"Elli yıl evvel topluma ve bu ülkeye haykırdılar: 101 tane üs ve tesisi, yirmi bin personeli ile ABD, ülkemizi işgal etmiş vaziyetted...
"Elli yıl evvel topluma ve bu ülkeye haykırdılar: 101 tane üs
ve tesisi, yirmi bin personeli ile ABD, ülkemizi işgal etmiş vaziyettedir.
“Solcuların nefes alış verişlerini bile dinliyoruz”(syf.262 ), diyen dönemin
içişleri bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, bir demeçle ikrar buyurdu ki “CIA
altımızı oyuyormuş, haberimiz olmamış.”
Şimdi çok şey mi değişti. Ama elli yıl önceki ABD karşıtı
söylemi, vatan hainliği, Rus uşaklığı ile yaftalamaya kalkanların, elli yıl
sonra 68’in ABD karşıtlığını ancak idrak edebilmiş olmaları, istihza ile
izleniyordur.
68 sloganı ile Sinança yazısını –şimdilik-burada
noktalayalım.
Tahayyül edemeyenler nelerden mahrum kaldıklarını
bilemezler."
Sinança: Şirin Cemgil, Sinan Cemgil’i anlatıyor
Sinança kitabının daha önsözünde bir balyoz iniyor
muhayyileye. Atilla Keskin (ATO), yazdığı önsözde, baştan okuru uyarıyor ve
kitabın içeriğini yüreğinde distile edilmiş duygularla özetliyor.
“Bu kitapta okuyacaklarınız her şeyden önce bitmeyen bir
aşk.. Ferhat’a dağları deldiren bir sevdaya ilişkindir.Öyle bir sevdadır ki bu,
derin bir hümanizma ile yoğrulmuş,insana ilişkin ne varsa içine
yerleştirilmiştir.Aradan otuz kırk sene geçtikten sonra bile küllenmeyen bir
aşka dairdir.Bu kitabı ‘68’liler ‘denilen bizim kuşağımızın bir tarihi olarak
da okuyabilirsiniz.” Sinança – Ayrıntı yay. Syf 7-8
ATO, çok yerinde değerlendirmesiyle 68 tarihinin Türkiye
boyutuna dikkat çekmiş. Kitabın bütününe bakınca, edebi bir toplumsal panorama,
denilebileceğini sanıyorum. Ağırlıklı olarak 1960’ların ama Adnan ve Nazife
Cemgil çiftinin cezaevi ve sürgün hayatlarından kesitlere de yer verildiği için
1950’lere dair bir fikir de verebiliyor bu panorama.
Sinança’da açıkça yazılmış olaylar, gelişmeler, yaşananlar.
Şirin Cemgil’in anlatımındaki canlılık ve samimiyet sayesinde sanki bir zaman
makinasıyla o yıllara inip aralarına karışıyoruz. Hafızaya nakşedilerek
seyrediliyor;i geçilen etaplar, aşamalar, yaşanan tıkanıklıklar ve ağırlaşmaya
başlayan sorunlar.
Edebi bir toplumsal panorama tanımı yaptım ama, Sinança,
aynı zamanda bir matem destanı .Şirin Cemgil’in kaybettiği iki yıllık sevgili
eşi Sinan Cemgil için yaşadığı matem. Ama okuru kasvet burgacına almıyor.
İnsana afakanlar basmıyor.
Dramatik bir başka boyutu daha var Sinança’nın. Bugünün
insanına da, 68’lilere de bir başka matem duygusu daha yaşatma – yüzleştirme
potansiyeli. Altmışlı yıllarda başlayıp o yılların bitmesiyle de sona eren,
hayatın bir düş gibi yaşanıldığını bilip, sonra da 21. yüzyıldaki yaşantılarla
kıyaslayınca insanı saran duygudur, kastettiğim matem.
Sinan ve Şirin’in altmışlardaki arkadaş çevresinde bulunup
sonraki kırk yıl boyunca, bilim, edebiyat, sanat ve siyaset dünyamızda çok sık
rast geleceğimiz isimleri, henüz 20’li yaşlarındayken geçit töreniyle karşımıza
çıkarıyor Sinança. Birkaçını sayayım: Necmiye Alpay, İsmet Özel, Ümit Hassan,
Cem Eroğlu, Ertuğrul Kürkçü, Ataol Behramoğlu, Can Savran, Çağatay Anadol,
Orhan Silier, Çetin Yetkin, Mahir Çayan.
Kadının Ankara -
Hukuk, erkeğin ODTÜ-Mimarlık öğrencisi bu iki genç insan; erkek olanı 68’in
birikimiyle, belagatıyla, 6-7 dil biliyor olması ile hafızalara kazınmış önder
ismi.İkisi de çok okuyan araştıran, topluma olan sorumluluklarıyla hayatlarına
yön veren, zeki ve onurlu iki öğrenci.
68 için şu söz raptedilebilir “İnsani olan hiçbir şey bana
yabancı değildir”; ama ben bu derinlikli söyleme şunu da ekliyorum, “Kültüre
dair olan hiçbir şey 68’e yabancı değildir.”
Kültür, sanat, edebiyat, siyaset çok ilgilendikleri
alanlardı. İştiyak ve iştahla sürdürdükleri entelektüel – ideolojik
teçhizatlanma çabalarının sonunda sosyalizme vardılar.
Dostluk ve güven; bu çabalar içerisinde yan yana gelen
insanların ilişkilerine niteliğini veren iki kavramdır. 68’in en özgül
yanlarından biri de budur. Kitapta okurken şaşırdığım detaylardan biri de Şirin
Cemgil’le, Mahir’in sımsıcak dostluğu. Sadece o kuşağa özgü, tanımı imkansız bu
ilişkiler Şirin Cemgil’in anlatımında insana nelerin kaybedilmiş olduğunu
sarsarak duyumsatıyor. Çünkü bugüne kadar geçen elli yılın hiçbir dönemine
böylesini görmedik, yaşayamadık.
Şirin, altını çizmiş; toplumdaki eşitsizliğe, adaletsizliğe,
yoksulluğa karşı genç insanların 27 mayıs etkisiyle girdikleri arayış, aynı
zamanda serüvenlerinin başlangıcıdır. TİP ile tanışma, ABD emperyalizmine
duyulan nefret, hızlı bir düşünsel evrim, kurtarıcı kitapların yutarcasına
okunması .
“Engels’in… Feuerbach’ın kitaplarını okuduklarında söylediği
gibi, bu kitapların kurtarıcı etkisini bir kimsenin bizzat tatması
gerekir.”syf: 76
Rayihasını, aromasını sonuna kadar tattılar.Yetinmediler,
halka - sınıfa yöneldiler.
Bu yoğunlaşma o
zamana kadar öğretilenlerin, belletilenlerin kökten sorgulanarak, yepyeni bir
düşünsel – ideolojik donanım ve inancın da önünü açtı. Amfilerden fabrikalara,
tarlalara, gecekondu mahallelerine; tartışma ve sözün gücüne duydukları
güvenle, bilgilerini, heyecanlarını, hayallerini sınıfa, halka duyurmaya
koştular.
O saflığın, lekesizliğin halk tarafından ferasetle ayırt
edilip kucaklanmaları, sevilmeleri ve bugünlere kadar tükenmeyen bir sevgiyle
anılmaları, öznel ve mübalağalı bir görüş sanılmasın.
Sinanların can verdiği şimdiki adı Yeşilova olan Adıyaman /
Gölbaşı ilçesi, İnekli köyüne geçen yıl üç kez gittim.Güzergah üzerindeki kırk
kilometre mesafede bulunan yerleşim birimlerinde insanlarla konuştum. Aradan
kırk yıl geçmiş, ama olayın etki ve izleri hala derin bir mahcubiyet ve hüzün
halinde hemen gözlemlenebiliyor.
Türkiye’de halk ile 68’liler arasındaki roman destansı bir
boyuta ulaştı; bu ilk etaptı, 1966-68 yıllarına tekabül eder. 1968-71
yıllarındaki ikinci etabın başlangıcında, artık yöntem, analiz, strateji
sorunlarıyla iştigal edilmeye başlandı.
Yüzyüze ve yerinde iletişim, en sevdikleri yöntemdi.
Yalansız, riyasız, sıcak ve karşı tarafa değerli olduğunu duyumsatan iletişimi
başarıyla gerçekleştirdiler.Giderek hız kazanan ve dalga dalga yayılan kitlesel
politizasyon, taleplerin sınıfsal temelli radikalleşmesiyle, sistemi
sorgulamaya ve sarsmaya başlamıştı.
68 her ülkede enternasyonalist nitelikte idi. Türkiye’de de
öyle. Sinan’lar Muş / Varto depreminde depremzedelere yardım için, yerle bir
olmuş 2.500 kişinin öldüğü ilçeye koşarken, Vietnam’a destek geceleri de tertip
ediyorlardı.
Bir kitap kritiğidir bu yazı, 68 tartışması değil. Aslında
eşiğe geldim ve söylenecek çok şey de var, lakin yeri burası değil ve yazının
konusu nedeniyle girmiyorum detaya.Burada saydıklarım ve sayamadıklarımla
birike birike 68’e gelindi.
68, gezegenimizin her yanında, rüzgara ve akıntıya karşı,
hemen hemen eş oranda gözleri kamaştıran evrensel bir ışık patlamasıdır,
diyebilirim.
Nasıl mı?
İşte böyle:
Empoze edildiği gibi Paris, Londra, San Fransisko, Berlin’le
sınırlı da değil; Buenos Aries, İstanbul, Prag, Tokyo, Kahire, Katmandu’da da o
ışık infilakının huzmeleri, kapitalizmin müsebbibi olduğu pus ve gölgeyi
dağıttı. Bir gökkuşağı güzelliğiyle, sevgi şelalesi halinde, neşe ve coşkuyla
dünyayı değiştirme çağrısını yaptı. Köhnemiş, mütevekkil sessizlik ve tenhalığa
karşı şenlikli, marşlı, sloganlı, şarkılı, kalabalık ve coşkulu mitinglerle bir
karşı çıkıştı 68.
Menşei Fransa 68 mayısı olan şu söz, ironisiyle tipik bir 68
sloganıdır:
“Arkadaş sen 20
yaşındasın sendikan 100 yaşında”
Genç insanlar, toplumu genç olmaya çağırdılar. Sartre bile
ağzında piposuyla aralarına katılıp bildiri dağıttı. Ağır mollalar; Foucault,
Deleuze, Horkheimer, Adorno, Marcuse,Habermas, Fromm, Laclau, Mandel, Godard…
Bu gençleşme çağrısına duyarsız kalamadılar. Entelektüel manada, adeta ikinci
baharlarını yaşadılar.
Kendilerini ifade ederken o güne kadar işitilmemiş bir dille
dikkat çektiler.
Akıl kadar gönüllere de hitap eden bir dil ve sesti bu.Sesin
sahibi, aynı zamanda, eylemci kolektif özne, idi. O zamana kadar, siyasette,
akıl ve duygunun, görülmemiş dengesini mükemmel bir ustalıkla
tutturulabildiler.
Beatles’tan John Lennon’ın oğlu, Julian Lennon, bu yazıya
başlamışken, paylaştığı aşağıdaki illüstrasyonla, Türkiye 68’inin özgül yanını
doğru anlatabilme kaygımı giderdi.
Bu illüstrasyondaki
kişiyi Sinan Cemgil olarak kabul edebiliriz.
Üzerinden elli yıl geçmiş olmasına rağmen, hala gerçek
manada ve tarihsel öneminin gerektirdiği gibi tartışılmamış olan, Batı ile
Türkiye 68’inin benzerlikleri ve farklılıkları mevzusuna, eşik atlatacak
tespitler, şu sözlerle yapılıyor kitapta:
“Türkiye’de de elbette kendine özgü oldu.Zaten Türkiye’nin
tarihinden gelen bir gençlik orijinalitesi vardı: Bir sınıf adına davranma
geleneği tarihten gelmekteydi… Prolearya aydınları ve ordu gençliği 27 mayıs
1960 öncesi çoktan halk sınıf ve tabakaları adına öne atılmışlardı.Denebilir ki
insanlığın gençlik çağına Türkiye belki de en önce girenlerdendi. Ve dünyada
1968 gençlik olayları daha başlamadan, Türkiye’de başlamıştı.Üniversite
gençliği 27 mayıs öncesi ölüler vererek geleneği sürdürdüğünü gösteriyordu.”Syf:78
Hayat Bir Düştür. İspanyol, 17.YY Altın Çağ yazarlarından
Pedro la Barca’nın ünlü eserinin adı… Bu düşü, sadece bir buçuk yıl yaşayabilen
Sinan – Şirin Cemgil çiftinin, düş gibi yaşadıkları hayat ve o büyülü aşkları
Sinan’ın toprağa verilmesi ile birlikte, somuttan soyuta boyut değiştirir.
Şirin, üç ve yedi haziran 1971 tarihli mektuplarında, üç gün evvel defnedilen
sevgili Sinan’ına şöyle seslenir:
“Sevdiğim, bitanem seni ellerimle gömdüm…
SİNAN’ım
Delirmekle delirmemek arasında kıl payı var…Ah canım
.Bitanem. İyice bir yalnız kalsam da böğüre böğüre ağlasam. Kendimi duvarlara
çarpsam.Bugün sen öleli 8 gün oluyor…Senden ayrı kalmanın dayanılmaz bir yanı
varken, ölmüş olmana nasıl dayanırım .”syf:62
Ama 9 Ağustos 1971 tarihinde yazdığı mektubunda, yani
Sinan’ın toprağa verilişinin üzerinden henüz iki ay geçmişken, ultra bönlükler,
zaten dağlanmış kalbini bin beter kırmış Şirin’in:
“Sinancığım,
Günler geçiyor…Ağustos’a geldik de geçiyoruz işte…Bir de sensizliğe
ilave başka üzüntüler peşimi bırakmıyor…Mesela sen vurulduktan sonra da benim
seni pasifize ettiğim üstüne dedikodular ediliyor…Ben seni pasifize etmişim
Sinancım…Şu işe bak sevdiğim…şu hakarete bak.”Syf:66
Yaşadıkları yetmiyormuş gibi bir de sürgünlüğü başlar Şirin
Cemgil’in. Kiracı olarak ev aramalar, sıkış tıkış küçücük konutlarda süren
hayatın ilginç sürprizlerini de yaşamış.
“Yeni ev sahibim… İlk görüşte gözü beni tutmuştu.Zaten
yabacılara,özellikle de Türklere karşı bir sempatisi vardı.Bu sempatinin
nedenini daha sonra öğrenecektim ve neredeyse küçük dilimi yutacaktım.”syf: 25
Merakımızı Taylan gideriyor ki, ben de dilimi yutacak gibi
oldum.
“Mektubunda anlattığın tesadüf, ev sahibesi kadının, Oğuz
Atay’ın Bir Bilim Adamının Romanı’nda anlattığı Mustafa İnan’ın eski sevgilisi
olması…”syf:27
Fakat kitabın en ilginç şahsiyeti Marlon Kemal lakaplı,
yıllanmış Hukuk öğrencisi.Okuyunca, hüzün insanı terk ediyor. Ama Marlon
Kemal’in akıbetine gelince, hazan çölü içine alıyor okuyucuyu.
Kapitalist sömürünün gelecekteki kadroları olmayı reddeden
68’liler, yeni bir tarihsel dönemin başladığını gösterdiler. Bu dönem
zannedildiği gibi kapanmamıştır.
İyi niyetle de olsa; artık hayatta olmayan insanları
çiçeklerden oluşmuş bir çığın altında gömmek cürmünün sık işleniyor olmasına
karşı kişisel bir karşı koyuştur, bu ve bundan önceki yazılarım.
Amaç bir Requiem korosu oluşturmak değil.
Başlatılmış yeni dönemin artık geri kapatılması mümkün
olmayacak şekilde kapılarını açan Sinan, Şirin ve iyi bilinen diğer insanların
bir gelecek tahayyülleri vardı.Hayal gücü öz enerjiyi sürekli üretmekte idi.Çok
çalıştılar.Bizler, sizler hepimiz için…
Elli yıl evvel topluma ve bu ülkeye haykırdılar: 101 tane üs
ve tesisi, yirmi bin personeli ile ABD, ülkemizi işgal etmiş vaziyettedir.
“Solcuların nefes alış verişlerini bile dinliyoruz”(syf.262 ), diyen dönemin
içişleri bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, bir demeçle ikrar buyurdu ki “CIA
altımızı oyuyormuş, haberimiz olmamış.”
Şimdi çok şey mi değişti. Ama elli yıl önceki ABD karşıtı
söylemi, vatan hainliği, Rus uşaklığı ile yaftalamaya kalkanların, elli yıl
sonra 68’in ABD karşıtlığını ancak idrak edebilmiş olmaları, istihza ile
izleniyordur.
68 sloganı ile Sinança yazısını –şimdilik-burada
noktalayalım.
Tahayyül edemeyenler nelerden mahrum kaldıklarını
bilemezler.
(Murat Bjeduğ-T24)
(Murat Bjeduğ-T24)