“Erdoğan 7 Haziran’a tek başına bir iktidar, görünürde parçalanmamış bir ordu, arkasında duran bir MİT ve polis, IŞİD ve Nusra gibi operasyon yeteneği güçlü çete destekleri ile gitti. 15 Temmuz olayından sonra ise Erdoğan’ın arkasındaki siyasi gücün “yenilgi kaldırma kapasitesi” oldukça zayıf”


Cumhurbaşkanı başdanışmanı, kıdemli uluslararası tacir/diplomat/istihbaratçı İlnur Çevik dayanamadı, “Hayırcılara: 7 Haziran sonrası kaos ve istikrarsızlığı mumla ararsınız” twitini çakıverdi (sonra da sildi). Çevik, 16 Nisan’da sandıktan “Hayır” çıkarsa Erdoğan’ın 7 Haziran’da yaptığı gibi çamura yatacağını, başkanlık sevdasından vazgeçmeyeceğini, Pandora’nın kutusunu açacağını, bir yandan bilumum teröristini sokağa salıp “oluk oluk kan akıtacağını”, diğer yandan da OHAL sopasını yemeyen muhalif (bu iktidar yanlısı pasif unsurlara kadar genişleyen bir yelpaze) bırakmayacağını ve ötesine geçeceğini söylüyor.

Akılları sıra halkı ölümü gösterip sıtmaya razı edecekler. Erdoğan’ın reisliğine gönüllü olarak rıza göstermeyenlerin tehdit ve şantajla sindirilerek sandıktan uzak durmasını sağlayabileceklerini düşünüyorlar.

Erdoğan 16 Nisan’da 7 Haziran’da yaptığı gibi çamura yatabilir mi? Çamura yatarsa ne olur?

7 Haziran’daki devlet ve iktidar yapısı ile 16 Nisan’daki devlet ve ikidar yapısı birbirinden farklı. Erdoğan 7 Haziran’a tek başına bir iktidar, görünürde parçalanmamış bir ordu, arkasında duran bir MİT ve polis, IŞİD ve Nusra gibi operasyon yeteneği güçlü çete destekleri ile gitti. AKP seçimi kaybetti ama hükümeti kaybetmedi. AKP’nin hükümeti kaybetmesi için muhalefetin bir hükümet çıkarabilmesi gerekiyordu ve bu mümkün değildi. Erdoğan’ın 7 Haziran’dan sonraki terörü AKP seçmenini iktidarı kaybetme tehdidini iliklerine kadar hissettirerek “toparlama”yı amaçlıyordu ve başarılı oldu.

“Yenilgi kaldırma kapasitesi” zayıf

15 Temmuz olayından sonra Erdoğan’ın arkasındaki siyasi gücün “yenilgi kaldırma kapasitesi” oldukça zayıf. AKP konvansiyonel anlamda bir “parti örgütü” olmaktan çıktı. Erdoğan devlet içerisindeki iktidarını ancak MHP’ye “yürütme ve yargı mevzileri” sunarak ve Mehmet Ağar gibi emekli kontgerillacıları işe koşarak elinde tutabiliyor. Ordu, bütünlüğünü ve prestijini yitirdi ve Suriye bataklığında battıkça batıyor. MİT’in ve polisin Erdoğan’a verdiği desteğin “içtenliği” su görürür. (“Dereyi geçerken at değiştirilmez” denilerek görevde kalmasına izin verilen Hakan Fidan ve Hulusi Akar hala MİT’in ve ordunun başında.) IŞİD ve diğer selefi çeteler Suriye’de yenildiler ve Türkiye’deki manüpilatif operasyon yetenekleri ve iradeleri zayıfladı. Üstüne üstlük ekonominin üzerine muazzam bir kriz gölgesi düşmüş durumda.

Erdoğan 16 Nisan referandumundan yenik çıkarsa, halk yalnızca “gelecekteki” tek adam yönetimine değil şimdiki partili cumhurbaşkanlığı oldu bittisine de hayır demiş olacak.

16 Nisan referandumundan çıkacak Hayır yanıtının sonrasında Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı yetkilerini bugüne kadar olduğu gibi sürdürmesi devlet içerisinde ciddi sorunlara yol açacak.

Erdoğan-MHP ittifakının 16 Nisan’dan yenilgiyle çıkması, MHP’deki kaçınılmaz altüst oluşun Bahçeli aleyhine muazzam bir dalgaya oturmasına neden olacak. Böyle bir gelişmenin, orduda, adliyede, poliste, MİT’te Cemaat’ten boşalan yeri dolduran MHP kadrolarını da etkilemesi kaçınılmaz olacak. Erdoğan’ın “Hayır” sonucu karşısında çamura yatması halinde ekonomik krizin büyük bir sıçrama göstermesi kaçınılmaz.

Dolayısıyla Erdoğan’ın 16 Nisan’dan çıkacak Hayır’ı 7 Haziran’dakini aratacak bir “kaos ve istikrarsızlık” hamlesiyle karşılaması her şeyden önce kendi felaketi olacaktır.

Ya “Evet”çıkarsa

Kaos ve istikrarsızlıktan korkacaklar için asıl tehlike 16 Nisan’dan şöyle ya da böyle “Evet” sonucunun çıkmasıdır.

Çünkü 16 Nisan’dan çıkacak “Evet” yanıtıyla Erdoğan (Bahçeli’nin iddia ettiği gibi) yalnızca bugünkü fiili durumu yasallaştırmış olmayacaktır. Tam tersine Mehmet Uçum’un altını çizdiği gibi böyle bir durumda Erdoğan, “yeni bir anayasal sistem kuruculuğu görevini” üslenmiş olacaktır. Savunma Bakanı Işık’ın “Atatürk de partili cumhurbaşkanıydı” sözleri tam da bu gerçeği ifade etmektedir.

Erdoğan böyle bir “kurucu” rol üslenebilir mi, üslenirse ne olur?

Bu soru ve yanıtı tabii ki çok daha derinlikli bir tartışmayı hak ediyor. Ama hatırlamalıyız ki, Mustafa Kemal, “Anadolu ve Rumeli’nin müslüman mülk sahiplerinin somut ortak çıkarları” temeli üzerinde bir “Kurtuluş Savaşı”na komuta ederek “kurucu baba” misyonunu edinmiş ve meşrulaştırmıştı. Erdoğan ise Türkiye halkını eklemleyecek herhangi bir somut ortak çıkarı değil, yalnızca kendi bireysel çıkarlarını (ve bu çıkara ancak geçici süre uyum sağlayacak zümrelerin anlık çıkarını) temsil ediyor ve Türkiye toplumu içerisindeki bütün iç savaş dinamiklerini harekete geçirerek kendisini “kurtarıcı” olarak sunabileceğini, Türkiye toplumunu tebaalaştırabileceğini  sanıyor. Mezhepçi ve cihatçı bir liderlikle Anadolu toplumunun tabiiyyet temeli üzerinde “yeniden uluslaştırılması” mantıksal bakımdan saçmalık, pratik olarak uzun süreli bir iç savaş hali demektir. Türkiye halkı da böyle bir sergüzeşte izin vermeyecek kadar basiretlidir. (FERDA KOÇ – SENDİKA.ORG)
Daha yeni Daha eski