Bir genç kadın, 25 yaşında, bir gece evinde ailesinin gözü önünde öldürülür.
Öldüren polis, “vicdanım rahat” der, “Ben devletimin bana verdiği görevi yerine getirdim."
Devletin peki, onun hiç mi vicdanı yok?
Devletin vicdanı olmaz, onun vicdanı mahkemelerdir.


“Ben devletimin bana verdiği görevi yerine getirdim” diyor, Dilek Doğan’ı evinde, annesi, babası ve abisinin önünde öldüren polis memuru Yüksel Moğoltay.

Ne kadar tanıdık bir cümle değil mi? “Ben görevimi yaptım”, “ben bana verilen emri yerine getirdim.” Emri kim verdi? Devlet, komutan, lider, amir… “Benim vicdanım rahat…”

Dilek Doğan, 25 yaşında bir genç kız.
2015 Aralık ayında, evinde anne babasının, abisinin çığlıkları arasında, şimdi “vicdanım rahat” diyen “olay günü OHAL bölgesinden gelmiştim, çok yorgundum, bir an önce aramayı bitirip dinlenmek istiyordum” diyen polisin kurşunuyla göğsünden vurulup öldürüldü.

Dilek’i öldüren özel harekat polisi Yüksel Moğoltay’ın vicdanı rahat.
Ya devletin… Devletin hiç vicdanı yok mu?
Yok!
Devletin vicdanı olmaz, insanların olur.
Devletin vicdanı, yasalardır, mahkemelerdir.
Devletin vicdanı mahkeme salonlarında kendini gösterir.

Dilek Doğan davasının görüldüğü mahkeme salonunda neler gördük, ne karar çıktı?

Mahkeme ilk iş olarak gizlilik kararı alıp, duruşmalara kimseyi sokmadı. Oysa her şey açıktı, cinayet görüntülerini bütün Türkiye izledi. Tutuksuz sanık duruşmalara pek gelmezken polis arkadaşları her duruşma günü etrafta terör estirdiler.

Mahkeme heyeti son duruşmada, sanık polise “Sen benim yavrumu öldürdün, onu nasıl büyüttüm bir ben bilirim” diyen anne Aysel Doğan’ı “taciz”de bulunuyor diye salondan dışarı çıkarmak ister. Savcı mütalaasında sanığın “taksirle öldürme” suçundan ceza almasını talep eder.

Ne demek “taksirle öldürme”?
Yani dikkat ve özen gösterilmesi gereken bir işi yaparken dikkat ve özen göstermemek. Bunun “bilinçlisi” ise, sonuçlarını bildiği halde bu dikkat ve özeni göstermemek oluyor. Neredeyse “pardon” denilip geçilebilecek basit bir durum.

Peki, evin içine girmişsin artık, insanlar “ayağına galoş giy” filan gibi insani şeyler söylüyorlar sana, silahının emniyet kilidi neden hala açık? Sanık, “biz içeri girdiğimizde de kapatmayız” diyor. Savcı bu sözleri “unutulmuş” olarak yorumluyor, yoksa kapatmaz mı hiç?
Kapatmaz ! Çünkü zaten “terörist” peşinde, evin içi dışı fark etmez, oradakiler “terörist”.
Neden kapatsın emniyet kilidini? En kötüsü ne olur?
Dilek…

Mahkeme, yani devletin vicdanı, bu kadar herkesin gözü önünde işlenen bir cinayette sanık polisi bugüne kadar tutuklama gereği bile duymadı. Son duruşmada sanık, artık iyice rahatlamış olmalı ki, cinayetten dolayı aileyi suçladı: “Abisi arama ekiplerine doğru hareket etti, silahın namlusundan ve dipçikten tutarak şahısları salona itmeye çalışırken silah patladı. Ben yapmadığımı söyledim. Aile sakinleşmedi. Sakinleşirlerse yaralıyı hastaneye götürebileceğimizi söyledim, sakinleşmediler” dedi.
Mahkeme sanığa önce “bilinçli taksirle öldürme” suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası verdi. Sonra sanığın iyi halini gözeterek cezayı 6 yıl 3 aya indirdi.
İyidir o, vicdanı rahat, kimseyi vurmamıştır. Kişisel bir husumet de bulunamamıştır, neden vursun ki?
Devletin vicdanı, yani mahkeme sanığı yine tutuklamadı.
Olur ya, daha itirazı var bunun, belki üst mahkeme bozar, “bilinçli taksirle”nin, “bilinci”ni kaldırtır… Belki beraat eder, haksızlık olmasın memurumuza.

Polisler bu kararı, “demek bir teröristin kafasına sıkmak, göğsünü parçalamak 6 yıl 3 ay” olarak kodladılar kafalarında.

Bir genç kadın, 25 yaşında, bir gece evinde ailesinin gözü önünde öldürülür.
Öldüren polis, “vicdanım rahat” der, “Ben devletimin bana verdiği görevi yerine getirdim."
Devletin peki, onun hiç mi vicdanı yok?
Devletin vicdanı olmaz, onun vicdanı mahkemelerdir.

Mahkemenin Dilek Doğan davasında verdiği bu karar, “devlet için kurşun atanların”, bu uğurda bir kadının, bir erkeğin, bir çocuğun hayatını teferruat olarak görenlerin başlarını okşayıp, ellerini güçlendirdi.

En önemlisi de vicdanlarını rahatlatmış oldu. (YILMAZ MURAT BİLİCAN-T24)
Daha yeni Daha eski