Türkiye gibi, dine devlet elbisesi giydirilen ülkelerde iki konu hep çok hassastır ve hakkında yazılması da hep çok zordur… Biri din, diğeri...
Türkiye gibi, dine devlet elbisesi giydirilen ülkelerde iki konu hep çok hassastır ve hakkında yazılması da hep çok zordur…
Biri din, diğeri ise ondan beslenen siyaset!
Garip olan, bugünün Türkiye’sinde her ikisinden de zengin olanları izliyoruz… Din deneni kendine sermaye yapanların fakirlere 500 sene önce cennet vaadini, ama kendilerine de maddi hayatın tüm lüksünü, siyasetin Ankara’sında ise nasıl yapıldığı hâlâ çözülemeyen zenginlikleri ve o zenginliklerin sahiplerinin fakirlik edebiyatı üzerine sloganlarını izliyoruz…
Eğer, din de siyaset de gerçek anlamda zenginlik sebebi olsaydı, dünyanın en zenginleri arasında olması gerekmez miydi, Hz. Muhammed ile Mustafa Kemal Atatürk’ün!?
Biri son peygamberdi, diğeri ise bir ülkenin kurtarıcısı…
Ama ilkinin bir hırka bir hurma hikayesini bildik hep, ikincisinin de hayatını adadığı bir ülkeye olan fedakar kahramanlığını…
Konu bu kadar basitse, bugün ne oldu da değişti her şey? O ‘bir hırka bir hurma’ yerine gelen iktidar hırsı, miras kavgası, güç savaşları neydi, madde dünyanın tüm lükslerine bu kadar anlam yükleyenler için ne değişti? Fakire, zenginden 500 sene önce cennete gireceği müjdesini verenlerin, aynı cennet için o kadar aceleci olmayıp, zenginliği dünyada yaşamayı tercih etmelerindeki sır neydi? Her şeyin kalp ve vicdan üzerinden yürümesi gereken bir inanışta, cenneti anlatırkenki resimde niye hep cinselliği çağrıştıran huriler vaat edildi? Siyaset, farklı mıydı? Değildi! Türkiye gibi, din üzerinden politika üretenlerin kalabalığında “şükür” pazarlayan ama kendi “tok” halinde bir türlü o “şükür” aşamasına geçemeyenlere ne diyelim sahi? Yönettiği fakirleri kendi dindarlığı üzerinden şekillendiren ve susturanların kollarına taktığı servet değerindeki çantaları, saatleri, yaşadıkları saray gibi evleri, lüks arabaları, itibardan asla tasarruf etmeyen harcamaları, bu tabloda nereye koyalım?
“İndirilmiş din, bize hep farklı şeyler anlatıp, gösterirken, bugün bu yaşadıklarımız da ne” diye sorarken, Irak’tan bir düğün videosunu izledim daha dün… Kız çocukları için cinsel rüşt yaşını 18’den 9’a düşüren ülkede, babası yaşındaki bir adamla evlendirilen, ağır makyaj altında yorgun düşen, yaşı belki 10-12 olan bir çocuğun, ne olduğunu bile anlayamadığı bu karmaşada nefes alıp vermeye çalıştığı anları izledim…
Soru net…
İndirilen din, bu mu?
Yoksa uydurulmuş olan mı?
O zaman bir bilende duralım ve o devam etsin biraz…
Mustafa İslamoğlu, kurucusu olduğu Akabe Kültür ve Eğitim Vakfı’nda, Kur’an’ın hayat yolculuğunu interaktif bir biçimde anlattığı “Siret’ül Kur’an” derslerini sürdüren, İlâhiyat Fakültesi mezunu, Kahire’de, El-Ezher Üniversitesi’nde İslam Hukuku Fakültesi’nde okumuş biri! Onu bu köşeye taşıyan başlığı ise bir yazısı, “indirilen dine karşı uydurulan paralel din” diyen yazısı…
Demiş ki o yazıda, İslamoğlu, “asıl tehdidi, ben, paralel devletten değil, paralel dinden görüyorum”!
Sünni İslam, Şii İslam, selefi İslam, sufi İslam, ılımlı İslam, cihatçı İslam, Arap İslam’ı, Türk İslam’ı, Emevi İslam’ı, Abbasi İslam’ı, Osmanlı İslam’ı, Safevi İslam’ı, Asya İslam’ı, Avrupa İslam’ı, avam İslam’ı, havas İslam’ı, aydın İslam’ı, halk İslam’ı ve çok daha fazlası, aynen dediği gibi, buna dair…
Peki, ‘indirilen din’ değil de, o bahsedilen ‘pararlel din’ denen şey nedir, diye sorarsanız… İslamoğlu’na göre, paralel din, Allah’ın eksiksiz bir biçimde tamamladığı dine sonradan ilave edilen ve adına din denilen şeylerin tümüdür…
Okumaya devam edelim mi?
“Paralel din, genleriyle oynanmış İslam’dır… Genetiği bozulmuş, dejenere edilmiş, hormonlu dindir.. İslam’ın gerçeği dururken, genleriyle oynanmış paralel İslam’a inanan kimsenin inanç genleri bozulur… İmanı, hastalıklı hale gelir… İslam’ın en büyük hakikati tevhid iken, tutar, Allah’a ulaşmak için, Allah ile arasına aracılar koyar… Kur’an’ın ‘Onlar, şirk koşmadan iman etmezler’ (Yusuf 12:106) dediği kimseler bunlardır… Şeyhlerini, gavslarını, kutuplarını, hocalarını, üstatlarını, Mekke müşriklerinin yaptığı gibi putlaştırırlar ve dönüp, ‘Bunlar, bizi Allah’a yaklaştırıyor’ (Zümer 39:3) sahte mazeretine sığınırlar… Şirklerine, tumturaklı mazeretler bulurlar…”
“Yanmaz kefen” satarak zenginliklerine zenginlik katan cemaati yapılarca, kaynağı belli olmayan hadis kalabalığı tarafından yönetilmeye çalışan din adına da çarpıcı bir nokta koymuş, İslamoğlu…
“Sünnet, aslında, Allah Rasulü’nün ahlakıdır ve onun ahlakı, Kur’an’dır… Böyleyken, paralel din, sünneti, -Paralel Kur’an- ilan eder. ‘Sünnet/hadis Kur’an’ı nesheder’ diyen paralel din, zanni olan rivayetin kati olan ayetin hükmünü iptal edeceğine inanır… Buna itiraz edene de ‘Hadis düşmanı… Sünnet düşmanı… Peygamberi iptal eden’ diye utanmadan iftira eder… Kur’an’ı iptal edenler, utanmadan, bizi Peygamber’i iptal etmekle suçlarlar…”
Anlayacağınız,
…siyasetin din sermayesinden, dinin inanç sermayesinden zengin olanların hali, tam da buna dair!
İndirilen değil, uydurulan dine dair!
Düşünün…
Ama sorgulayın da… (TAMER YAZAR - SENDİKA.ORG)