"Firariyken Haluk Kırcı'nın nikâh tanıklığını yapan eski vali, emniyet müdürü, Adalet ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ın yine firari olan Abdullah Çatlı'ya kendi imzasıyla ruhsatlar, belgeler verdiğini de listeye ekleyin.
Katiller serbest, yazarlar, gazeteciler hep mahkûm bu ülkede. Dün de öyleydi, bugün de öyle. Dün, sadece kitapları ve görüşleri nedeniyle misal İsmail Beşikçi'yi yaklaşık 17,5 yıl hapseden devlet, aynı fikri takibin izinde bugün onlarca gazeteci ve yazarı terör iddiasıyla hapsediyor"
Türk diplomatı öldüren terörist ABD'de 35 yıl hapsedildi; ya
bizim katillerimiz?
Türkiye; devletiyle, o devlete hakim kültürüyle, sistemi ve
insanıyla başkalarının dersinden sınıf geçmeye düşkün bir ülke. Kendisinde
yüzleşmediği gerçekler için başkalarını paylamak, başkalarının günahlarıyla
iyileşeceğini sanmak, kendisinde aramadığı cevapların sorularını başkalarına
sormak gibi şaşkınlıklarla kendimize âşığız.
Abdi İpekçi, Türkiye basın tarihine geçen yeniliklerle
tekrar hayata geçirdiği Milliyet'i yönetirken öldürüldü. Tam 38 yıl önce, 1
Şubat 1979'da öldürüldüğünde 50 yaşındaydı. Bu seneki ölüm yıldönümü,
Türkiye'de tepkilere neden olan ABD'deki bir tahliye kararının ertesine
rastladı.
28 Ocak 1982 tarihinde Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu
Kemal Arıkan’ı katleden terörist Hampig Sasunyan, yaklaşık 35 yıl cezaevinde
yattıktan sonra 14 Aralık 2016 tarihinde California'daki mahkemede şartlı
olarak tahliye edilmesine karar verildi.
Medya "ABD'nin terörist katili serbest
bıraktığını" yazdı, Dışişleri Bakanlığı "kuvvetle kınadığı talihsiz
kararın teröre karşı mücadele ruhuyla bağdaşmadığını" yazılı olarak
açıkladı.
Türkiye, görevi başında katledilen diplomatı için haklı bir
tepkiyi dile getiriyordu. Ancak bu tepkiyi izlerken, yakın tarihimizde
katledilen gazetecileri, yazarları ve gençleri için Türkiye'nin nasıl bir
"adalet" inşa ettiğini düşünmeden yapabilir misiniz?
Misal; Sabahattin Ali'yi, Abdi İpekçi'yi, Ankara
Bahçelievler'de yedi TİP'li genci hunharca öldüren katillerin hepsinin
cezaevinde kaldıkları toplam sürenin, Kemal Arıkan'ı katleden teröristin ABD'de
hapsedildiği süreyi bulmadığını hatırlamadan edebilir misiniz?
Sırasıyla hatırlayalım...
Sabahattin Ali'nin katiline özgürlük!
Hikâyeleri, romanları, şiirleriyle Türkiye edebiyatında
unutulmaz izler bırakan Sabahattin Ali, 69 yıl önce, 2 Nisan 1948'de
öldürüldüğünde 41 yaşındaydı.
Soruşturmalar, davalar, tutuklamalarla geçen hayattan
yorulmuştu. Ülkesinden kaçmaya karar verdi. 1948'de satın aldığı kamyonla
gittiği Kırklareli bölgesinde yurt
dışına kaçma girişiminde bulundu. Cesedi 16 Haziran 1948'de
Kırklareli'nin Sazara köyü yakınlarında bulundu. Cinayet aylar sonra kamuoyuna
duyuruldu ve 12 Ocak 1949'da Ali Ertekin tarafından öldürüldüğü açıklandı.
Ertekin, inzibat başçavuşuyken “silah çaldığı” gerekçesiyle
ordudan atılan bir astsubaydı. Ordudan atılmasının ardından bir süre
inşaatlarda çalıştığını söyledikten sonra aldığı görevi şöyle açıkladı:
“Sonra Milli Emniyet'te bana vazife verdiler!”
Ertekin, daha sonra “Sabahattin Ali Olayı” kitabının yazarı
Kemal Bayram Çukurkavaklı'ya Milli Emniyet tarafından kendisine verilen
vazifenin “Sultanahmet'te yatan komünistlerle ahbaplık kurmak” olduğunu
söyleyecekti.
Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesi'nde 30 Nisan 1949'da başlayan
yargılama 15 Ekim 1950'de sona erdi. “Cinayeti milli duygularla işledim” diyen
Ertekin için mahkemenin “Türk Milleti adına” açıkladığı ceza 4 (yazıyla dört)
yıl oldu!
Peki Ertekin 4 yıl cezaevinde yattı mı?
Hayır, aynı yıl çıkarılan af yasasından yararlandırıldı!
Soruşturmalar, davalar, tutuklamalarla geçen 41 yıllık
yaşamına iki şiir kitabı (Dağlar ve Rüzgâr, Kurbağanın Serenadı), beş öykü
kitabı (Değirmen, Kağnı, Ses, Yeni Dünya, Sırça Köşk), üç roman (Kuyucaklı
Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna) ve beş çeviri sığdıran, önemli
bir bölümü edebi değer taşıyan yüzlerce mektup bırakan Türkçe'nin en büyük
seslerinden Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eden katili, devlet
"milli duygular koalsiyonu"yla serbest bıraktı!
Bahçelievler'de katledilen yedi gencin katilleri dışarda
Tarih, 9 Ekim 1978. Yer; Ankara'da Bahçelievler semti.
Ülkücülerin “Reis”i Abdullah Çatlı'nın yaptığı plan akşam saatlerinde
yürürlüktedir. Ekip, bölgeyi iyi bilmektedir. Zira, ülkücülerin “İdi Amin”i
Haluk Kırcı, eylemden önce Bahçelievler'de keşif yapmıştır.
Ekip, 9 Ekim 1978 akşamı Bahçelievler 15. Sokak'taki 56
numaralı apartmanın önündedir. Hedef, 2 numaralı dairedir. Evet, 56 / 2. Bu
numaradan koyarlar yapacakları işin adını: 5-6-2 / Tamam Reis!
Kırcı kapıya gizlice kulak verir, içerde en az birkaç kişi olduğunu
rapor eder. Eyleme geçilmesine karar verilir. Ercüment Gedikli “Dadaş
Kahvesi”ne giderek destek için Ömer Özcan ve Duran Demirkan'ı bulur. Saat 22:00
sıralarında 56. Sokak'a geri dönülür. Demirkan sokakta, Özcan apartmanın önünde
“gözcü” olarak bırakılır.
“Reis” Çatlı da sokakta otomobilinin içinde beklemektedir.
Haluk Kırcı, Ercüment Gedikli, Mahmut Korkmaz ve Kürşat Poyraz gizlice
apartmana girerler. 2 numaralı dairenin kapısında silahlarını çekip, zili
çalarlar. Birazdan aralanan kapıya yüklenip silahlarıyla içeri girerler.
Evde, hepsi Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi olan 5 üniversite
öğrencisi vardır. Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü
öğrencisi Serdar Alten (23), Ankara Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi
öğrencisiHürcan Gürses (26), Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi
Gazetecilik Bölümü öğrencisi Efraim Ezgin (23), Hacettepe Üniversitesi
İstatistik Bölümü öğrencileri Latif Can (20) Osman Nuri Uzunlar (20).
Öğrencilerin ellerini arkadan bağlayıp, yüzüstü yere
yatırırlar. Ancak evdekilerin sayısı tahmin ettiklerinden çok olunca Çatlı'ya
danışmaya karar verirler. “Bekleyin” der Çatlı ve birazdan elinde eter ve
pamukla gelir. Öğrencileri, önce eter koklatarak bayıltırlar.
Bu sırada kapı çalınır. Zili çalanlar, yine TİP üyesi olan
öğrenciler Faruk Erzanve Salih Gevence'dir, arkadaşlarını ziyarete gelmişlerdir.
Onlar da içeri alınır. İki-üç “komünist”i temizlemek için girdikleri evdeki
öğrenci sayısı 7'ye çıkmıştır!
Yine Çatlı'ya danışırlar. Çatlı'dan gelen talimat üzerine
son gelen iki öğrenci, dışarıda bekleyen otomobile bindirilir. Yanlarına da Haluk
Kırcı ile Kürşat Poyraz oturur. Farları yakılmayan araç Eskişehir yoluna doğru
hareket eder ve bir süre sonra bir tarlanın yanında durur. Faruk Erzan ve Salih
Gevence araçtan indirilir, 500 metre kadar tarlanın içine götürülür. Kırcı ve
Poyraz silahlarını çekip, biraz önce arkadaşlarını ziyarete gelmiş iki genci,
kafalarına ateş ederek öldürürler.
Ardından Bahçelievler'e dönerler. Plana göre evde
bayıltılmış olanlar da ikişer ikişer Eskişehir yoluna götürülecektir. Önce
yavaş yavaş uyanmaya başlayan Serdar Alten'i otomobile taşırlar. Ancak o sırada
yoldan geçen bir polis aracı Çatlı'yı kuşkulandırır. Acaba, tarlada
öldürdükleri iki öğrencinin cesedi mi bulunmuştur?
Bu kuşku üzerine Çatlı plan değiştirir, infaz evin içinde
yapılacaktır. Aralarında nasıl yapılacağını tartışırlar. Pratik öneri Haluk
Kırcı'dan gelir. Bayıltılanlardan Osman Nuri Uzunlar'ı mutfağa götürür tel
askıyla boğmaya çalışır. Ama hemen ölmez delikanlı, bu kez yüzüne var gücüyle
havluyla bastırır ve boğar Kırcı.
Geride dört genç daha vardır ve boğma işi biraz uzun
sürmektedir. Bu kez Kırcı plan değiştirir. Tarladaki cinayette kullanılan
silahı alır, ardından “Siz dışarı çıkın” der üç tetikçi arkadaşına. Ve odaya
dönüp, elleri arkadan bağlı dört öğrenciye ateş açar.
Evlerinde televizyon izleyen 5 öğrenci ile onları ziyarete
gelen 2 arkadaşları hunharca katledilmiştir! Abdullah Çatlı otomobille binanın
önüne gelir ve hep birlikte uzaklaşırlar.
Karşı binada oturan ve silah seslerini duyan iki polis,
kapısını kırarak girdikleri dairede vahşetle karşılaşırlar. Ancak, gençlerden
Serdar Alten ölmemiştir. Saldırganları tarif eder ve Hacettepe Tıp Fakültesi'ne
kaldırılır.
Ekip, haberlerden bir kişinin ölmediğini duyunca Ankara'yı
terk etmeye karar verir. Çatlı, memleketi Nevşehir'e, Kırcı da memleketi
Erzurum'a gider. Bu arada ağır yaralı olan Alten savcıya ifade verir.
Ülkücülerin saldırdığını, “Reis” diye hitap edilen biri olduğunu “34 PD”
plakalı bir araca bindirildiğini anlatır. Alten 8 gün dayanacak ve o da 17 Ekim
1978'de hayatını kaybedecektir.
Polis önce aracı bulamaz. Ancak Nevşehir-Avanos yolundaki
bir akaryakıt istasyonunda yapılan bir ihbar sonucu “34 PD 137” plakalı araç
bulunur. Ancak 34 rakamı, aslında “06” olan plakanın üzerine kartonla
yapıştırılmıştır. Nihayet, aslında “06 PD 137” olarak tespit edilen gerçek
plaka, ülkücü Mustafa Mit'e ait çıkar!
Mustafa Mit, askeri savcı Enis Tunga'ya, aracın örgüt için
alındığını ve (Ülkü Ocakları Derneği Genel Başkanı) Muhsin Yazıcıoğlu ile
(yardımcısı)Abdullah Çatlı'nın kullanımına verildiğini anlatır.
Abdullah Çatlı 8 Kasım 1978'de Adapazarı'nda yakalanır, ama
Ankara değil, İstanbul Emniyeti'ne götürülür ve orada itinayla serbest
bırakılır!
Bazılarını Kahramanmaraş katliamında da gördüğümüz bu
katiller izleyen yıllarda “kahraman” olarak da anıldı bu ülkede. İki kişi hiç yakalanmadı. Abdullah Çatlı,
devletin emin adamı olarak çalışırken, 3 Kasım 1996'da Susurluk'taki meşhur
trafik kazasında, yanındaki emniyet müdürü Hüseyin Kocadağ ile birlikte
hayatını kaybeder. Çatlı, sözde aranmaktadır, ama yanında sadece emniyet müdürü
değil, o sırada iktidarda olan DYP'nin Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak da
bulunmaktadır. Kaza yapan araç da, Şanlıurfa'da “korucubaşı” olarak bilinen
Bucak'ındır.
İdi Amin, yani Haluk Kırcı ise, sözüm ona idama mahkûm edilir,
ama iki kez “yanlışlıkla” tahliye edilir! O yanlış tahliyenin ardından
aranırken, yani firardayken Erzurum'da düğün yapar. Firari katilin nikâh
tanığı, o sırada Erzurum Valisi olan Mehmet Ağar'dır!
Yıllar sonra, 1999'da yakalanan zanlılardan Ünal Osmanağaoğluve
Bünyamin Adanalı, "3. Yargı Paketi" olarak bilinen infaz indirimi/af
indirimi düzenlemesinin ardından, Temmuz 2012'de serbest bırakıldı. Evet, yedi
genç için yedişer kez ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildiler ve
bırakıldılar.
Peki sonuç?
Katledilen TİP'li gencin ailelerinin yanında davalara
müdahil avukat Erşen Sansal'ın ifadesiyle; "Derin devlet hâlâ adamlarına
sahip çıkıyor... 7 kişiyi öldürdüler. Her bir kişi için yaklaşık 2 yıl
cezaevinde kaldılar..."
İpekçi cinayetine 10 yıl!
Ve Abdi İpekçi...
İpekçi, 1 Şubat 1979'da, İstanbul'da evine giderken ülkücü
Mehmet Ali Ağca'nın düzenlediği silahlı saldırıda katledildi. Ağca, cinayetten
yaklaşık beş ay sonra, 25 Haziran 1979’da yakalandı. Dönemin Sıkıyönetim Askeri
SavcısıAhmet Koç, yıllar sonra, 2010'da, NTV'de Can Dündar'ın sorularını
yanıtlarken "polis yakalandıktan sonra katilin evini aramak için iki hafta
bekledi, üzerinden çıkan adres ve telefonları tam 1,5 ay boyunca
araştırmadı" açıklamasını yaptı.
Sıkıyönetim Komutanlığı da, polisin istediği ek sorgu
süresini vermeyi uygun bulmadı. Dönemin İstanbul Sıkıyönetim Komutanı emekli
orgeneral Necdet Üruğ da aynı programda, "polisin ek süre istediği zamana
kadar verilen süreyi zaten değerlendirmediğinin görüldüğünü, polisteki ideolojik
kamplaşmanın tetikçinin kaçırılmasına neden olabilir düşüncesiyle sorgu için
talep edilen ek süreyi vermediklerini" açıkladı.
Peki ne oldu?
Tetikçi Ağca “polisin elinden kaçmasın” diye götürüldüğü
Maltepe Askeri Cezaevi’nden, yakalandıktan tam 128 gün sonra, 25 Kasım 1979’da
asker yardımıyla kaçırıldı! O sırada Maltepe Cezaevi’nde askerliğini yapan er
Bünyamin Yılmaz, CNN Türk'te Rıdvan Akar'ın sorularını yanıtlarken “Ağca’yı
kaçırmam için bana emir verildi. Oral Çelik'in verdiği para ve silahları cezaevinde
Ağca'ya teslim ettim. Onu asker elbisesi giydirerek kaçırdım” dedi.
Gıyabında yapılan yargılamadan sonra Ağca önce idam cezasına
çarptırıldı. İdam cezası daha sonra ağırlaştırılmış müebbete çevrildi, gasp
suçları da cinayet suçuyla içtima edilerek bu sürenin içine kondu.
Ancak müebbet hapis cezaları, “Rahşan affı” olarak bilinen
düzenlemeyle 10 yıla indirildi. Böylece Ağca'nın cinayet ve gasp suçları için
yatacağı süre de 10 yıla düşürülmüş oldu!
Ağca, cezaevinden ve Türkiye’den kaçırıldıktan sonra Papa
II. Jean Paul’e suikast girişiminde bulunma suçundan İtalya'da 19 yıl 1 ay cezaevinde tutuldu ve
14 Haziran 2000'de Türkiye'ye iade edildi. Ancak İtalya'da yattığı süre
Türkiye'de zaten 10 yıla indirilmiş bulunan cezasından düşüldü ve Ağca bütün dünyayı
şaşırtan bir kararla 12 Ocak 2006'da tahliye edildi! “Yanlışlıkla” tahliye
edilen ilk ülkücü katil Ağca değildi! Yapılan itirazın ardından “yanlışlık”
yapıldığı kararına varıldı ve serbest bırakılan Ağca 8 gün sonra cezaevine
döndü ve 18 Ocak 2010'da tahliye edildi.
Böylece, İtalya’da yaralama nedeniyle 19 yıl 1 ay hapsedilen
Ağca'nın, Türkiye’de İpekçi suikasti ve gasp suçları için sadece 10 yıl
cezaevinde kalması yeterli görülmüştü. Araya bir de yanlış tahliye
sokuşturularak!
Milli duygular örgütü!
Bahçelievler katliamı ve İpekçi cinayetini planlayan ve icra
edenlerin yollarının nasıl kesiştiğini, devletteki irtibatlarını izlerseniz,
Sabahattin Ali'yi öldürdükten sonra serbest bırakılan Ali Ertekin'den beri
"Milli duygular" örgütünün üzerinde nasıl güneş batmadığını
görürsünüz.
Özetleyelim...
İpekçi'nin katili Ağca'nın Maltepe Askeri Cezaevi'nden asker
desteğiyle kaçırılmasının ardından İstanbul'da saklandığı ev Abdullah Çatlı'ya
aitti. Ağca, daha sonra Çatlı'nın memleketi Nevşehir'e gönderildi.
O sırada, sonradan Susurluk skandalı ve Ergenekon çetesi
kahramanı olan, eski Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin'in de Nevşehir
Emniyeti'nde çalışmaktadır.
İki hafta önce, 24 Ocak'ta 24. ölüm yıldönümünde andığımız
katledilen gazeteci Uğur Mumcu ortaya çıkarmıştı ki; Abdullah Çatlı, Mehmet Ali
Ağca, Mehmet Şener ve Haziran 1980'de CHP Nevşehir İl Başkanı avukat Mehmet
Zeki Tekiner'i öldürmekten hüküm giyen Ömer Ay Nevşehir Emniyet Müdürlüğü'nden
aldıkları sahte pasaportlarla yurt dışına çıkmışlardı. Papa'ya suikast girişimi
sırasında Ağca'nın yanında olan isim de, Ömer Ay'dı.
Katiller için sahte pasaport matbaası gibi çalışan Nevşehir
Emniyeti'nin pasaport bölümünde bir süre sonra yangın çıkacak, bütün evrak yok
olacaktı.
Malum, daha sonra, devlet görevlisi-siyaset-mafya
ilişkilerini ortaya döken Susurluk skandalının ardından, emniyetin sözüm ona
aradığı Abdullah Çatlı'nın, Emniyet Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin
ile halay çekerken fotoğrafları ortaya çıktı. Halayda, "kumarhaneler
kralı" olarak bilinenÖmer Lütfü Topal'ın öldürülmesine karışan özel
harekâtçı polisler de poz vermiş.
Firariyken Haluk Kırcı'nın nikâh tanıklığını yapan eski
vali, emniyet müdürü, Adalet ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ın yine firari olan
Abdullah Çatlı'ya kendi imzasıyla ruhsatlar, belgeler verdiğini de listeye
ekleyin.
Katiller serbest, yazarlar, gazeteciler hep mahkûm bu
ülkede. Dün de öyleydi, bugün de öyle. Dün, sadece kitapları ve görüşleri
nedeniyle misal İsmail Beşikçi'yi yaklaşık 17,5 yıl hapseden devlet, aynı fikri
takibin izinde bugün onlarca gazeteci ve
yazarı terör iddiasıyla hapsediyor.
Velhasıl; Sabahattin Ali'nin, yedi TİP'li gencin, Abdi
İpekçi'nin katillerinin tamamının cezaevinde geçirdikleri toplam süre, ABD'nin
Türk diplomat Arıkan'ı katleden teröristi hapsettiği süreyi bulmadı bu ülkede!
Evet, hatırlayalım.
Öldürülen insanların anısına; ayları, günleri değil saatleri
sayarak ömür tüketen yakınlarının acısına; katledilen adalet duygusuna hürmet
için...
Hiç olmazsa unutmayalım... (DOĞAN AKIN – T24)