Bizim kararımız kesin, tereddütsüz ve yüksek sesle
söylenecek bir #hayır´dır. Bazen anarşistlerin (çoğunlukla bireysel olarak)
içine düşebildiği bir durum olan anarşist görüntüyü kurtaracağı düşüncesiyle söylemde
boykot diyerek insanları yanlış yönlendirip, eylemde gizli gizli hayır oyu
vermek de çözüm değildir. Biz, anarşist tutum hayır demek ve hayır oyu
vermektir diye düşünüyoruz. Varsın, bazı ezberci anarşistlerden büyük tepki
alalım. Onlara cevap olarak diyoruz ki: “Biz konuştuk, ve ruhumuz kurtuldu”
Adına ister istibdat, ister (islami) faşizm, ister
diktatörlük deyin veya içinde bulunduğumuz durumu bunların bir kombinasyonu
olarak görün, toplumca baskı ve kaosla belirlenmiş bir vadide, uçurumun
kenarındayız. Önümüzdeki referandum, bu yazı boyunca kısaca “fiili durum” diyeceğimiz
bu durumun evet oyları ile meşrulaştırılması hedefiyle yapılmaktadır. Bu
girişim son derece açıktan, her türlü yasa, kural ve teamül çiğnenerek, ite
kaka sürdürülmektedir. Fiili duruma meşruluk elbisesi giydirilmesi, bu durumun
kalıcılaştırılması için hayati önemdedir ve dahası evet´in kazanması işlerin
“ileri fiili durum”a (fiili durum ile “ileri demokrasi”nin çiftleşmesinden
doğacak gayrimeşru bir çocuk gibi) taşınmasında çok önemli bir rol
oynayacaktır. İktidar, her merkezileştirici atılımında, kitlelerin en azından
önemli bir kısmının rızasını arar, çünkü salt baskı ile uzun süre yönetmek
zordur. Böyle olmasaydı zaten bu referandum da yapılmazdı, fiili durum
sürdürülmekle yetinilirdi. Dolayısıyla, üstyapıda yapılmak istenen bu
değişikliğin altında, acı sonuçlara yol açabilecek son derece somut bir güç
konsolidasyonu hesabı vardır. Sürekli uzatılan OHAL´in ve KHK´lar ile
yönetilmenin sonuçları ne kadar somutsa, evet çıkarsa kurulacak
“cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nde (ismi bile zorlama) sonuçları da en az o
kadar somut olacak, pratikte kalıcı bir tek adam, kalıcı bir OHAL ve kalıcı bir
KHK ile yönetim düzenine dönüşecektir.
Kimileri bu analize itiraz ediyor, herşeyin bir ilüzyondan,
tiyatrodan oluştuğunu öne sürüyor. Böyle bakanlar, iktidarın neden fiili durum
ile yetinmeyip böyle bir hamle yaptığını düşünüyor acaba? Belki şöyle
düşünüyorlardır bu bizler gibi Gezi ruhunu içinde taşıyan ideolojik
akrabalarımız: Ortada fiili durumu somut ve ciddi şekilde tehdit eden bir
kitlesel taban hareketi ve mobilizasyon var ve bu enerji sandığa çekilerek yok
edilmek isteniyor! Bu yoldaşlara ne yazık ki böyle bir kalkışma momentinin
yaklaşık 2013 sonlarından beri var olmadığını hatırlatmak zorundayız. Gezi
hareketi sırasında, bir ara parkın geleceği için referandum yapılması gündeme
gelmişti, buna tabii ki karşı çıktık çünkü somut olarak elimizde olan bir
mevziyi oylama düzlemine çekerek riske etmek büyük bir aptallık olurdu. Bu
örneği daha büyük çapta düşünürsek, elbette, toplumsal devrimin çok daha
olgunlaşmış olduğu, çok daha avantajlı koşullarda, bir mobilizasyon anında,
örneğin halkın çoğunun bu referandumu ve seçimleri boykot ederek fiili durumun
meşruluğunu bu şekilde sarsabileceği koşullarda, tabii ki bu seçenek tercih
edilebilirdi. Fakat durumun böyle olmadığı açık, ve biz olmasını istediğimiz
dünyada değil, içinde olduğumuz dünyada hareket etmek zorundayız. Toplumun
gidişatı, devrimci azınlıkların değil, ekseriyetle devrimci olmayan kitlelerin
neyi meşru görüp görmediği, neye rıza gösterip göstermediği üzerine şekillenir.
Dolayısıyla, fikir düzleminde en ileri ve tavizsiz görüşler propaganda
edilmeliyse de, eylem düzeyinde (eğer eylem kitlelerin katılımını
gerektiriyorsa) kitlelerin bilinç ve motivasyon düzeyi gözetilmelidir.
Tam tersi bir uçtan yine boykotun en anlamlı tavır olduğu
bir durum da düşünebiliriz: bugün önümüzdeki referandum, “adil ve özgür”
değilse de, hala gerçek bir oylamadır, gerçek farklı sonuçlara gebedir. Belki
de evet çıkması durumunda, bundan sonra kurulan sandıklar, giderek diktatörlük
rejimlerinde diktatöre %90 küsur oy çıkan tamamen sahte oylamalardaki gibi
gerçekten “tiyatro” haline gelebilir. Elbette tamamen sahte seçimler söz konusu
olduğunda tekrar doğru tavır boykot olacaktır, ki en azından dışarıdan
bakıldığında bunun bir sahtekarlık olduğu gözüksün. Bu hususta bir ipucu şu
denebilir; kendimizi böyle bir durumun içinde bulursak göreceğiz ki şimdi
hayır´a yaptıkları gibi bu sefer de hayır´a ek olarak boykotu da kriminalize
etmek için ellerinden geleni yapacaklardır. Fakat gün o gün değildir, bugün,
hayır verecek olanları sandıktan uzak tutmak için bin dereden su
getirmektedirler.
Bir de durumun umutsuz olduğu, ne yaparsak yapalım bir
şekilde katakulliler, provokasyonlar ve hilelerle “evet çıkartılacağı”na
inanmış olanlar var. Burada politik bir tavırdan ziyade iradi bir zaaf,
“öğrenilmiş çaresizlik” olarak adlandırabileceğimiz karamsar, yenilgiyi
kanıksamış bir ruh halinin izleri görülüyor. Tamamen doğal ve anlaşılır, fakat
zararlı. Elbette hile, bel altı vuruşlar ve usulsüzlük tehlikeleri vardır,
fakat bunlara rağmen kazanma ihtimalimiz kayda değer gözüküyor, dolayısıyla
bize bunlar var diye pes etmek değil bunlara karşı da elimizden geleni yapmak
yakışır. Bunların yolları bellidir ve küçümsenmemelidir. Tabiri caizse, büyük
takımlara karşı maç kazanan küçük takımlar gibi, “hakemi de yenmemiz”
gerekiyor. Toplumsal mücadelelerimiz hiç bir zaman adil olmadı ve olmayacak,
her zaman yokuş yukarı olacaktır, burada da durum böyle.
Peki anarşistlerin (ve bazı Marxist devrimcilerin) parlamenterizm
karşıtlığı ilkesi? Öncelikle tekrar hatırlatalım, bu bir seçim değil,
referandumdur. Meclis üyeleri veya devlet başkanı seçmiyoruz. Yine de fırsattan
istifade tartışmayı ilerletelim: Anarşistlerin seçim karşıtlığının en önemli
tarihsel sınavı 1936´daki, İspanya İç Savaşı öncesindeki son seçimde
verilmiştir. Bu örnekte hem bir toplumsal devrim anı söz konusudur, hem de
anarşistler anarkosendikalist kitle örgütü CNT içindeki milyonlarca üye
üzerinde nüfuza sahiptir. Bu seçimde tıpkı her zaman olduğu gibi taktiksel oy
verme savunucuları ile ilkesel boykotçular arasında büyük polemikler kopmuş
(hatta tek tek bireyler iki seçenek arasında kendi kafalarında bölünmüştü),
sonunda CNT, pratikte üyelerini oy verme konusunda serbest bırakmış ve
öngörülebilir şekilde büyük çoğunluğu burjuva liberaller, sosyalistler ve
Stalinistler´den oluşan solcu Halk Cephesi´ne oy vererek, Halk Cephesi´nin %
0.5 (yüzde yarım) oy farkı ile sağ cepheyi yenmesini sağlamıştır. Bu sol
hükümete karşı General Franco karşı-devrimci askeri darbeyi başlatmış, ve buna
karşı kısmen halkın doğrudan silahlanması ile, kısmen de solcu hükümet
aracılığıyla yürüyen İspanya İç Savaşı ve eş zamanlı olarak İspanya Devrimi
ateşlenmiştir. Eğer CNT, milyonlarca üyesiyle katı bir boykot kampanyası yapsaydı
seçimi kesinlikle Sağ Cephe kazanacaktı. Bu alternatif senaryoda yine de devrim
girişimi olur muydu, yoksa legal yoldan iktidara gelen faşistler yükselmekte
olan devrimi derhal ezer miydi, sonunda kim kazanırdı bilinmez. Bu tarihi
sadece boykot tartışmasının bağlamını tanıtmak, bizim güncel durumumuz ile ne
kadar az ortak noktası olduğunu ortaya koymak için andık (üstelik, yine de
pratikte boykot tavrı baskın gelmemişti!). Marxistler arasında 1917 Şubat ve
Ekim ayları arasında Rusya üzerine cereyan eden Geçici Meclis ve Kerensky
hükümetine destek veya köstek tartışması, yine tarihin en büyük devrim
anlarından biri bağlamında yapılmıştı. Benzer şekilde, aynı yıllarda
Almanya´daki komünistler ve sosyal demokratlar arasındaki karşıtlık, birkaç
bölgede fiilen sosyalist cumhuriyetler ilan edilmiş fakat daha sonra bastırılan
Alman Devrimi bağlamında yaşanmıştır. Bu tartışmalarda doğru olan (taktiksel
veya stratejik ayrımlara girmiyoruz) parlamento karşıtı tavırların hepsi,
devrimci kitlesel kabarışların üzerinde alınmış konumlardır, devrimin sandığa
çekilmesi tehlikesi, burjuvazinin bir kanadı ile ittifak uğruna devrimin askıya
alınması tehlikesi bağlamındadır. Sanıyoruz ki, bu konudaki çoğu keskin tavır,
bu özel dönemlerden çıkan derslerin dogma statüsüne yükseltilip her duruma
uygulanmaya çalışılmasından doğuyor. Oysa bu tarihsel örnekler bizim içimizde
bulunduğumuz koşullarla hiç örtüşmediğinden, önümüzdeki referandumdaki
tavrımızı belirlerken taklit edebileceğimiz örnekler değildir. Parlamentarizm
karşıtlığı, özünde sınıfsız bir toplumun önce burjuva devlet üstyapısı ele
geçirilip sonra topluma direktifler vermek yoluyla kurulamayacağı düşüncesidir.
Burjuvazinin egemen olduğu tüm yönetim şekillerinin, tüm politikacıların aynı
olduğu veya devlet kurumları ve kanunlar düzleminde ne olup bittiğinin bizler
için hiç bir şey fark etmediği gibi absürt bir düşünce değildir.
Sandıktan hayır çıkması ile sınıfsız toplumun kurulması,
devrim, ulusların yıkılması vb. arzular elbette gerçekleşmeyecektir. Bunları
söylemeye bile gerek yok, malumun ilamından ibarettir. Hayır çıkmasının
kadınları özgürleştirmeyeceğini, ücretli emek sömürüsünü bitirmeyeceğini,
ekolojik yıkıma son vermeyeceğini ortaya koyarak vb. maksimalist programdan
seçmeler sunarak hayır´ı önemsizleştirmeye çalışmak da yersizdir. Bu argümanlar
üzerinden boykot etmek gerektiğine varmak ise gaflet olur. Bırakın total devrim
veya büyük ilerici kazanımları, hayır çıkması baskı rejimini geriletmek
konusunda bile ancak yeterli olmayan ama içinde bulunduğumuz somut koşullar
içinde gerekli olan bir koşuldur. Evet çıkarsa herşeyin daha kötüye gideceği
kesindir, hatta şu anda açık-meşru alanda zar zor yapılmaya çalışılan
mücadelelerin büyük kısmı küçülerek yeraltına inmek zorunda kalabilir. Hayır
çıkarsa ise, daha kötüye gitmemesi veya daha iyiye götürebilmemiz için daha
elverişli moral ve konjonkturel koşullar sunabilecek değerli bir aralık
açılması ihtimali vardır. Bunun nasıl olabileceği ve detaylarını şu an bütün
ihtimaller ve hiç bir müneccimin öngöremeyeceği dallanmalar üzerinden
haritalandırmaya çalışmayacağız, çünkü hayır çıkmadığı sürece hiçbirinin önemi
olmayacak. Çaba, olumlu ihtimallerin önünü açmak içindir, hepsi bu. Hiçbir
mücadelede zafer garantisi yoktur.
Yakın geçmişimizde Haziran 2015 seçim deneyimi var. Bu
seçimde AKP´nin tek parti iktidarı kuramayacağı bir meclis aritmetiği ortaya
çıkmış, RTE günlerce ortadan kaybolmuş kara kara düşünmeye itilmişti. Fakat
arkasından burjuva partilerce uygulanan koalisyon dansı yine uzun süre
samimiyetsizce yürütülen barış sürecinin yerine hayata geçirilen kaos planı ile
üst üste gelmiş ve Haziran seçimlerinin parçalı bulutlu güneşini kasvete boğan
Kasım 2015 sonuçları mümkün olmuştur. Bu süreçte devrimci azınlıklar için,
aktivistler ve aydınlar için, yani hepimiz için en büyük hata, Haziran´daki
görece olumlu tablonun ortaya çıkması için seferber olunması değil,
Haziran-Kasım arasındaki dönemde pasif durularak (gerçi bunda ilericiler
üzerindeki bombalama terörü ve kaos planının doğrudan hedefindeki yapıların bu
saldırıya verdiği karşılığın niteliği de etkili olmuştur) ileri adım atma
inisiyatifi kullanılmayarak, meydanın partiler arasındaki çapsız münasabete
havale edilmesi ve kaos planına karşı koyacak bir çıkar yol ortaya konmamış
olunmasıdır. Eğer ki bu hata tekrarlanmayacaksa, referandumdan çıkabilecek bir
hayır´ın ardından mücadele yükseltilmelidir. Parlamento içi muhalefetin aksine,
bizlerin hayır´ı kesinlikle 16 Nisan´da nihayete ermemelidir, ermeyecektir.
Alttan gelen bir mücadelenin oluşması için, Haziran seçimi sonrasına kıyasla
bir avantajımız, bunun bir hükümet seçimi değil, bir rejimin kabulu veya reddi
olmasıdır, yani olası bir hayır sonrası hükümet kurma gündemi ortaya
çıkmayacağı için bu sefer akıllı davranırsak inisiyatifi partilere kaptırmamak
daha kolay olabilir.
Hayır´ın çıkacağının hiç bir garantisi yoktur. Süreç, yokuş
yukarı, eşitsiz, sansür ve baskı koşullarında ilerliyor. Esas tuzağın
referanduma katılmak olduğunu, iktidar odağının gerçek korkusunun sandıktan
uzak durulması olduğunu öne sürenler, hayır kampanyası yapmaya çalışanlar
üzerindeki muazzam baskılar, (afiş asarken kurşunlan, bildiri dağıt gözaltına
alın, hayır de işinden ol) tehditler (eli silahlı lümpen ve mafyatik
unsurların, bilimum paramiliter oluşumların açıklamaları) ve karaçalmaları (hayırcılar
teröristtir, dikili ağacı yok vb.) görmüyorlar mı? Veya evet için bütün hukukun
çiğnenerek devletin tüm imkanlarının, yandaş medyanın, troll ordusunun ve
komple bir ideolojik biat ve linç aparatının aralıksız seferber edildiğini
gördüklerinde “bizi sandıkta hayır demeye çağırıyorlar, yemeyiz” mi diyorlar
gerçekten? Veya Avrupa´dan gelecek ve içeride milliyetçi galeyan ile mobilize
olacak oylar sayesinde evet oranının arttırabileceği düşünülerek girişilen
uluslararası ölçekteki emsalsiz pespayelik konusunda ne düşünüyorlar?
Gerçek apaçık, yalın bir şekilde ortadadır. Fiili durumun
kalıcılaşmasını ve ileri fiili durumun hayata geçmesini engellemek için hayır´ı
yükseltmek ilk ve en yakın görevdir, hayır oyunun kazanması için azami çabayı
göstermek gerekir. Elbette ne hayır çıkması olumlu bir dönüşüm için yeterli
olacaktır, ne de evet çıkması herşeyin sonu anlamına gelecektir. Mücadele
sürecektir. Fakat ne gibi koşullarda? Soru budur. Yapmamız gereken, hatalı
saiklerle, sekterlikten veya kimlik kaygısıyla kendi dar ihtiyaçlarımızı
düşünmek veya düşünce tembelliği ile ezberlere sığınmak değil, toplumsal
mücadelenin bu dönemecinde doğru olanı tereddütsüz ve takıntısız bir şekilde
uygulayabilmektir. Son tahlilde belirleyici olan “anarşist olan nedir” bile
değil “doğru olan nedir” sorgulamasıdır, “anarşist olan nedir” sorusu “doğru
olan nedir”e ışık tuttuğu ölçüde anlamlıdır (biz yine de anarşizme aykırı bir
şey savunmadığımızı düşünüyoruz).
Bazı anarşistlerin önümüzdekinin iktidar partisi seçeceğimiz
bir parlamento seçimi değil, evet veya hayır diyeceğimiz bir referandum olduğu
bile atlanarak yazılmış, önceden hazır yazıların sunulması gibi gözüken
metinler ortaya koymuş olması hayret vericidir. Noam Chomsky, Murray Bookchin
veya Gün Zileli gibi hatırı sayılır özgürlükçü düşünürlerin seçim ve
referandumlar konusundaki pozisyonlarının hiç kale alınmaması, hatta
kendilerinin bir çırpıda anarşizmin dışına postalanması, neden acaba bu sembol
düşünürler, özgür vicdanları, birikimleri ve akıllarını kullanarak bu duruşlara
varmıştır diye sorgulanmaması bir başka üzücü noktadır.
Bir seçeneğin diğerinden net şekilde daha kötü (yani
diğerinin net şekilde daha iyi) olduğu referandumlarda anarşistler de katılım
göstermiştir (böyle etkisi net olmayan referandumlarda, örneğin 2016 Brexit
veya İtalyan referandumları gibi, doğal olarak net pozisyon alınmamış veya
boykot ağır basmıştır). Örneğin İrlanda´daki anarşist Workers Solidarity
Movement 2015´te eşcinsel evliliği yasallaştırma önerisinde evet oyu kampanyası
yaptı (sonuç %62 ile evet çıktı). Yine İrlanda´da kürtaj yasağını genişletecek
2002 referandumunda aynı örgüt hayır oyu kampanyası yapmış, bu barbarca
önerinin %50.4 oyla yani kıl payı reddedilmesinde belki de belirleyici bir
katkıda bulunmuştu. Söylemeye gerek bile yok, bu anarşistler için iki örnekte
de referandum mücadelenin ne başı ne sonu olarak görülmüş, öncesinde de
sonrasında da devam etmişti. Bizim önümüzdeki referandum İrlanda´daki iki
referandumdan da daha hayati bir meseledir ve belki de çıkan sayılar
İrlanda´daki 2002 referandumu kadar bıçak sırtı olacak. Kararımızda bu
sorumluluk hissi etkili olmalıdır.
Son dönemde yitirilenler çok, ödenen bedeller büyük ve kötü
gidişatın sonu gözükmüyor. Daha fazla kayıp yaşamayacağımız bir dünya yolunda,
bu gidişata bir dur demek için en küçük olanağı, en küçük hamleyi gözetmek
zorundayız. Eğer bu referandum yapılırsa, sandıktan ne çıkarsa çıksın, size söz
veriyoruz, üzerinden bir nesil veya bir ömür de geçse kendinize, yoldaşlarınıza
ve çocuklarınıza ileride gururla “ben hayır dedim” diyebileceksiniz. Hayır
dememeyi seçerseniz ise, solun artık klişeleşmiş bir pişmanlığına dönüşmüş olan
2010 referandumuna (o günlerden beri doğal olarak YAE´ciler çok eleştirildi,
ama HDP öncülleri odaklı çok daha büyük bir grup boykotçu da vardı, bir kaç yıl
sonra güçlü bir “seni başkan yaptırmayacağız” pozisyonuna geçecek olan) benzer
bir pişmanlık hissetme ihtimaliniz yüksektir. Bizim kararımız kesin,
tereddütsüz ve yüksek sesle söylenecek bir #hayır´dır. Bazen anarşistlerin
(çoğunlukla bireysel olarak) içine düşebildiği bir durum olan anarşist görüntüyü
kurtaracağı düşüncesiyle söylemde boykot diyerek insanları yanlış yönlendirip,
eylemde gizli gizli hayır oyu vermek de çözüm değildir. Biz, anarşist tutum
hayır demek ve hayır oyu vermektir diye düşünüyoruz. Varsın, bazı ezberci
anarşistlerden büyük tepki alalım. Onlara cevap olarak diyoruz ki: “Biz
konuştuk, ve ruhumuz kurtuldu”.
(Kara Kızıl İstanbul)