“Önceki gün, Galatasaray Kongresi’nde, Galatasaray’ın eski futbolcuları Hakan Şükür ve Arif Erdem’le ilgili ihraç oylaması haberini izledim. İhraca el kaldıranlar azınlıkta kaldı ve orada bulunanların çoğunluğu, iktidarın baskısına rağmen ihracın aleyhinde oy verdi. Tabii hükümet çevreleri hop oturup hop kalktı ve bu sefer yönetim kurulu, hükümetin baskısı karşısında, bu iki futbolcuyu “aidatlarını ödemedikleri” gerekçesiyle kulüpten ihraç etme kararı aldı. Gerçi yönetim kurulu bu haksız kararıyla (polis tarafından av hayvanı gibi kovalanan insanların “aidatlarını ödemedikleri” gerekçesiyle ihracı gerçekten komikti) hükümete yaranamadı ve bizzat cumhurbaşkanı tarafından bir televizyon programında azarlandı. Gerçi tarih karşısında bunun bir önemi yok. Bu olay sadece, geniş kurulların (kongrenin) dar kurullara göre (yönetim kurulu) daha doğru ve vicdanlı karar verebildiğini göstermesi bakımından önemlidir”


Elbette Galatasaray Kulübü’nün tarihiyle ilgili çok değerli kitaplar yazılmıştır bugüne kadar. Ben sadece kendi özel tarihimdeki izleriyle ilgili birkaç anımdan söz edeceğim.

Ağabeyim Can önceleri koyu Galatasaraylıydı. Ben Vefalı olduğum halde, sırf dayanışma olsun diye Galatasaray maçlarına onunla birlikte gidip Galatasaray’ı desteklerdim. Sebebini bugün bile tam bilmem, nedense ortak düşmanımız Fenerbahçe’ydi. Galiba 1950’lerin sonları ve 1960’ların başlarında Fenerbahçe’nin “üç büyükler”in en büyüğü olarak görülmesiydi bunun nedeni. Can daha sonra ne olduysa, takım değiştirip Beşiktaşlı oldu. Can’a özgü bir orijinallikti bu da!


Galatasaraylı Metin Oktay, hepimizin sevdiği santrforuydu Galatasaray’ın. Birkaç yıl sonra TİP’i desteklediğini ve solcu olduğunu duyduğumuzda daha da sevmiştik onu. Kaleci Turgay Şeren’e de sempatimiz vardı. Ünlü Galatasaray taraftarı Karıncaezmez Şevki o zamanlar Galatasaraylı olsun olmasın herkesin sevgilisiydi. Maç başlamadan on beş dakika önce Teknik Üniversite’nin yanındaki Taşlık’ın duvarına çıkıp sarı-kırmızı bayrağını sallayarak seyircileri selamlardı. Taksi şoförüydü. Ara sıra baştan aşağı sarı-kırmızı renklere boyanmış küçük taksini görürdüm yollarda. Kendisi de sarı-kırmızı formayla dolaşırdı.

Galatasaray seyircisi özel ve seçkin bir seyirciydi. Daha çok Galatasaray liseliler ve bu liseden mezun olanlar oluştururdu seyircisini. Kapalı trübünlerin açık trübünlere bakan sol üst tarafı Galatasaray tribünü olarak bilinirdi. Galatasaray taraftarının bu seçkin ve “tahsilli” hali açık trübünlerin kalabalıkları tarafından “züppeler”, “hanım evlatları” deyişleriyle taltif edilirdi!

Yarılma’da Galatasaray futbol takımıyla değil ama onunla iç içe geçmiş Galatasaray Lisesi’yle ilgili bir anım var:

“Bu arada kalabalık (yeni kurulan, Ragıp Gümüşpala liderliğindeki Adalet Partisi (AP)’nin 1961 seçimleri öncesi mitinginden söz ediliyor. G.Z.), Galatasaray Lisesi’nin önüne gelmişti. Lisenin demir parmaklıkları arkasında toplanmış Galatasaray Lisesi’nden gençler, CHP lehinde tezahürat yapınca, yoksul kalabalık iyice gemi azıya aldı. Galatasaraylılara saldırmaya kalktılar. Aralarından bazıları, ‘zengin piçleri’ diye bağırıyordu. İyiden iyiye çelişkili bir konumda kalmış, hangi tarafı tutacağımı şaşırmıştım. Ben de kalabalık gibi, ‘zengin piçlerine’ gıcık oluyordum. Ama öte yandan, ben de bu gençlerin savunduğu partinin, CHP’nin sempatizanıydım.

“Bu arada, kalabalık, Galatasaray postanesinin önünde bir ‘zengin piç’ini eline geçirdi. Aşağı yukarı bir linç girişimiydi bu. Şık bir pardüsü giymiş, eli çantalı bir genç, kalabalık tarafından feci şekilde dövülüyordu. Bazıları genci kurtarmaya çalışıyordu. Kurtarmaya çalışanlar arasında bir resmi polis de vardı. Artık dayanamadım, ben de gencin savunmasına koştum. Neyse, genci sonunda kurtardık. Ağzı burnu kan içindeydi.” (Yarılma, s. 109-110)


Galatasaraylılara sempati beslememe yol açan iki şey daha vardır hayatımda. Biri, hayranı olduğum büyük şair Tevfik Fikret’in vaktiyle Galatasaray Lisesi’nin müdürlüğünü yapmış olmasıdır. İkincisi ise, 1990’lı yılların ortalarında, siyasi göçmen olduğum için pasaport alma hakkımı uzun süre engelleyen Londra’daki Türkiye Konsolosluğu’nun bu olumsuz tutumuna rağmen, beni çağırıp sohbet eden ve sonunda bireysel inisiyatifle bana 5 yıl sureyle pasaport alma hakkım olduğunu bildiren, Galatasaray mezunu olduğunu sohbetimiz sırasında öğrendiğim Konsolos yardımcısıydı. Evrakı o kadar aradığım halde bulamadım, sanırım adı veya soyadı Oktay’dı. Konsolos yardımcısı Oktay bey, o sohbetimizde bana uzun uzadıya Galatasaraylılar arasındaki dayanışma ruhundan söz etmişti. (Sığınmacılar – 1990/2000, Londra, s. 241-243)

Önceki gün, Galatasaray Kongresi’nde, Galatasaray’ın eski futbolcuları Hakan Şükür ve Arif Erdem’le ilgili ihraç oylaması haberini izledim. İhraca el kaldıranlar azınlıkta kaldı ve orada bulunanların çoğunluğu, iktidarın baskısına rağmen ihracın aleyhinde oy verdi. Tabii hükümet çevreleri hop oturup hop kalktı ve bu sefer yönetim kurulu, hükümetin baskısı karşısında, bu iki futbolcuyu “aidatlarını ödemedikleri” gerekçesiyle kulüpten ihraç etme kararı aldı. Gerçi yönetim kurulu bu haksız kararıyla (polis tarafından av hayvanı gibi kovalanan insanların “aidatlarını ödemedikleri” gerekçesiyle ihracı gerçekten komikti) hükümete yaranamadı ve bizzat cumhurbaşkanı tarafından bir televizyon programında azarlandı. Gerçi tarih karşısında bunun bir önemi yok. Bu olay sadece, geniş kurulların (kongrenin) dar kurullara göre (yönetim kurulu) daha doğru ve vicdanlı karar verebildiğini göstermesi bakımından önemlidir.

Tarih sadece, bu iki futbolcunun iktidarın baskısıyla ihraç edilmelerine karşı kalkan elleri yazacaktır. Konsolos yardımcısı Oktay Bey’in bana yirmi yıldan fazla bir zaman önce sözünü ettiği Galatasaraylılığın dayanışma ruhuna uygun olan onurlu davranış buydu!

Gün Zileli - 28 Mart 2017 - www.gunzileli.com - gunzileli@hotmail.com
Daha yeni Daha eski