Söz konusu yazısını, yurtdışında göçmen olarak yaşadığı yıllarda kendisine pasaport konusunda çok yardımcı olan Galatasaray Lisesi mezunu konsolos yardımcısına atıfta bulunarak şöyle bitiriyordu Zileli; “Tarih sadece, bu iki futbolcunun iktidarın baskısıyla ihraç edilmelerine karşı kalkan elleri yazacaktır. Konsolos yardımcısı Oktay Bey’in bana yirmi yıldan fazla bir zaman önce sözünü ettiği Galatasaraylılığın dayanışma ruhuna uygun olan onurlu davranış buydu!”


Meseleyi artık hepiniz biliyorsunuz.

Galatasaray’ın mali genel kurulu sonunda yapılan oylama sonucu, “Gaasaray”lı iki eski ve milli futbolcu Hakan Şükür ve Arif Erdem’in, daha önce yönetim tarafından disiplin kuruluna verilmelerinin bir sonucu olarak kulüp üyeliklerinin sonlandırılması genel kurul üyeleri tarafından oy çokluğuyla reddedildi…

Genel kuruldan çıkan bu beklenmedik karar, başta cumhurbaşkanı olmak üzere, sırasıyla başbakan, spor bakanı ve iktidar erkini oluşturan hemen hemen bütün diğer unsurlarla yandaş medyanın tümü tarafından beklenileceği gibi ve hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde tehdit, baskı ve inanılmaz iftira ve karalamalarla karşılandı.

Bunun üzerine mevcut Galatasaray yönetimi, genel kurulun iradesini çiğneyerek bu baskı ve tehditler karşısında diz çöktü ve özellikle bir tek kişinin yani cumhurbaşkanı sıfatlı şahısın talimatını hızla yerine getirerek Hakan Şükür ve Arif Erdem’i kulüp üyeliğinden ihraç etti.

Mesele genel hatlarıyla buydu ama araya sıkışmış ve bir devrin de genel görüntüsünü gözler önüne seren birçok ayrıntı bu olayla birlikte açığa çıktı ve sırıttı.

Örneğin yandaş basın bu gibi durumlarda sürekli yaptığı iğrençlikleri yine ve hiç çekinmeden gündemine aldı. “Zaten genel kurul üyelerinin büyük bir çoğunluğu salonu terk etmişti, geriye kalan “marijinal” grup oylamaya katıldığı için sonuç böyle oldu” dedi örneğin. Oysa, salondan ayrılanların sayısı, salonda kalıp oylamaya katılanların yanında devede kulaktı. Yandaş medya her zaman olduğu gibi, cumhurbaşkanına yaranmak, amacıyla bir büyük yalanın daha altına imza attı ve bu anlamda görevini yerine getirdi.

Öte yandan, cumhurbaşkanına yaranma yarışına girenlerin en başında yer alanlar arasında, geçmişte Hakan Şükür ve Arif Erdem’le birlikte aynı takımda oynayanların bulunması kendileri açısından tam bir dramdı. Bunların içerisinde Evren Turhan, “Papen Mustafa” lakaplı Mustafa Kocabey ve Ümit Karan başı çekiyordu.

28 Mart 2017 günü TRTSpor adlı tv kanalında konuyla ilgili düşüncelerini aktarırken Hakan Şükür’e yönelik olarak, “Neden Amerika’dasın ha… söyle bakalım vatan haini… neden Amerika’dasın” diye çemkiren Tanju Çolak’ın durumu ise az önce saydığımız futbolculara oranla gerçekten içler acısıydı. Anlaşılan o ki, Tanju Çolak böyle yaparak, cumhurbaşkanına yaranmaktan da öte, atacağı veya belki de attığı kimi ticari adımların bekasına oynuyordu.

Spor bakanının, genel kurul kararı için, “ivedilikle bunu düzeltmeliler” şeklindeki tehdidi ise, futbol tarihimizdeki “layık” olduğu yeri, laf ağızdan çıkar çıkmaz almıştı bile.

Gün Zileli’nin meseleye ilişkin yazdığı yazısında dediği gibi “bu olay, geniş kurulların (kongrenin) dar kurullara göre (yönetim kurulu) daha doğru ve vicdanlı karar verebildiğini göstermesi bakımından önemli”ydi.

Söz konusu yazısını, yurtdışında göçmen olarak yaşadığı yıllarda kendisine pasaport konusunda çok yardımcı olan Galatasaray Lisesi mezunu konsolos yardımcısına atıfta bulunarak şöyle bitiriyordu Zileli; “Tarih sadece, bu iki futbolcunun iktidarın baskısıyla ihraç edilmelerine karşı kalkan elleri yazacaktır. Konsolos yardımcısı Oktay Bey’in bana yirmi yıldan fazla bir zaman önce sözünü ettiği Galatasaraylılığın dayanışma ruhuna uygun olan onurlu davranış buydu!”

Geçmişte TT Arena’nın açılışı sırasında başbakan olan Recep Tayyip’in stada girdiği anonsunu duyan stattaki bütün “Gaasaraylılar” bu girişi müthiş ve beklenmedik bir biçimde protesto etmiş, bu nedenle de Beşiktaş’ın yeni stadının açılışına protesto tekrarlanır mı korkusuyla seyirci alınmamıştı. Zileli’nin sözünü ettiği “Gaasaraylılık” ruhu belki de şte o gün o stadın açılışında hep bir ağızdan ve hiç çekinmeden, korkmadan bir başbakanı protesto eden, edebilen o dayanışma ruhuydu.

10 yaşından bu yana “hasta” bir “Gaasaraylı” olan ben, Zileli’nin o cümlesinin altına hiç tereddüt etmeden imzamı atıyorum. Gün Zileli haklı çünkü… ve çünkü evet, “tarih sadece, bu iki futbolcunun iktidarın baskısıyla ihraç edilmelerine karşı kalkan elleri yazacaktır”

DİPNOT 1: Söz konusu “Gaasaray”dır, bu nedenle yeri gelmiştir ve bu nedenle anmadan geçmek olmaz…
Mezun olduğum İzmir Kestelli ortaokulunun hemen kapısının önünden başlayıp taa Konak’a kadar uzanan meşhur “Deve Çıkmaz” yokuşunun tam orta yerindeki Damlacık Spor kulübünden semtimin yani Eşrefpaşa’nın takımı İzmirspor’a, oradan da “Gaasaray”a gelen ve geldikten birkaç yıl sonra TİP’i desteklediğini ve solcu olduğunu hiç çekinmeden açıklayan ve dahi Denizlerin idamını önlemek için açılan imza kampanyasına katılan “Büyük Gaasaraylı Metin Oktay’a… Her zaman devrimci, her zaman sosyalist, her zaman muhalif ve her zaman militan “Sol”açık “Çizgi Metin’e, yani Metin Kurt’a saygı, onur, şeref!

DİPNOT 2:  Ben yukarıda da belirttiğim gibi “Gaasaraylı”yım. Böyle olmakla da her zaman gurur duyarım. Ama “Galatasaray”lı değilim. Çünkü “Galatasaray” çürümekte olandır, “Gaasaray” ise halk! Nasıl demişti “Şair Baba”… “anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık, anlamak gideni ve gelmekte olanı”… Mesele bu kadar basit işte.

DİPNOT 3: Neden “Recep Tayyip Erdoğan” değil de, sadece “Recep Tayyip” diyorsun diye soranlara… Recep Tayyip, “Mustafa Kemal Atatürk” değil de, sadece “Mustafa Kemal” demeyi sürdürdüğü müddetçe ben de kendisine sadece ve sadece “Recep Tayyip” demeye devam edeceğim. Bu ülkedeki herkesin, 2 Ocak 1935’te yürürlüğe giren 2525 sayılı soyadı kanununa göre almış olduğu bir soyadı var. Ve buna göre herkes adıyla ve soyadıyla bilinir, adıyla ve soyadıyla zikredilir… Örneğin, Deniz Gezmiş gibi… Örneğin, Yusuf Aslan gibi… Örneğin, Hüseyin İnan gibi… Sinan Cemgil gibi… Kadir Manga gibi… Alpaslan Özdoğan gibi… Cihan Alptekin gibi… Hüseyin Cevahir gibi… Mahir Çayan gibi… Ulaş Bardakçı gibi… Erdal Eren gibi… Hıdır Aslan gibi… İlyas Has gibi… Necdet Adalı gibi… Yusuf Metin gibi… Kamil Sağır gibi… Daha sayabilirim. Fakat o soruya bir cevap verdiğimi düşündüğüm için buna gerek duymuyorum.

Sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın!

HAYRİ GÜNEL
Daha yeni Daha eski