ANNEANNE DİLİ “GİRİTÇE”
Çocukluğunuz hiç Türkçe bilmeyen bir anneanne ile geçtiyse
dil labirentine dalmışsınızdır. Ve onun konuştuğu büyülü -mâni söyler gibi-
dili kapmışsınızdır. Çocuklar çabuk öğrenir derler, ‘lisan’ı ne zaman
öğrendiğinizi anlamazsınız bile… dili çabuk döner çocukların… tadı vardır
dilin, çabuk alırsınız tadını… Anneannem gibi Giritçe konuşuyordum. “Çezza (ya
şimdi?). “çe eda” τσε εδα ‘şimdi ne yapacağım?” anlamında. Beni çok etkilerdi
bu sözcük, çünkü anneannemin telâşa kapıldığının işaretiydi.
İnsan değiş tokuşu
Mübadele ile gelmişlerdi Girit’ten, 1923 Lozan Antlaşması
gereği. Üçer ay aralarla taksim edildikleri, üç gün üç gece süren gemi
yolculuğu[1] sonunda çoğunlukla Ege kıyılarına yerleştirilmişti Giritliler;
Marmara ve Akdeniz’e de. Ayvalık, Edremit, İzmir, Kuşadası, Aydın, Bursa,
Mudanya, Trilye, Mersin, Antalya, Side… bir kısmı Ankara’ya dek uzanmıştı.
Türkiye’de yaşayan son Giritliler olarak adlandırabileceğimiz bu ailelerin
büyük bir bölümü bugün Ayvalık’ın Cunda adasında yaşıyor (5000 kişi).
“Bir adadan bir adaya, nereden nereye… Lozan antlaşması
sonucundaki Nüfus Mübadelesi ile Yunanistan’dan Türkiye’ye beş yüz bin
Müslüman-Türk’ün geldiğini, Anadolu’dan Yunanistan’a ise bir buçuk milyon
Hıristiyan Ortodoks Rum Yunan’ın gittiğini belirtiyor birçok kaynak.”
‘Saçis sardeles pedimou mas stivyasane’
Benim ailem de bu Giritlilerden. Girit Adası’nın Resmo
(Rethimno) kentinden gelmişlerdi, merkezinden ve Erfus (bugünkü adı ile Erfi )
köyünden. Anneannem, babaannem, dedelerim, babam ve amcam, hepsi Girit- Resmo
doğumlu. Nikos Xylouris’in “şila mirya kimata makriya[2] (bin mil uzakta
Ayvalık)” şarkısında söylediği gibi Ayvalık- Cunda adasına yerleştirilmişlerdi.
Annem Türkiye’de doğuyor, ikinci kuşak. Dolayısıyla ben üçüncü kuşağı temsil
etmekteyim. Cunda’da doğup büyüdüm.
Adada geçen çocukluğumdan bugüne Giritçe’den dem vuracağım.
Ancak hayatımı derinden etkileyen portre anneannem olduğu ve dili ondan öğrenip
büyüttüğüm için anılarım ona dayalı. Derdi ki “Saçis sardeles pedimou mas
stivyasane (Bizi sardalyeler gibi üst üste dizmişlerdi yavrum) …” Delip geçen
rüzgâr ve yolculuk şartlarının yetersizliğinden dem vurarak. Astımı da o ‘büyük
yolculuk’ sırasında kapmış…
“ Gel yavrum, sana bir mâni söyleyeyim…”
Giritçe ninniler ve mânilerle büyüdüm. Girit diyalektinin
zenginliğini ‘madinades’ler ele verir diyor dilbilimciler. Biz sözlü tarih
üzerinden yürüyeceğiz.
“Padermi Kriti”- Körolası Girit” sözcükleri çalınırdı
kulağıma sık sık… viran Girit anlamında. Onlardan dinlediğim Girit anılarını,
mânileri, şarkıları, destanları belleğime kazırdım. O nedenle olsa gerek
dudaklarından döküldüğü gibi bugüne taşıdım.
İlk duyduğum Giritçe ninni:
dapsin dapsin dapsin da çi mana du den i ba
dap sin dapsin dapsin da (annesi de yok burada )
Çe haroto çe haroto to ğliko mu zaharoto
Çe harino harin na şi panda du naz i çe naşi
Ve sevincim/ benim tatlı şekerim
Hep sevinçli/ uzun ömürlü ve varlıklı olsun/
Bir de dillerden düşmeyen anneanne ve dedemin şarkısı:
Oso varun ta sidera of aman aman
Varun ta mavra ruha
Opu ta foresa çe ğo of aman aman
Ya miyan ağapi pu iha
Ne denli ağırsa demirler/ of aman aman
Ağırdır siyah giysiler
Ben de giydim onları bir zaman of aman aman
Bir sevda uğruna aman aman
“Madinades” lerin yeri başka… konuşmak bir tür mânilerle
atışmaktı Giritliler arasında.
Mâniler ki savaşta, acıda, sevinçte, yoklukta, varlıkta… bir
aşk mı doğdu, bir evlilik mi oldu ya da bir ölüm, Giritliler’in yaşam
biçimiydi.
“Ela pedimu na su po mya madinada” derdi anneannem, -gel
yavrum sana bir mâni söyleyeyim.
Den ime’ğo na trağudo
Ute nero na pino
Sena spilari skotino
Ta dakryamu na şino
Ben ne şarkı söylemek
Ne de su içmek için varım
Ben karanlık bir mağarada
Gözyaşı dökmek için varım
Zeytin delicesi gibi incecik, simsiyah giysileriyle, hiç
belinden çıkarmadığı siyah önlüğü ve simsiyah yaşmağıyla gitmiyor gözümün
önünden bu bilge kadın. Hikâyesi olan kadınlardan…
Ah! Olgamu…
Mübadele öncesi Girit’te, katliam gecelerinden birinde
dedesini bir Rum vurmuş fakat yine bir Rum tarafından kurtarılmıştı. Bu hikâye
beni derinden etkilemiştir:
“Girit’in Rethino kentinde Erfus[3] köyünde doğdum. Cunda’ya
geldiğimde 18 yaşındaydım. Millî mücadele sırasında Olga bir gece bize gelip,
“mübadele olacak, kurtulacaksınız” haberini getirinceye kadar her şeyi
hatırlıyorum. “Ah! Olgamu -unutamadığı arkadaşıydı Olga-. Hiç unutmam, İngiliz
kuşatmasında 63 gün muhasara altında kaldık. 18 bin Yunan askerine karşılık,
700 Türk askeri çarpışmıştı. Ama Türkler teslim olmadılar. O günlerde bir Cuma
gecesinin kana bulandığını gördüm. “Sfayi pedimu sfayi (katliam evladım
katliam)”. İşte o gece eve kapanıp (esfalihtikamene sto spiti), ışıkları
söndürüp (çe de vğanamene ahna) nefes almaksızın sessizce silah seslerinin
bitmesini beklerken, bahçe kapısında bir inleme sesi duyduk. Usulca ne var diye
baktığımızda dedemi bir eşeğin üstünde, boynu kesilmiş ve yana sarkmış bir
biçimde bulduk. Ölü zannettik. Zor nefes alıyordu. Onu bir Rum’un bu hale
getirdiğini, bir ağacın altına sürükleyip kaçtığını; ancak kısa bir süre sonra
“Mula brayimi esi se (Molla İbrahim sen misin?)” diye bir diğer Rum arkadaşının
oradan alıp eşeğine bindirerek eve kadar getirdiğini, bahçe kapımıza bırakıp,
diğer Rumlar görmesin diye sessizce uzaklaştığını anlattı güç bela. Dedem
güçlükle kurtarıldı. Ve ona Rumlardan armağan ‘eğri bir boyunla” sürdürdü
yaşamını. Ama doğruyu söylemek gerekirse, Giritli Hıristiyanlarla, Giritli
Müslümanlar katliamların ardından ertesi sabah bir şey olmamış gibi
davranırlar, selamlaşırlardı. Ahh Olga, “öyle bir arkadaşım olmadı benim
burada”. Gözleri dolardı her anlatışında. Benimkiler de…
Giritli olmak…
Çekiverirdim onu ‘madinades’lere; “Ela da Kustulidena”- “Na
mu pis çamya madinada”
Gel buraya Kustulidena ( anneannemin lakabı), söyle bana bir
madinada.
Ahi pos ksehorizume
çaşçima tha me hasis
tha şisis mavra dakriya
oste name ksehasis”
Ah nasıl da ayrılıyoruz
Çirkince beni kaybedeceksin
Unutuncaya kadar beni
Simsiyah gözyaşları dökeceksin
Bu Girit mânilerini/koşuklarını dinlemeye doyum olmazdı.
Kırılmış, yanık bir sesle kendilerine özgü söyleyiş ve vurgularıyla
seslendirdikleri mânilerde Girit ‘dialekt’inin çarpıcı farklılığı çıkıyordu su
yüzüne. Madinadeslerde “K” κ-kapa- “Ç”oluyor; “I” lar “İ” oluyor ve
diyaloglarda da görülebileceği gibi Giritçede “ni” ‘ν` harfi baskın oluyordu.
“İndakanis” (Nasılsın?) gibi ikinci “n”de idi vurgu, böylece ele verirdiniz
Giritli olduğunuzu.
Ben ilkokul ve ortaokuldayken (1964-70 arası) öğretmenler
arkadaşlarıma soruyorlardı: “Giritli misin?”. Kayıyordu Türkçeleri. Bana
gelmezdi aynı soru, merak ederlerdi. Ailemin bir kolu baştan sona eczacı, baba
tarafım. “O speçieris”, “O Çazim bey’is”, “O dedoğlos”, “O kritikos”. Eczacı
Kazım Bey’in (Musa Kazım Ali İzbek, Girit mübadili ender eczacılardan) torunu
olarak da Türkçem pek iyi. Aslında dedem ayrı bir yazı konusu. Burada dedemden
bahsetmemin sebebi, ‘eczacı’nın Giritçesi olan ‘speçyeris’ sözcüğünü, yıllar
sonra Girit’te kullandığım zaman yerli halkın hop oturup hop kalktıklarını
hatırlamam. “Nereden biliyorsun bu sözcüğü, 150 yıl önceki sözcüklerden, biz
bile unuttuk” diyorlardı. Bu sözcükte de “ç” baskın.
Kazancakis’in kitaplarının handiyse tümü ve Ahmet Angın
çevirisi Türkçeleri daha çocukluğumda altüst etmişti beni. “O daskalos tis
Kritis” diyordu dedem, Girit’in öğretmeni… ‘Zorba’nın (yeşil bir taş buldum
atla gel!), ‘Kapetan Mihalis’in, ‘Günaha Son Çağrı’nın, ‘Çilekeş’in, ‘El
Greko’ya Mektuplar’ın v.s dev yazarı.
Den elpizo tipota den fovume tipota ime elefteros”
δεν ελπιζω τiποτα, δεν φοβουμε τiποτα, εiμαι ελεφτερος”:
Hiçbir şey umut etmiyorum
Hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm.
Giritli olmak böyle bir şey, “belaya hoş geldin demek”.
Mandalin kokusu…
Anneanneme dönüyorum yine…
–Den eşis pedimu ena groseriko? (Serin bir şeylerin yok mu
evladım?)
Serin şeyler meyve demekti. En çok salatalık, ama onun için
‘mantarinaçi’ yani bildiğimiz mandalina. “Bir mandalina soydum kokusunda seni
buldum” der ya Giritli Ludovikos, her mandalina soyuşumda anneannemin kokusu
vardır. Gelsin mandalinalar…
Ben: Pes mu eda ton Eretokrito -Girit Aşk destanı- (Hadi
Eretokritos’u söyle)
Anneannem: Ame (Hemen!)
Ezbere söylüyordu Venedik’ten Girit’e miras, Giritçe’yi
zenginleştiren Aretusa ile Eretokritos’un aşk destanını. Sıralanırdı mâniler:
Ya sena serno vasana
ya sena serno ponus
Ya sena mesti filaçi
Simera pende hroni”
Senin için çektiğim bu dert
Senin için bu acı
Senin için mahpusluğumun
Bugün beşinci yılı
Thimase Erotokrito, Pos isun nikoçiris
Çe isune çi mana mu çe isune ço çiris”
Hatırlıyor musun Erotokrite, evimin direğiydin
Hem annem hem de babamdın benim.
Ta mathes Aretusamu ta çenurya mantada
Ço çirisu me ksorise stis ksenityas ti strata”
Öğrendin mi Aretusacığım /yeni haberleri
Babanın beni sürgün ettiği yaban elleri
"Erotokritos… Giritli Vitsentzos Kornaros’un bu lirik destanı
Girit’in Venedik egemenlğinde olduğu 17. yüzyıla tarihleniyor. Girit’te
yönetimler değiştikçe destanın dili harmanlanıyor. İliada’yı dilimize ilk
kazandıran Giritli Prof. Dr. Ahmet Cevat Emre “İki Neslin Tarihi “adlı
yapıtında, ‘Erotokritos’ için “halk diliyle yazılmış çok acıklı bir aşk
destanıdır” der.
En güzel aşk itirafı…"
Kral, kızı Areti’yi sevdiği Erotokritos’a vermemiş.
Dadısıyla beraber bir zindana hapsetmiş. Bahtı kara kızcağız, hürriyetinden
mahrum, gönlü yaslı, gözleri yaşlı uzun zamanlar geçirmiş. Bir gün, yüzü siyah,
kılığı bambaşka bir genç gizlice -dadının hoşgörüsüyle- Arete’ye sevgilisinden
haber getiriyor: “Dağda ormanda dolaşırken, Erotokritos’a rastgeldim. Bir
aslanla pençeleşiyordu. Hemen okla, mızrakla yardımına koştum. Canavarı
kaçırdım. Lâkin zavallı genç yaralanmıştı. Yürekten ah! çekiyor, “Aretusa
(Areticik)” ismi dudaklarından ayrılmıyordu. Can çekişirken, şu yüzüğü çıkardı
verdi. “Aretusam’a götür” derken gözlerini yumdu.” Sonra, elleriyle mezarını
kazdığını; gömdüğünü anlatırken bahtı kara Aretusa düşer bayılır. Dadısıyla
yabancı adam ayıltırlar ve anlaşılır ki haberi getiren Erotokritos’un kendisi!
Sevgilisinin aşkını denemek için, yüzünü ot özüyle siyaha boyamış, kılığını
değiştirmişti.
İşte bu sevda Girit’te yıllardan beri, kuşaktan kuşağa,
kulaktan kulağa, ağızdan ağıza geçmişti. Anneannem bana yüz yıllar sonra
sıralıyordu Erotokritos’un dizelerini:
En güzel aşk itirafı… şimdiye değin görülmemiş.
Erotokritos: Parakalo thimu kala. Oti su leğo tora/ ke
oğliğora misevosu kevyeno apo ti hora/ çe as takso kakorizikos pos de sida
potemu/ mena çerin aftumenon ekratun çezvisemu/ ma opu çan pağoopu vretho çe
ton çero pu ziso/ tasosu ali na midomute nanadraniso
Yalvarırım, lütfen iyi anımsa sana şimdi söylediklerimi ve
erkenden gidiyorum senden, çıkıyorum memleketten/ Ve adıyorum ki zavallı ben
sanki asla görmemişim seni/ Ama yanan bir mum tutuyormuşum da sönüvermiş gibi/
Bil ki nereye gidersem gideyim nerde olursam olayım ve ne kadar yaşarsam
yaşayayım/söz veriyorum ne bir başkasına bakacağım/ ne de namertlik edeceğim.
Aretusa: Lipon mi valis loğizmo / seça dula na zisis/ des
aparnume eğo pote çe ute çesi mafisis kalia thanatos ekato tin ora thelo pari/
alos para Retokritos yineka nam e pari/
Aman böyle şeyler sokma aklına sen, yaşa!/ Hiçbir zaman
inkâr etmeyeceğim seni, ne de sen bırakacaksın beni/ Yüz ölüme razıyım
Erotokritos’tan başkasına varacağıma/
Çe vğaniapo to daktilitis omorfo daktilidi/ me dakriya çe
anastenağmus tu Retokritu to dini/ leyi tu”na ke valeto isto deksisu şeri/
simadi pos oste na zoise dikomu teri”
Ve çıkarır parmağından yüzüğünü ağlaya inleye, Eretokritos’a
verir. O’na der ki: Al bunu sağ eline tak ki işareti olsun, ölünceye kadar
senin eşinim.
Çe vğani apo to daktilitis/ t’omorfo daktilidi/ me dakriya
ç’anastenağmus/ tu Retokritu do dini/ Na çe valeto sto deksisu şeri/ simadi pos
oste nazo ise dikomu teri/ço kozmos na tok seri”
Ve çıkarıp yüzüğünü o güzel parmağından/ gözyaşları ve iç
çekişleri ile Retokrito’ya verir” Al ve bunu sağ eline tak/işareti olsun ki
senden başka eşim yok yaşadıkça/ ve bütün dünya bilse de.
Asıl karakterlerin deyişleri ile halka yansıyışı ve dilden
dile bugüne kadar gelişlerinde ne denli benzerlikler olduğu yukarıda
tekrarlayarak yazdığım cümlelerde de görülüyor.
“Ostin avgi milusane os tin avği ekleğan/ ços tin avği ta
pathitus çe ponus tus eleğan”
(Şafağa kadar konuştular, şafağa kadar ağladılar/ Şafağa
kadar çektikleri acıları konuştular.)
“Çe pos na s’apohoristo çe pos na su makrino/ çe pos na ziso
dihosu ston ksorizmon eçino”
(Senden nasıl ayrılayım, nasıl uzaklaşayım/ O sürgünde
sensiz nasıl yaşayayım?
“Mya hari mono su zito çe çino thelo mono/na nadakrisis çe
na pis Retokritom kaymeno”
(Senden bir ricam var/ ve yalnızca onu istiyorum/ Gözlerin
yaşarsın ve de ki zavallı Retokritom)
“ayrılmak bir dilden…”
1980’lere dek Cunda sokaklarında gezinirken, on beş heceli
ve dokuz bini aşkın mısralı bu lirik destanın mânilerini, açık pencerelerden
sokağa taşan yanık seslerden duymanız işten bile değildi. Birinci kuşak, derken
ikinci kuşağı yitirdik; giderek dil unutulmaya yüz tuttu. Yeni kuşaklar,
anneannelerin birçoğu konuşmadığı için anlasalar da konuşamıyorlar. En çok
zoruma giden ayrılmaktır bir “dil”den. Arif Karakoç’un dediği gibi “En çok
zoruma giden ayrılmaktır sevgiden”. Dil de sevgi misali, anne sevgisi, anneanne
sevgisi… Anneanne dilini yeğenlerime öğretmeye çalışıyorum; hepsi anlıyorlar.
Dilerim zamanla konuşmayı da başaracaklar.
Bir zamanlar bizi ‘yarım gâvur’ nitelemeleriyle aşağılamaya
çalışırlarken (60’lı yıllar) anneannem -tabii ki annem de- “Yavrum, bir dil bir
insan demektir, üzülme” derdi. Ben zaten hiç üzülmezdim ki… Giritçe bir labirentte
hayaller kurardım. Kendime Giritçe-Türkçe bir sözlük hazırlamıştım
ilkokuldayken. Sen ‘iki dillisin’ derlerdi.
Girit’te yönetimler değiştikçe dil harmanlanıyor ve vurgular
değişiyordu. ‘Madinades’lere Türkçe isimler ve Müslümanlığa ilişkin ipuçları girmekteydi.
Bu tür mânilerden bir seçki:
Ti petra ine apu patise çe vyiçe sto ‘limani’
Ma na vulisi çe na hathi ya ti d(z)en işe imani”
Ne taştı ama o bastığı, limana fırladığı
batsaydı, çökseydi keşke, çünkü yoktu imanı.
‘iman’ Türkçeden geçmiş.
Çenas papas piskopşanos apu na fayi bala
Tu Muhammeti çe t’Ali na eşi ti katara
Piskoposluğun bir papazı var ki dilerim kurşun yesin
Muhammed’in ve Ali’nin bedduasını alsın
Çe pepse ton Osman Pasa me deka ohto azades
Çe ksehorizi adroyina peyda apçi manades”
Ve Osman Paşa’yı gönderdi ki on sekiz azasıyla
Karıları kocalarından, çocukları analarından ayırıverdi
Çenas papas psiskopşanos edoçene arzuhali
Napniksune ton Arif Ağa tomorfo palikari
Piskoposluktan bir papaz verdi de arzuhali
Boğuverdi yakışıklı delikanlı Arif Ağa’yı
“Girit diyalekti Yunanca’nın en eski köklerinden gelen Homer
diline yakın bir diyalekt. Kelime haznesi, morfolojisi, söz dizini açısından
zengin. Dilin tutucu karakteri çok eski yerel biçimlerinin korunmasını sağladı”
Girit diyalekti, Yunan dilinin etimolojik açıdan birçok
probleminin çözümüne katkıda bulundu. Homer diline yakın birçok sözcüğü
barındırır ki, bugünkü Kara Yunanistanı’nda yani Attiki dilinde bu sözcükler
bulunmamaktadır. Bizim yukarıda örneklerini vermeye çalıştığımız
madinadeslerde, halk şarkılarında, lirik destanlarda ve Türk yönetimindeki
Girit’te, bu diyalektin gelişimini gözlemleyebiliyoruz.
Neler anlatır bize Girit mânileri…
Madinada (Girit Koşuğu), Girit’in sesidir. Şakıyarak
konuşmasıdır. Birçok araştırmacı Giritçe ve Girit mânisinin başlangıcının eski
Helen yaşantısına dayandığını savunur. Oysa doğru olan, şarkının-mâninin
yaratıcısının zaman içinde unutuluşun duvağıyla örtündüğüdür; yaratıcı
“halk”tır artık, halklardır… Girit’ten yüzyıllar içinde Akhalılar, Pelasglar,
Dorlar, Eteokritler, Kidonlar, Minoenler, Venedikliler, Türkler geldi geçti ve
Giritçe harmanlandı. Bazı şarkılarda ve Erotokritos örneğinde olduğu gibi
yaratıcının adı vardır. Eser basılmıştır dilden dile dolaşmıştır. Yazarı Vitsentzos
Kornaros, Girit’teki Venedik egemenliği sırasında Sitea’da doğmuş; İraklion’un
Kandiye’den de eski adı olan Handaka’da uzun bir dönem yaşamıştır.
Girit mânilerinin unutulmayacak sözcükleri vardır:
Myazi t’antropu i zoi me ilo pu proverni
kani to kiklodu sti yis ke omos sti disi yerni
İnsan hayatı doğan güneşe benzer
Yeryüzünde dönüşünü tamamlar da yine batıya döner
Bir beyitin madinada olabilmesi için, her şeyden önce Girit
diyalektiyle yazılması gerekir. On beşlik hece vezniyle (dekapendesilogos)
kurulmuş iki dize taşımalıdır ve dizeler uyaklı olmalıdır. Girit’in geleneksel
yaşamını ele veren ayrıntıları, bir mantık çerçevesinde, düşündüren bir
yöntemle örtüşmelidir. Tıpkı Erotokritos’ta olduğu gibi.
“Coğrafyacı Strabon anneannesinin Giritli olduğunu işaret
ederek, Girit’in arkaik döneminden beri var olduğunu saptadığı, büyüleyici bir
orkestrasyon, zengin bir iç dünyayı yansıtan Girit koşuğuna o mükemmel gezi
notlarında yer vermiştir” (Andonia Miloyanaki): “Özellikle şifahen söylenerek
kuşaktan kuşağa aktarılan Girit mânileri (madinades) ve halk şarkılarının
öğreniminin temelinde, annenin bebeğini ninnilemesi, annennenin torununu çocuk
ninnileri ile şımartması, anlattığı masallar yatar”.
Evangelos Frangakis; “zorunluluktan değil, yalın olarak
çocuk büyürken hangi durumda karşılaşırsa karşılaşsın bu halk şarkılarını,
manilerini belleğine alır. Tarihsel, destansı bir tapınma gibi, düğün şarkısı
gibi, yola çıkmanın gitmenin, sofranın, savaşın, ölümün, hayatın, sılanın,
dönüşün, aşkın, acının yarattığı duygular gibi… ‘madevğo’dan gelir madinada
bilgilendirmek, öngörmek, bilicilik fiilinden.”
Anneannelerimizin anneannelerinden,
bizim de anneannemizden dinlediğimiz anılar…
Strabon’un anneannesinden kendi anneanneme geçiyorum.
Girit’te birbirlerine gizli bir şey söylemek istediklerinde mâni söyleyerek
anlatırlarmış… Yıllar yıllar sonra Cunda’da da gördüm bunu. Ama ben Giritçe’yi
sökmüştüm. Başka bir unutulmaz cümle ile uzaklaşmamı sağlıyorlardı. Bir komşuya
gönderiyorlar ve “ame na ci pis na su dosi ti kathistira”—git ona seni
alıkoymasını/ oturtmasını/ oyalamasını söyle anlamında idi bu cümle. Müthişti…
Bir darb-ı mesel, gene madinada biçminde:
Mi kles kutrula ti epathes
Mono na kles ti tha pathis
Başına gelenlere ağlama
Başına geleceklere ağla
Bu da kıskançlıkla ilgili bir anekdotun mânisi:
Adamın biri bir gün çift sürerken bir kafatası bulur ve
üzülür. Yazık der, kim bilir kimin başı. Saygılı bir adam. Kıyamaz, eve götürüp
bir köşede saklayayım der. Evdeki bir sandığın içine koyar. Kıskanç karısı
gözetlemektedir. “Ben sana akşam yemeğinde ne çıkaracağım, görürsün!” diye
geçirir içinden. Akşam olur. Adam acıktım der, kadın sandıktan alıp fırına
sürdüğü kelleyi çıkarır ve adamın önüne sürer. Adam şaşırır “bu nedir ?” Kadın:
“ Bu ne mi? Eski sevgilinin kafatası, bak onu hâlâ seviyorsun. Onu fırında
pişirdim, al ye!” der. Zavallı adam üzüntüden şaşkın, kafatasına bakar ve
üstünde şu mâni yazılıdır: “Mi kles kurtula ti epathes / mono na kles ti tha
pathis” yukarıdaki mâniyi defalarca hem anneannemden, hem annemden
dinlemişimdir.
Bu olayı önceki yıl Girit Üniversitesi’nin davetlisi olarak
katıldığım bir panelde, koskoca profesörlerin önünde utana sıkıla anlattığımda,
salon alkıştan inlemişti ve “Biz bugün Girit’te bu anekdotu bu denli arkaik
sözcüklerle anlatamayız” deyip sarmalamışlardı beni, derin bir oh çekmiştim!..
Bana Giritçe’den, “anneanne dili”nin o büyülü
sözcüklerinden, özellikle madinadeslerden tat almayı, yazıya sarılmayı öğreten
anneanneme selam olsun! Onu özlemenin tadı var.
“Çezza” (Ya şimdi?)
Bitirirken bir mâni:
Ahi ta perazumena ç’ahi ta perazmena
ahi çe na ksanayayernane stu hronu myan imera
Ahh geçmiş. ahh geçmişte yaşananlar
senede bir kez de olsa tekrar geriye dönebilseler
Mâniniz yoksa “mâni”siz kalmayın…
Tanju İzbek / gazeteistanbul
[1] 1 Şubat- 24 Temmuz 1924’e tarihleniyor dağılım.
[2] χιλια μυρια κυματα μακρια απ Τ “T’Aιβali”
[3] Bugünkü adı Erfi, ‘rifi’den geliyor, oğlak demek.