağır bir yenilgi alacağı şimdiden öngörülebilir.
Bu nedenle biz bütün eleştirilerimizi ve enerjimizi #HAYIR cephesindeki yanlışlara yöneltmek gerektiğini düşünüyoruz.
Ve bir akım, bir görüş, bir örgüt bize ne kadar yakınsa veya biz ne kadar kendimizi ona yakın görüyorsak eleştirilerimiz o ölçüde sert olacaktır.
İnsanların eşitliğinin düşmanları, kendilerine ve yakınlarına karşı fazlasıyla anlayışlı; hatta kayırıcı; kendilerine uzak ve karşı olanlara karşı acımasız ve gaddar olurlar.
Sosyalistler ise, peygamberler ve evliyalar gibi, kendilerine ve dostlarına karşı acımasız; kendilerine uzak olanlara ve hatta düşmanlarına karşı anlayışlı ve toleranslı olurlar.
Marks, Engels, Lenin, Troçki, Kıvılcımlı, Luxemburg’ların, keza bütün peygamberlerin geleneğidir bu.
Peygamberler ve ustalar düşmanı eleştirmezler, çünkü eleştiri aynı safta olana, onu kazanmak;  onun yanlışları ile mücadele etmek için yapılır.
Ve fikirlere, davranışlara yönelik eleştirinin ardında, eleştirilenin aslında iyi niyetli olduğu varsayımı vardır. Tam da bu varsayıma dayanıldığı için, eleştiriye zaman ve enerji harcanmakta; fikrin, davranışın değiştirilmesiyle o insanlar kazanılmaya çalışılmaktadır.
Bu nedenle fikri eleştirenden korkmamak gerekir. O en büyük dostluğun nişanesidir.
Ama eleştirmeyen tehlikelidir, çünkü susuş “silahların eleştirisi”dir. Düşman görülene; ikna değil; imha edilmek istenene karşı kullanılır.
Düşmana karşı Marks’ın deyimiyle, “eleştiri silahı” kullanılmaz, ona karşı “silahların eleştirisi” yapılır.
Açın #HAYIR diyen hareket, parti, akım, çevre ve örgütlerin sol basınına bakın, #HAYIR diyen diğer görüş, akım, çevre, öneri, fikirlere yönelik bir eleştiri var mı?
Yok.
Maalesef bu yokluk, solun, #HAYIR cephesinin hayatiyetten yoksun oluşunu, tükenmişliğinin en esaslı kanıtlarından biridir.
Ama aynı basında bol bol, hükümet, Erdoğan, CHP, MHP eleştirilerini bulabilirsiniz.
Ama bu eleştiriler aslında, “eleştiri” mahiyeti gereği dostlara yapılacağından, zımnen bu solun kendini eleştirdikleriyle aynı saflarda gördüklerinin bilinçsiz bir itirafıdır. Düşman teşhir edilir, düşmana eleştiri yöneltilmez.
Muhalefet çevrelerinin devlet veya hükümete yönelik en radikal eleştirileri bile, aslında ona daha akıllıca nasıl davranması gerektiği önerilerinden başka bir şey değildir.
Peygamberler bütün eleştirilerini kendi yakınlarına yaparlar.
Muhammet Mekkeli müşrikleri eleştirmez. Onlara karşı savaşır, onları teşhir eder. Eleştirileri hep Müslüman olduğunu söyleyenleredir.
Öcalan düşmanlarını eleştirmez. En sert eleştirileri bizzat kendi örgütüne ve Kürtleredir. Kürtleri Öcalan kadar sert eleştiren ikici bir kimse yoktur.
Malcom X, en sert eleştirilerini siyahlara yapar.
Marks’ın hiç kapitalizmi ve kapitalistleri daha az sömürmeye, daha vicdanlı olmaya yönelik olarak eleştirdiğinizi gördünüz mü? Göremezsiniz. Kapitalizmi teşhir eder ama onu eleştirmez, onu değiştirmeye, kazanmaya kalkmaz; ona yapısal olarak karşıdır. Yapısal olarak karşı olduğunuz şeyi eleştirmeye kalkmanız sizin karşı saflara geçtiğinizden başka anlama gelmez.
Lenin’in hiç çarlığı eleştirdiğini gördünüz mü? Göremezsiniz. Lenin’in elli ciltlik eseri kendi yoldaşlarına, yakınlarına, Çarlığa karşı savaşanlara eleştiridir.
Marksist teorinin bütün temel eserleri neredeyse polemik eserlerdir ve bu polemiklerin muhatapları karşı taraftakiler değil, bu tarafta olduğunu iddia edenler veya öyle olduğu düşünülenlerdir.
Devrimci hareketin bu güzel gelenekleri yeni kuşaklarca bilinmez ve unutulmuş kalıyor. Onlar bir eleştiriyi düşmanlık olarak algılıyorlar.
Yani aslında bilmeden karşı devrimcilerin anlayışını benimsemiş durumdalar.
Bu alfabetik bilgilerin bile unutulduğu bir dünyadayız.
Dikkat edin, #HAYIR cephesindekilerin bütün yazdıklarına bakın, #HAYIR cephesinde, bu cephedekilere yönelik, yanlışları eleştiren yazılar var mı? Farklı #HAYIR stratejilerini, yöntemlerini eleştiren yazılar var mı?
Yok.
Neredeyse sadece ve sadece bu satırların yazarının yazdıkları var.
Bu yokluk eğer böyle giderse #HAYIR’ın yenileceğinin bir habercisidir.
Çünkü tarihin gösterdiği açık bir sonuç vardır: nerede, hangi cephede en canlı tartışmalar, en acımasız eleştiriler varsa orası kazanır.
Bunların olmadığı yerden hiçbir şey çıkmaz. Bütün tarih bunun yüzlerce örneğiyle doludur.
Hangi kongrelerde blok halinde oylar çıkıyor, oy birliğiyle karar alınıyorsa orası ölmüştür.
Ve maalesef HDP’nin neredeyse bütün kongreleri böyledir. Bu bakımdan CHP bile HDP’den daha canlı bir organizma karakteri taşır.
Hangi kongrelerde en sert, en acımasız eleştiriler yapılıyorsa orada hayat vardır.
Sosyalist hareketin tarihi yeni kuşaklarca bilinmez. Ama şu herhalde bilinir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Ankara’daki ilk mecliste en sert tartışmalar yapılıyordu. Bunlar en büyük başarıyı getirdiler. Ama 1923’de Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti ilan ettiği Bonapartist darbeden sonraki meclislerde en küçük bir tartışma kalmamıştı. Çünkü hepsini Atatürk tayin ediyordu.
Daha yakın tarihten bir örnek. Sosyalist hareketin en canlı yükselişi yaşadığı 60’lar aynı zamanda onun içinde en sert polemiklerin, en sert eleştirilerin yapıldığı yıllardı.
İslami hareket de öyledir. İktidarlara gelmeden önce en canlı tartışmalar oralarda vardı. Zaten o dinamizmle o başarıyı yakalayıp iktidar olabildiler. Şimdi o eleştirel dönemin ruhuna azıcık olsun sadık kalanlar ise hapishanelere dolduruluyor.
*
Biz Marksizm'in bu geleneğini sürdüren son Mohikanlardan biriyiz.
O nedenle tüm eleştirilerimizi en yakın gördüklerimize; eleştirdiklerimizin yakınlığı ölçüsünde sert ve acımasız biçimde sürdürüyoruz ve sürdürmeye devam edeceğiz.
Günlerdir öneriler yapıyoruz, eleştiriler yapıyoruz #HAYIR cephesinin içinden ve #HAYIR cephesindekilere.
Bunlar karşısında hiç olmazsa bir küfür olsa, hiç olmazsa bir “saçmalama” eleştirisi olsa.
Hiç biri yok. Tam bir suskunluk ve yok gibi davranma ortalığa egemen.
Bu suskunluğun nesnel anlamı nedir?
Bu bizim dost gördüğümüz için eleştirdiklerimizin, bizi düşman olarak, ikna edilmesi gereken bir dost değil imha edilmesi gereken bir düşman olarak gördükleri anlamına gelir.
Çünkü suskunluk da bir savaş stratejisidir. Suskunluk, “eleştiri silahı” değildir; “silahların eleştirisi”dir.
Suskunluğun bir savaş stratejisi olması, savaşın kendi mantığından çıkar.
Çünkü savaşın birinci kuralı, herkesin bilinçli veya bilinçsizce izlediği kuralı: savaşı düşmanın istediği koşullarda; güçlü olduğu yer ve alanda kabul etmemek; kendi güçlü olduğun alana çekmek; düşmanı orada savaşmaya zorlamaktır.
Fikirlerinin önerilerinin güçlü olduğuna inananlar, haklı olduklarına inananlar, fikir mücadelesini, eleştiriyi bir savaş alanı olarak seçerler. Çünkü o alanda güçlüdürler.
Öte yandan içinde yer aldıkları taraftakilerin iyi niyetli olduğunu var saymaktadırlar; onları kazanabileceklerine inanmaktadırlar ki eleştiriyi fikir ve davranışlara karşı yapmaktadırlar.
Ama eleştirilenler, fikirlerine güvenmiyorlar, haklılıklarına inanmıyorlarsa, eleştirilerle fikir alanında karşılaşmayı kabul etmezler; çünkü o alanda zayıftırlar. Savaşın mantığına uyup savaşı kendi istedikleri alana çekmek için iki yolları vardır.
Birincisi eleştiriyi yok saymak, görmezden gelmek.
Eğer bu başarılı olmaz ise, bu sefer fikirlere değil, ama eleştiriyi yapanın kişiliğine; eleştirinin biçimine vs. yönelik olarak bu savaş sürdürülür.
Hedef yine aynıdır, eleştireni eleştirenin fikirlerini eleştirerek kazanmak, ikna değil; eleştirenin imhası.
Ve bu sadece eleştiri konusu olmuş fikir ve davranışların zayıflığı anlamına gelmez; dostların eleştirilmesine yönelik devrimci geleneklerin de düşman olarak görüldüğü ve imha edilmesinin hedeflendiği anlamına gelir.
*
Biz eleştirilerimizle herkesi ikna etmeye çalışıyoruz. Yani böylece onları kazanmak istediğimizi kanıtlamış da oluyoruz.
Ama bizzat bu kazanmak istediklerimiz, bizi ikna etmek için hiçbir şey yapmıyorlar, eğer bizi yanlış görüyorlar ve bizi bu yanlışlardan kurtarmak için hiçbir çaba göstermiyorlarsa, sadece susuyorlar, görmezden geliyorlarsa; bu onların bizi ikna değil, imha etmekten başka bir amaçları olmadığının bir kanıtı olur.
Biz Peygamberlerin ve Marksizm’in ustalarının eski güzel geleneğini sürdürmeye devam ettireceğiz. #HAYIR cephesinde olduğunu söyleyenlere, öyle olduğunu düşündüklerimize veya öyle olması gerektiğine inandıklarımıza kalemimizin sivri ucunu batıracağız.
Bunlar bizim dostluğumuzn kanıtıdır.
Onlar ise, bu eleştiri ve öneriler yokmuş gibi yaparak; susarak veya orada burada hakkımızda olmadık, saçma ve yalan yanlış bilgilere dayanarak bizi düşman olarak gördüklerini itiraf etmiş olmaktadırlar.
*
O halde tekrar ediyoruz.
Günlerdir yazıyoruz.
#HAYIR’ın kazanması bir “seferberlik”, bir “kampanya”, bir “evlere gitme”, bir “akıllıca argümanlar kullanma”, “herkesin #HAYIRı kendine” diyerek, herkes kendi evini süpürürse bütün şehir tertemiz olur ilkelliğine dönmek; “anlatmak” sorunu değildir.
Bunlar özel bir görev oluşturmazlar.
Öte yandan bunlarla hiçbir toplumsal ve politik gücün bir kıta kayması; tektonik bir değişimi sağlanamaz.
Çünkü #HAYIR’ın kazanması toplumsal ve politik güçlerin konumlarıyla ve duruşlarıyla ilgilidir.
Bu da konumlanışları, duruşları değiştirecek stratejilerle; mücadele biçimleriyle ilgilidir.
Bunlar ise ancak kitlesel hareketler ve direnişlerle sağlanabilir.
Kitlesel hareketlerin gücü ve sonuçları onların nicel gücünden her zaman daha fazladır.
Bir zamanlar AKP’ye Ergenekonların üzerine gidecek cesareti, Hırant Dink’in öldürülmesi üzerine kendiliğinden ortaya çıkan belki yüz bin kişilik bir cenaze verdi.
Bu aslında çok büyük olmayan ve çok sınırlı bir kesimin esasını oluşturduğu kitle hareketi bile, Hrant’ı öldürenlerin bütün hesaplarını alt üst ettiği gibi; AKP’ye cesaret ve güç vererek resti görmesinin; Türkiye’deki tüm dengelerin değişmesinin yolunu açtı.
Aslında herkesin unuttuğu ve görmek istemediği AKP’nin yolunu açıp darbeyi engelleyenin Hrant’ın cenazesindeki büyük katılım olduğudur.
Bugün de benzeri durum söz konusudur. Bir kitle mobilizasyonu için şartlar olağanüstü uygundur.
İlk kez, devlet sınıfları ile yakın ilişkili “laik yaşam tarzı”ndaki kesim, Türkiye’nin en eğitimli, en kültive kesimi, yaklaşan İslamcı faşizm karşısında sokağa çıkmaya hazırdır.
Aleviler sokağa çıkmaya hazırdır.
Kürtler sokağa çıkmaya hazırdır.
Müslümanların hiç de küçümsenmeyecek bir kesimi sokağa çıkmaya hazırdır.
Ve bunların hepsi ancak ciddi bir risk olmadığında sokağa çıkabilirler.
Olağanüstü Hal koşullarında, bu her türlü hakkın ve hukukun ayaklar altına alındığı koşullarda bu olanak var mıdır?
Bizim cevabımız olduğudur.
Hem de bu olanağı bir zorunluluk olarak bizzat bugünkü rejim sunmaktadır.
Yani aslında yasaklar en geniş katılımlı bir birliği oluşturmak için fırsat da sunmaktadır.
Erdoğan’ın referandumu kazanmak için seçtiği silah ona karşı kullanılabilir; kendi oyununa getirilebilir.
Bu da politik özgürlükler ve gösteriler alanına girmeden, sadece temel insan ve yurttaşlık haklarına dayanarak, politik olmayan bir biçim içinde politik bir hareket ile başarılabilir.
Bunun da yolu, her gün aynı saatlerde aynı yerlerde hiçbir pankart, afiş, bayrak taşımadan; hiçbir slogan atmadan; sadece bir #HAYIR ile bulunmaktır.
Bu hiçbir suç oluşturmaz. Kimi durur, kimi oturur, kimi sohbet eder. Hatta bir sosyal yaşam bile yeniden başlar. İşten sonra insanlar yolları üzerindeki bu buluşma noktalarında bulunurlar. Dostluklar, sohbetler, ilişkiler, yeniden başlar; kaybedilmiş sosyal bir ilişkiler dünyasına dönüşler başlar. Böyle bir direniş kısa zamanda binlerin, on binlerin katılmasını sağlar. Çünkü herkes bu şiddetsiz, sade, basit biçimler içinde bir araya gelip durmaya hazırdır.
Böylece her gün insanlar giderek bir kartopu gibi büyüyen sessiz bir #HAYIR hareketinde birleştiklerinde Türkiye’nin bütün dengeleri değişir. Stratejik güçlerin konum ve duruşlarında kaymalar olur.
Birincisi, özellikle “laik yaşam tarzı”ndaki kesimlerin iç içe bulunduğu ordu ve devlet bürokrasisi içinde bu gidişten memnun olmayanların sesi daha gür çıkmaya; sözleri daha bir dinlenir olmaya başlar.
Aynı şekilde bu kesimlerin siyasi temsilcisi CHP bu trene binmediği takdirde kaçıracağını görüp ister istemez binmek zorunda kalınca istemeden de olsa destek vermiş ve bu hareketi güçlendirmiş olur
İkincisi, şimdilik sinmiş olan özellikle şehirlerin yoksul kesimlerindeki Aleviler, Kürtler tekrar güven kazanıp böyle bir hareketi şehirlerin çeperlerine yayarlar ve bu da AKP’nin planını bozar.
Özellikle HDP’nin etkili olduğu bölgelerde, Kürtlerin çoğunluğu oluşturduğu yerlerde, büyük şehirlerde başlamış bu harekete katılım ile onların da kendine güveni ve moral bozukluğu son bulur. Yeni mücadele biçimlerini keşfederler. Bu alandaki güçlerini görürler.
Böylesine bir kitlesel hareket, AKP içindeki memnuniyetsizlerin sesinin daha çok çıkmasına yol açar. Böylece hayır demeye eğilimli olanlar artar ve en azından tarafsız kalacakların sayası yükselir.
En önemlisi böyle bir hareketin bizzat o harekete katılanlarda yaratacağı dönüşümdür.
Birincisi, böyle bir hareketin kendisi, şimdiye kadar Aleviler ve laiklerle Sünnileri; Kürtlerle Türkleri birbirine karşı kullanıp dengeleyerek iktidarını ve gücünü sürdüren Bonapartist askeri bürokratik oligarşinin dayandığı sütunları ortadan kaldırır. İlk kez bu birbirine karşı oynanmış güçler aynı #HAYIR altında birleşmiş olur. İlk kez birbirlerini daha yakından tanımış olurlar.
İkincisi, bu hareket, bizzat o hareket katılanlara vereceği moral ve motivasyonla, referandum çalışmalarının yani o “seferberlik”, “kampanya”, “evlere gitme”, “yaratıcı sloganlar bulma”  şeklinde özel bir görevmiş gibi öne sürülen işlerin çok daha başarılı ve çok daha büyük katılımla, çok daha büyük bir coşku ve enerjiyle yapılmasını sağlar.
Üçüncüsü, bunun sonucu olarak da, ciddi bir sandık ve referandum kontrolü örgütlenebilir.
Tıpkı 7 Haziren seçimleri öncesinde olduğu gibi toplumun şu atmosferi değiştirilip, inisiyatif #HAYIR tarafından ele alınabilir.
Bütün bunlar mümkündür.
Bunun için asgari b.ir kritik kütleyle başlayacak öncüler gerekiyor.
Bunu yapabilecek olanlar da sosyalist örgütler ve HDP’dir. Ama bunu yapabilmeleri için eski anlayışlarından; politika yapma tarzlarından, küçük dükkânlarının öfkesini görememe ufuksuzluğundan çıkmaları gerekiyor.
Onun için bütün eleştirilerimiz onlara. Bir denizin biteviye dalgalarının en aşınmaz kayaları bile aşındırması gibi, eleştirilerimizle bu direnci kırmaya çalışıyoruz.
Onlar olmazsa, belki bir yerlerde kendiliğinden inisiyatifler başlatabilir.
Bu nedenle, var olan sol örgütlere, sosyalistlere, HDP’ye tekrar soruyoruz.
Bu öneri hakkında ne düşünüyorsunuz.
İşte size somut bir hareket planı.
Tüm sloganlarınızı, renklerinizi, afişlerinizi, bayraklarınızı terk ederek, sıradan vatandaşlar olarak birkaç büyük şehrin stratejik meydanlarında her gün aynı saatlerde göğsünde sade bir #HAYIR ile bulunmak bir denemeye değmez mi?
Bu kadar zor mu eski alışkanlıkları bir kenara atarak basit yurttaşlar olmak.
Sadece sizin gücünüz bile birkaç bin kişiyle büyük şehirlerin stratejik noktalarında böyle bir direnişi başlatmaya yeter.
Göreceksiniz birkaç gün sonra gerçek bir kartopu etkisiyle büyüyecektir.
Zaten sizin yapabileceğiniz, tulumbadan su çekmek için tulumbaya koyulacak bir maşrapa su olmaktır. Bu da az şey değildir. Elbet hareket sizi aşacaktır. İçinde eriyip yok olmaktan mı korkuyorsunuz?
Bu öneriyi aptalca buluyorsanız aptalca deyin.
Saçma buluyorsanız saçma deyin.
Hatta bu öneriye küfredin.
En azından varlığını kabul etmiş olursunuz.
Ama hiçbir şey yokmuş gibi, susarak, yok sayarak bu öneriye karşı savaşmayın.
Bu son şansımızdır.

24 Ocak 2017 Salı
Demir Küçükaydın
@demiraltona
demiraltona@gmail.com
https://demirden-kapilar.blogspot.de/
https://www.youtube.com/user/demiraltona
https://drive.google.com/open?id=0BxCB_Gtx8VYAcDREeTJVLW93MjA
Daha yeni Daha eski