“Geçmişe bakalım.
Haziran 2015 seçimlerinde Erdoğan yenildi.
Bu yenilgi ve HDP’nin başarısı, devlet içinde Kürt düşmanı refleksleri de harekete geçirdi ve Erdoğan bu yenilgisini atlatacağı en büyük desteği Devlet’in bu dönüşünde buldu.
Seçimlerden çok önceki dönemde, PKK’nın, YPG’nin ve HDP’nin sağladığı başarılar karşısında, Kürt hareketi içinde, Öcalan’ın “Türkiyelileşme” stratejisini oturtmasına da bağlı olarak; devlet içindeki farklı stratejilerin mücadelesinde, “aynı kalabilmek için değişmeliyiz”; yani “Kürtlerle savaşarak bölünmekten ise, Kürtlerle barışarak büyümeliyiz” diyenler; arada Kürt inkârına dayanan güçlerin konumu, Ergenekon ve darbe tevkifatlarının da bir yan ürünü olarak da epey zayıflamış bulunduğundan, üstün gelebilmiş; bu da Erdoğan’ın başkanlık hayal ve planları için Kürtlerin desteğini kazanmak taktik amaçlarıyla da çakıştığından “barış süreci” başlayabilmişti.
Ne var ki, “Barış süreci” ile Erdoğan ne Kürtlerin desteğini ne de başkanlığı alabildi.
Aksine Gezi’nin de gösterdiği gibi, diğer memnuniyetsizlik biçimleri de kendini dışa vurabilme olanağı bulmuştu ve bu da ayrıca Kürt hareketini hem besliyor hem de ona yeni müttefikler kazandırıyordu. Erdoğan için oyun bitmişti.”


Son yazımızın sonunda şu sözlere yer veriyorduk:
“Her sonu gelen sistem, sınıf ve güç, kendi sonunu dünyanın sonu olarak görür ve kendisiyle birlikte her şeyi yok etmek için sonradan intihar anlamına geldiği söylenecek bir hamle yapar.
Ve bu hamle genellikle onun sonunu hızlandırmaktan başka bir işlev de görmez.
İşte şimdi böyle bir kritik kavşağa gelmiş bulunuyoruz.
Ne yapacağını bilmiyoruz.
Ancak her türlü çılgınlığı yapacaklarından emin olabiliriz.”
Erdoğan’ın neler yapabileceğine geçmişe bakarak, kategorik bir cevap verilebilir belki.
Kategorik cevabımız şudur: büyük güçlerden birine (ABD ya da Rusya) bir şeyler verme karşılığında, Kürtlere ve Rojava’ya saldırı hakkı?
Sorun Erdoğan’ın bu olanağı bulup bulamayacağında toplanıyor. Yoksa akla gelebilecek her şeyi vermeye hazırdır.
Geçmiş hep böyle olduğunu gösteriyor
*
Geçmişe bakalım.
Haziran 2015 seçimlerinde Erdoğan yenildi.
Bu yenilgi ve HDP’nin başarısı, devlet içinde Kürt düşmanı refleksleri de harekete geçirdi ve Erdoğan bu yenilgisini atlatacağı en büyük desteği Devlet’in bu dönüşünde buldu.
Seçimlerden çok önceki dönemde, PKK’nın, YPG’nin ve HDP’nin sağladığı başarılar karşısında, Kürt hareketi içinde, Öcalan’ın “Türkiyelileşme” stratejisini oturtmasına da bağlı olarak; devlet içindeki farklı stratejilerin mücadelesinde, “aynı kalabilmek için değişmeliyiz”; yani “Kürtlerle savaşarak bölünmekten ise, Kürtlerle barışarak büyümeliyiz” diyenler; arada Kürt inkârına dayanan güçlerin konumu, Ergenekon ve darbe tevkifatlarının da bir yan ürünü olarak da epey zayıflamış bulunduğundan, üstün gelebilmiş; bu da Erdoğan’ın başkanlık hayal ve planları için Kürtlerin desteğini kazanmak taktik amaçlarıyla da çakıştığından “barış süreci” başlayabilmişti.
Ne var ki, “Barış süreci” ile Erdoğan ne Kürtlerin desteğini ne de başkanlığı alabildi.
Aksine Gezi’nin de gösterdiği gibi, diğer memnuniyetsizlik biçimleri de kendini dışa vurabilme olanağı bulmuştu ve bu da ayrıca Kürt hareketini hem besliyor hem de ona yeni müttefikler kazandırıyordu. Erdoğan için oyun bitmişti.
Stratejik “devlet aklı” ise, “Barış Süreci”nin hem Suriye’de; hem de Türkiye’de Kürt özgürlük hareketinin yeni mevziler kazanmasına yol açtığını görünce, bu sefer bu iki büyük güç, aynı gelişmelerin sonucu olarak, Kürtlerle savaş ve onları ezme stratejisine geri döndüler.
Bu dönüş, HDP ve PKK daha akıllı bir strateji ve taktik izleyebilselerdi bu kadar yıkıcı sonuçlara yol açmadan, tecrit edilebilir ve yenilgiye uğratılabilirdi.
Ancak burada yapılan stratejik hatalar da Devlet ve Erdoğan’ın önemli mevziler kazanmalarını ve cepheyi genişletmelerini mümkün kıldı.
İçerde bu iki gücün aynı hedefte birliği sağlanması yetmezdi; uluslararası alanda da tecrit olunmuştu.
Bu durumda Temmuz 2015’te ABD’ye İncirlik üssü açılarak, IŞİD’e karşı savaşa katkı kamuflajı altında Kandil ve PKK’ya bombardıman da başladı.
Yani Kürtlere açık savaş ilanı için, ABD’ye ve Koalisyon güçlerine İncirlik’i kullanma hakkı verildi.
*
İkinci sıkışma da neredeyse tam bir yıl sonra oldu.
24 Kasım 2015’te Rus uçağı düşürüldü.
Erdoğan ve Ordu hareket edemez duruma düştü.
Bu sefer, 27 Haziran’da Rusya’dan özür dilendi. Esad’a karşı savaş ve Rejimi yıkma konsepti terk edildi. 15 Temmuz ile ordu ve devlet içindeki NATO’cular tasfiye edilip, Ergenekoncu ve ulusalcılar ile ittifak kuruldu
Rusya ve Suriye’ye Halep verildi ve karşılığında Cerablus ve El- Bab’a kadar olan cebe girme, böylece kantonlarına birleşmesini engelleme olanağı elde edildi.
*
Şu an yine sıkışmış ve kısmış durumdalar. Kendi oyunlarına geldiler.
YPG Rusya aracılığıyla Menbiç’e giden yolları Suriye hükümetine resmen devretmiş gibi oldu. Ayrıca Suriye hükümeti, El Bab’ın güneyinden Menbiç’le bağlantı kurarak Türk Ordusunun güneyden uzun yol üzerinden Rakka’ya gitme (Rojava’yı güneyden kuşatma planlarını olmamışa döndürdü.
Ayrıca Türkiye bizzat kendisi Rojava ile Afrin’i yarı yarıya birleştirdi.
Çünkü böylece ara yolu ile Rejimin egemen olduğu alanlar, Afrin ve Rojava birbirine bağlanmış oluyor. Bu aynı zamanda Afrin ve Rojava arasında da insan ve malzeme geçişi demek. Rojava’nın tarım ürünlerinin rejimin elindeki nüfusun ve sanayinin ezici bölümünü barındıran bölgelere gidebilmesi, oradan sanayi ürünlerinin alınabilmesi, ticaretin ve ekonominin her iki tarafta da canlanması demek.
Yani Türkiye “Beka sorunu” olarak gördüğü birleşmeyi bizzat kendisi yarı yarıya sağlamış oldu.
Böylece Fırat’ın batısında Rusya’yı doğusunda ABD’yi karşıya almadan Suriye'deki Kürt güçlere saldırmak fiilen olası olmaktan çıkmış bulunuyor.
*
Bu sıkışmadan kurtulmak için, Şengal’e Barzani’nin saldırmasını sağladılar.
Ancak Barzani’nin güçleri çok üstün silahlarına rağmen dirençle karşılaşıp ciddi kayıplar verince, daha büyük yığınak yapmak ve toparlanmak için ateşkes istemek zorunda kaldı.
Birçok peşmergenin savaşmak istemediği ve tutuklandığı görüldü.
Ayrıca bu saldırı Barzani’nin Kürdistan’da tecridini de pekiştirdi.
Şimdi bu durumda Türkiye ne yapabilir?
*
Bu durumda Erdoğan kime ne verebilir?
Birileri bir şey almayı kabul etse, bu sefer nereye saldırabilir?
Erdoğan 2015 ve 2016 Temmuz’larında yaptığı gibi, birilerine bir şeyler verme karşılığında yeni bir alan açmalıdır ki, iktidarda kalabilsin ve bu sıkışmışlıktan kurtulabilsin.
Anketler de #HAYIR çıkacağını gösteriyor.
Hem bu Hayır’ın çıkmasını engellemek; hem de bu sıkışmışlıktan kurtulabilmek için Erdoğan’ın da; Ergenekon’un ve ulusalcıların da hem birilerine bir şey vererek alan açmaya;  hem de bunun sağlayacağı olanakla referandumu yaptırmamaya ihtiyaçları var.
Çünkü ancak referandumun yapılmaması halinde aralarındaki gerilim ve rekabet en azından bir süre için ikinci plana düşer.
Bunların da arasında şu an bir rekabet ve güvensizlik var olduğundan, aynı zamanda birbirlerinin hareket alanını da kısıtlıyorlar.
Bir yandan da yarın aralarındaki kapışmaya karşı mevzilenmeye çalışıyorlar.
Bu nedenle referandumun ertelenmesi bir ateşkes için çok gerekli. Referandumu erteleyecek veya vazgeçmeyi sağlayacak gelişme ise Savaş olabilir. Ama Savaş için bu kuşatılmışlıkta ABD’ye veya Rusya’ya bir şeyler verilmelidir.
*
Rusya’ya ne verilebilir?
Halep gibi bu sefer İdlip ve tüm civarını Suriye’ye vermek; bunun karşılığında da Afrin ya da Menbiç’e girmek veya orayı ezmek.
Ancak Afrin dağlık bölgedir. Çok zor olur. Menbiç karşılığında, Hatay’ın güney doğusunda Türkiye’nin desteğiyle var olabilen İslamcıların elinde bulunan bütün bölgeyi olduğu gibi Suriye güçlerine teslim etmek; oradakileri Cerablus Bab cebine aktarmak ve Menbiç’e Suriye ve Rusya’nın onayıyla saldırıp, Kürtleri Fırat’ın doğusuna atmak.
Bu bir olasılık. Ancak uygulanması çok zor.
Hem Türkiye’nin desteklediği gruplar; hem Nusra ve benzerleri bu ihaneti karşılıksız bırakmaz.
Bu İslamcı gruplar elbet ellerindekini kuzu kuzu vermeyeceklerdir.
Türkiye’nin kontrolündekiler bile Menbiç’e karşı saldırıda kullanılmaya onay vermeyebilirler.
Bu Suudi Arabistan ve Katar’ın tepkisini çeker. Dolarları çekebilirler ve daha başka araçlarla Erdoğan’ı ve içerideki müttefiklerini zor duruma düşürebilirler.
Menbiç’in direnişi kolay kolay kırılamaz. Yani bütün verilenlere rağmen Menbiç alınamayabilir.
Ancak Erdoğan ve müttefikleri iflas etmiş kumarbazlar olduklarından, her şeyi göze alıp böyle bir oyuna girebilirler.
Erdoğan’ın önümüzdeki günlerde Putin’i ziyaretinde ona böyle bir plan sunabilirler ve Putin de bu yağlı parçayı elinden kaçırmak istemeyebilir.
Böyle bir plan, laik ulusalcı ve Ergenekoncu müttefiklerinin de ayrıca ideolojik olarak hoşuna gidebilir.
*
Türkiye’nin ikinci hedefi Rojava’yı doğudan kuşatmak, Kandil ve Irak ile Rojava’nın bağını koparmaktır.
Barzani bunun için saldırtıldı. Ama Barzani’nin başarılı olamayacağı şimdiden söylenebilir. Ayrıca İran da bunun karşısında sessiz kalmayacaktır.
Devletin derinliklerinde oraya Türk ordusunun sokulmasının düşünüldüğü belli. Dil ağrıyan dişi kurcalar derler.
Başbakan yardımcısı Kaynak "Barzani başarılı olmazsa TSK Şengal'de gereğini yapar" demiş.
Bu resmen Irak topraklarına girmektir.
Bunun için bir formül, örneğin Barzani’nin davetiyle Türk birliklerinin Şengal’e doğru girmesi, olabilir. Ancak buna İran ve Irak rıza göstermeyecektir.
Eski diplomat buna “Nasıl gidilecek Şengal'e? Irak ordusuyla harbe mi gireceğiz?” notunu koymuş Twitter’de.
Evet, tam da böylesine el yükseltebilirler.
ABD’nin İran’ı hedef haline getirdiği; öte yandan hızla savunma harcamalarını arttıracağı; dünyada bir gerginlik politikasına yöneleceği artık epeyce netleşmiş bulunuyor.
Bu durumda, ABD’ye sunulan planlarda ÖSO çapulcuları yeterince ikna edici olamayınca, bu sefer memleketteki Mehmetçiklerin canı ve kanı verilebilir.
Kuzeyden Rakka'ya gireyim, o bahaneyle Rojava’yı ezeyim; Doğu’da da Şengal’e gireyim. Bu durumda Karşı duracak İran’la savaşayım. İran’a ve IŞİD’e karşı askerin olayım ama bana bunun karşılığında Rojava’yı bağışla diyebilir.
ABD ve Trump böyle bir yağlı teklife evet diyebilirler.
Bir zamanlar Saddam’ın yaptığı İran’la savaş işini bu sefer Türkiye üstlenebilir.
İran çekinip savaşa girmese bile bu sefer Türkiye’nin Kürt koridorunu engellemesi gibi, ABD de Türkiye aracılığıyla Şii koridorunu engellemiş olur. İki taraf için de kazan kazan.
Ancak bu aynı zamanda büyük olasılıkla bir dünya savaşı anlamına da gelebilir.
Türkiye’nin böyle bir hamlesi Rusya ve İran tarafından bir oldubitti olarak kabul edilemez. Bu durumda Rusya ve ABD doğrudan karşı karşıya gelebilir. Bu durumda bir dünya savaşı çıkabilir.
Erdoğan ve Ergenekon’un “Beka Sorunu” insanlığın beka sorunu haline dönüşebilir.
Ancak bu kolay değildir.
İran’la bir savaş, Türkiye’de destek bulmaz. İran’a enerji bağımlılığı vardır. Bizzat Devletin içinden bile çok ciddi bir direniş görür.
Bu nedenle soyut bir olasılık olarak mümkün olan böyle bir olasılık gerçekte çok zayıftır.
*
Peki, Erdoğan ve Ergenekon, ABD veya Rusya’ya başka ne sunabilir?
Pek bir şey kalmamış görünüyor?
Yollar tıkalı görünüyor.
Ayrıca bu “çözüm”lerin her biri daha büyük ve aşılmaz sorunlara yol açar.
Bu durumda Türk devletinin tekrar Kürtlerle Barış stratejisine dönmekten başka çaresi kalmaz.
Ancak bu stratejiye dönebilmek için Erdoğan’ın tasfiyesi gerekecektir.
Erdoğan’ı tasfiyenin ilk adımı ise, #HAYIR çıkmasıdır.
Gerisi nispeten kolay bir iştir.
MHP ve CHP Erdoğan’a verdikleri doğrudan ve dolaylı desteği çektikleri; AKP içindeki Gül, Arınç vs. gibi Erdoğan muhalifleri sinyali alıp harekete geçtiklerinde, Erdoğan’ın hızlı düşüşü başlar.
Kürtlerle barış stratejisine dönebilmek için, Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin tasfiyesi kaçınılmazdır.
*
Bize düşen görev ise, #HAYIR’ın sadece devlet içinde bir strateji değişikliğine ve ateşkese yol açmakla kalmayıp, bu merkezi bürokratik devlet cihazının tasfiye edilip yerine tamamen aşağıdan gelme; milletin üzerinde yükselmeyecek, ona hizmet edecek bir devlet cihazının ve demokratik bir ulusun oluşması için muhtemelen karşımıza çıkacak bu son derece elverişli koşulları değerlendirmektir.
Ne yazık ki bunun için ne teorik, ne programatik, ne politik ve stratejik, ne de örgütsel hiçbir hazırlık yok.
Muhtemelen tarihin sunacağı çok büyük fırsatlar bir mirasyedi gibi harcanacaktır.
Biz ise böyle olmaması için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz.

6 Mart 2017 Pazartesi - Demir Küçükaydın - @demiraltona - demiraltona@gmail.com
Yazılarımız şu adresteki blogta bulunuyor:
https://demirden-kapilar.blogspot.de/
Videolarımız şu adreste:
https://www.youtube.com/user/demiraltona
Yazılarımızı ayrıca ses dosyası olarak şurada paylaşıyoruz. Direk podcasttan veya indirerek dinlemek mümkün.
https://soundcloud.com/demirden-kapilar
Kitaplarımız buradan indirilebilir.
https://drive.google.com/open?id=0BxCB_Gtx8VYAcDREeTJVLW93MjA
Daha yeni Daha eski