Peki biçimsel eşitlik nedir? Devletin ya da ulusun, dilinin, dininin, soyunun, sopunun, tarihinin, etnisinin, ırkının olmamasıdır. Devle...
Peki biçimsel eşitlik nedir?
Devletin ya da ulusun, dilinin, dininin, soyunun, sopunun,
tarihinin, etnisinin, ırkının olmamasıdır. Devletin bunlara karşı kör
olmasıdır.
Devlet ve/veya Ulus, bir dille, bir dinle, bir tarihle, bir
soyla, bir “kültürle” vs. tanımlandığında bu eşitlik mümkün değildir.
Bu kadar basit.
Türk devleti ve ulusu Türklükle (ve Sünni Müslümanlığın özel
bir yorumuyla) tanımlanıyor, resmi dili Türkçe (dini “İslam”), okullarında ana
dili Türkçe olmayanlardan alınan vergilerle Türkçe okutuluyorsa (ve işin kötüsü
diğer diller de yasaklanıyorsa) o ülkede demokrasi yoktur.
Bunu söyleyen olmadığı sürece demokrat da yoktur.
Demokratlar olmadan ve nüfusun çoğunluğunu kazanıp böyle bir düzen kurmadan da
demokrasi olmaz.
6 Haziran 2013 tarihinde, yani Gezi’nin ilk haftasında
yazdığımız “Erdoğan’ın Anti-Demokratik Demokrasi Anlayışı, Azınlıklar ve
Ulusçuluk” başlıklı yazıda şunları diyerek başlamışız söze:
“Recep Tayyip Erdoğan’ın demokrasi anlayışı, sadece içeriği
bakımından anti demokratik değildir; demokrasi anlayışı bakımından da anti
demokratiktir. Erdoğan’ın anlayışını eleştirmek isteyenler de maalesef
demokrasi hakkında demokratik bir anlayışa sahip değildirler. Demokrasi
hakkındaki anti demokratik anlayış, genel olarak demokrasinin anti demokratik
bir sistemle uyuşabileceği gerçeğini kabul etmez ya da görmezden gelir.
Çoğunluğun anti demokratik olabileceğini kabul etmez veya varsaymaz.
Hâlbuki, demokratik demokrasi anlayışı, demokrasiyi sadece
azınlık ve çoğunluk ilişkisiyle tanımlamaz, haklarla tanımlar; hakların ne
olduğunu tartışır; hakları azınlık ve çoğunluğun karaları dışına koyar.
Demokrasi konusundaki bu kafa karışıklığı çok yaygındır ve
bu nedenle Erdoğan’ın demokrasi anlayışına tutarlı ve kapsayıcı bir eleştiri
yapılamamakta; onun anti demokratik bir demokrasi anlayışına sahip olduğu
gösterilememekte ve konu haklar sorununa getirilememektedir.
Çünkü Erdoğan’ın dile getirdiği anlayışa karşı çıkanlar da
demokrat değildirler.
Eleştirdikleri demokrasi anlayışı değil, onun somut
uygulamalarıdır.
Konunun daha iyi anlaşılmasına bir katkı olması için bundan
on üç yıl önce yazdığımız bir yazıyı koyuyoruz.”
Koyduğumuz yazı ise, 6 Ekim 2000 tarihinde, bugüne göre 17
yıl önce yazdığımız, o zamanlar yazarı olduğumuz, Özgür Politika’da yayınlanmış
olan “Azınlıklar ve Demokrasi” adlı yazıydı.
*
Yani en azından 17 yıldan beri Türkiye’nin demokrat ve
solcularına; aydınlarına, Kürt hareketine, anti demokratik bir demokrasi
anlayışına sahip olduklarını söylemiş ve bunun bir gün kendilerini de
vurabileceği uyarısını yapmışız.
Demişiz ki, “evet genel anlamıyla Demokrasi “ilke olarak
azınlığın çoğunluğa uymasını kabul eden rejim” (Lenin) olarak tanımlanabilir,
ama bu genel anlamıyla demokrasidir.” Ve hemen eklemişiz, “demokrasi genel
anlamıyla, savaşçı ve ezici bir milliyetçilikle bağdaşabilir.” (Lenin).
Ve şöyle devam etmişiz:
“Hiç unutmamak gerekir, Hitler demokratik seçimlerle en
büyük parti olmuştu. Türkiye’de son seçimlerde, Türk ulusunun yüzde sekseni
inkârcı ve şoven politikalara oy verdi.
Demokrasi, “ilke olarak azınlığın çoğunluğa uymasını kabul
eden rejim” olduğundan, çoğunluğa azınlık hakkında karar hakkını vererek ona
bütün silahları sunar. Çoğunluk, çoğunluk olarak azınlığı öldürme kararı bile
alabilir son derece demokratik olarak.
İlk bakışta bu ifade çok abartılı gibi görünür ama, yakın
zamana kadar toplantılarda, sigara içen çoğunluğun kararıyla sigara içilebilme
kararı alınırdı. Yani bir tür taksitle öldürme kararı.
Genel olarak demokrasi her türlü gericilik, milliyetçilik,
ırkçılık vs. ile gayet güzel uyuşabilir.
Ama özel bir demokraside, daha başta, “hiç kimsenin
başkasının sağlığına onun rızasına dayanmadan bir zarar veremeyeceği” gibi bir
ilkenin olduğu, bu hakkın garanti altına alındığı bir demokraside, çoğunluk bu
konuda karar alamaz. Böyle bir demokraside, on bin kişilik ve bunların
9999’unun sigara içtiği bir toplantıda, bir tek kişi dahi sigara içilmemesi
önerisinde bulunduğu zaman, artık bu öneri “demokratik bir şekilde” oylanmaz,
sadece öneriye uyulur. Eğer uyulmaz ise, başta koyulan ilke ihlal edilmiş, yasa
dışına düşülmüş olur. Bu durumda o bir kişi, 9999 kişiyi, mahkemeye verip hapse
tıktırabilir.
Demokrasinin genel olarak, her türlü gericilik ve şovenlikle
bağdaşabilen genel olarak demokrasi olmaktan çıkıp, bunu sınırlayan, özel bir
demokrasi olabilmesi için, çoğunluğun bazı konularda karar alamayacağı yönünde
ilkeler belirlemiş olması gerekir.
Demokrasinin gelişim tarihi, bir yanıyla çoğunluğun karar
alabildiği alanlara kısıtlamalar getirilmesinin tarihidir. Bu gün Türkiye’de
örneğin, Çoğunluk Türkçe konuşuyor ve diğerlerini Türkçe konuşmaya bin bir
yoldan zorluyor. Ama herkesin ana dilini öğrenme, konuşma ve geliştirme
haklarının garanti altına alındığı bir demokraside, çoğunluk artık azınlığın
dilleri hakkında bir karar alamaz.”
*
Ne yazık ki, ne entelijansiya; ne de sol kamuoyu
demokrasinin Türkiye’de haklar değil, azınlık çoğunlukla sınırlı olarak
anlaşılmasını gündeme getirip, kendilerinin ve geniş yığınların demokrasi
anlayışlarını demokratikleştirecek böyle bir tartışma ve gündem oluşturmaya
çalışmadılar. Bizim bütün girişimlerimiz yankısız kaldı.
Ama şimdi, yıllardır dikkati çekmeye çalıştığımız tehlike
bir gerçek olarak karşılarına çıkınca yine demokrasiyi bir haklar sorunu olarak
ele almaktan kaçarak, bu sefer “Çoğunluk Diktatörlüğü”ne karşı, hukukun veya
güçler ayrılığının ardına sığınmaya çalışıyorlar.
Hukuk devleti olmanın Demokrasi olmakla ilgisi yoktur. Anti
demokratik bir hukuk da olabilir. Türkiye’deki hukuk anti demokratik bir
hukuktur. Hukuku, çoğunluğun karşısına koymanın kendisi de demokratik bir duruş
anlamına gelmez.
Bu tutarlı demokrasi yokluğu bizzat muhalifleri de, #HAYIR cephesini
de vurmakta ve iç tutarsızlığa mahkûm etmektedir. Erdoğan’a ve onun dayandığı
anlayışa ancak sonuna kadar tutarlı bir demokrasi anlayışıyla karşı
durulabilir. Bu zayıflığı görelim.
Örneğin T24 sayfalarında Metin Münir, “Demokrasi için en
büyük tehlike çoğunluklardır” diye yazı yazmak sorunda kalıyor.
Eğer öyle ise, bir filozofların devleti yönetmesini öngören
Platon’un veya “beni Hürriyete muhalif görenler yanılıyorlar, kullanmasını
bilmeyene Hürriyet vermek, çocuğun eline tüfek vermek gibidir, tutar babasını
vurur” diyen Abdülhamit’in yanlışı neredeydi diye sormak gerekir.
Tutarlı bir demokrasi anlayışına sahip olmaması, muhalefeti
veya #HAYIR cephesini, işte şimdi, bu referandum vesilesiyle, tamamen
Erdoğan’ın belirlediği son derece elverişsiz koşullarda; onun problemi koyuşu
içinde ona karşı mücadele etmek ve Erdoğan’ın dayandığı anlayışa temelden karşı
çıkacak yerde kendisini de silahsızlandıran karşı çıkışlar yapmak zorunda
bırakıyor.
Bunun nedeni uzak görüden yoksun, temel kavramlar ve
sorunları sorun etmeyen günübirlik politika yaklaşımlarıdır.
Ama bunun da ardında çok daha derin bir sosyolojik gerçek
var. Türkiye’nin aydınları bu Şark despotluğu olan, kapitalizm öncesinin
kalıntısı devlet cihazında ya memurdurlar ya da onların ortamında yaşarlar,
onların ideolojik dünyası içinde yer bulurlar.
Burjuvazi ise, güçlü bir devlet olmadan egemen olamayacağını
bildiğinden aynı gericilikle maluldür, tutarlı bir demokrasi diye bir derdi
olmadığı gibi düşmanıdır da.
Bu edenle gerçek ve tam bir demokrasi programı ve anlayışı
yankı bulamaz ve bu nedenle de tüm girişimler yankısız kalır.
Erdoğan’ın anlayışının muhalefeti nasıl silahsız bıraktığını
Diken’de Levent Gültekin CHP’nin Anayasa mahkemesine itiraz etmemesi noktasında
iyi yakalamış ve şöyle diyor:
“Bu nedenle böyle konularda “Halka güveniyoruz, o yüzden ona
soralım” tavrı tahmin edilenin aksine ürkütücü sonuçlar doğurur.
“Hukuka uymayanı halka soralım, filana özgürlük verilsin mi,
verilmesin mi; halka soralım? Filan parti kapatılsın mı; halka soralım, falan
siyasetçi yasaklasın mı; halka soralım. Falana yaşam hakkı tanıyalım mı,
tanımayalım mı; halka soralım?”
Bu yaklaşım ülkeyi büyük bir kargaşaya sürükler ve yaşanmaz
hale getirir.
Mesela yarın birileri çıkıp “Camileri kapatmak istiyoruz,
buyurun halka soralım” dese ve çoğunluk da “Kapatılsın” dese ne yapacağız?
CHP’nin ‘Halka güveniyoruz, o yüzden Anayasa Mahkemesi’ne
gitmedik’ yaklaşımının, Erdoğan’ın ‘İdamı halka soralım’ yaklaşımından farkı
yok.
Ya da “Yolsuzluk yapanları artık yargıya değil halka götürelim,
çünkü halka çok güveniyoruz” demek olacak şey mi?”
*
Evet, ama şu açmazı ne yapacağız?
Hakları ve hukuku kim yerleştirecek? Eğer o çoğunluğun
dışındaki bir güçse, ki öyle olması gerekiyor, o takdirde, yukarıdaki sözleri
eden Abdülhamit’in veya “bunlar vatandaş değil, yatantaş, bunlara haklarını
getirmek için aydın sivil asker zümrenin idareyi ele alması gerekiyor” diyen
Cuntacıların suçu ne?
Demek ki, kesinlikle ulusun çoğunluğu demokrat olmadan ve
demokrat olmayanlar üzerinde bir diktatörlükten başka bir şey olmayan bir
demokrasi kurmadan bu paradokstan çıkışın yolu yoktur.
Ama bunun için de öncelikle Türkiye’nin zerrece demokratik
olmadığını kabul etmek gerekir.
Türkiye’yi ve Türkleri böyle anti demokratik ve demokrasi
düşmanı bir devlet ve ulus olarak tanımlamadan Türkiye’nin demokratik olmadığı
kabul edilemez.
Demek ki, Demokrasiyi azınlık ve çoğunluk olarak tanımlamak,
yani demokrasinin anti demokratik tanımını sorun etmemek, bizzat Türkiye’nin
demokrasi düşmanı, anti demokratik bir ülke olduğu noktasından harekete
geçmekten kaçışın bir aracıdır.
Çünkü Demokrasiyi bir haklar sorunu olarak tanımladığınızda
ancak Türkiye’nin demokrasi olmadığı tanımını yapıp politikanızı ve
mücadelenizi buna göre belirlersiniz.
*
Demokrasi ile sosyalizmin farkı şudur ve tam da bu nedenle
demokrasi olmadan sosyalizm mümkün değildir.
Demokrasi insanların biçimsel veya hukuki ve siyasi eşitliği
demektir.
Sosyalizm ise, bu eşitliğe sosyal, yani ekonomik eşitliğin
de eklenmesidir.
Birinci veya biçimsel eşitliğin olmadığı bir yerde ikinci
eşitliği gündeme getirmek; birinci eşitsizliği gündemden düşürmekten ve o
eşitsizliği meşrulaştırmaktan başka bir anlama gelmez.
Bütün demokratik diye bilinen muhalefetin temel sorunu da
budur. Hepsinin yaptığı çeşitli derecelerde böyle bir politikadır.
Ulusalcılardan, ekmek ve tencere diyen diğer sosyalistlere veya muhalif kimi
İslamcılara kadar hep böyledir.
Peki biçimsel eşitlik nedir?
Devletin ya da ulusun, dilinin, dininin, soyunun, sopunun,
tarihinin, etnisinin, ırkının olmamasıdır. Devletin bunlara karşı kör
olmasıdır.
Devlet ve/veya Ulus, bir dille, bir dinle, bir tarihle, bir
soyla, bir “kültürle” vs. tanımlandığında bu eşitlik mümkün değildir.
Bu kadar basit.
Türk devleti ve ulusu Türklükle (ve Sünni Müslümanlığın özel
bir yorumuyla) tanımlanıyor, resmi dili Türkçe (dini “İslam”), okullarında ana
dili Türkçe olmayanlardan alınan vergilerle Türkçe okutuluyorsa (ve işin kötüsü
diğer diller de yasaklanıyorsa) o ülkede demokrasi yoktur.
Bunu söyleyen olmadığı sürece demokrat da yoktur.
Demokratlar olmadan ve nüfusun çoğunluğunu kazanıp böyle bir düzen kurmadan da
demokrasi olmaz.
Dikkat edilsin bunu en demokratik parti olan HDP bile henüz
talep etmiyor. Onun talebi Kürtçenin de tanınması, Türkçenin resmi dil olmaktan
çıkarılması; herkese ana dilinde eğitim hakkı değil. Böyle bir şey programında
yok. Hatta, böyle bir programın tartışılması ve kabulü yönündeki bütün
girişimlerimiz idari tedbirlerle kongrelerde engellendi.
O halde Türkiye’de demokrat yok, demokratik bir hareket
yoktur ve halkın demokrat olup demokratik bir düzen kurması mümkün değildir.
Türkiye’nin demokrasi olmadığı kabul edilmeden yapılan tüm
politik mücadeleler son duruşmada düşmanı silahlandırmaktan başka bir işe
yaramaz.
Örneğin Levent Gültekin, kendisi Türkçenin resmi dil
olmaktan çıkarılmasını, ulusun ve devletin Türklükle tanımlamasına son
verilmesini; devletin resmi dilinin olmamasını; ana dilde eğitim hakkını bir
temel hak olarak tanımlamayı kabul ediyor mu?
Bunu açıkça savunuyor mu?
Hayır
Dolayısıyla kendisi de demokrat olmaktan çok uzak.
*
Bir demokrat, referandumda #HAYIR’ı demokrasi getireceği
veya demokrasiyi savunmak için savunmaz. Demokrasi mücadelesinde daha uygun
koşullar ve güç konumlanmalarına yol açabileceği; belki kendi dinamiğiyle
demokrasi mücadelesine itilim verebileceği için savunur. Yani demokrasi amacına
ulaşmak için daha elverişli araçlar ve koşullar sunabileceği için savunur.
Aksi takdirde, demokrasiyi savunmak veya demokrasi getirmek
için #HAYIR demek demokrat iddiasındakileri silahsızlandırmaktan ve yeni
yenilgileri davet etmekten başka bir işe yaramaz.
Konuya bu genel girişten sonra, azınlık ve çoğunluk konusunu
ve bu kavramların üç farklı anlamını; üç farklı azınlık olduğunu gelecek yazıda
ele alalım.
22 Şubat 2017 Çarşamba
Demir Küçükaydın
@demiraltona
demiraltona@gmail.com
Yazılarımız şu adresteki blogta bulunuyor:
https://demirden-kapilar.blogspot.de/
Videolarımız şu adreste:
https://www.youtube.com/user/demiraltona
Yazılarımızı ayrıca ses dosyası olarak şurada paylaşıyoruz.
Direk podcasttan veya indirerek dinlemek mümkün.
https://soundcloud.com/demirden-kapilar
Kitaplarımız buradan indirilebilir.
https://drive.google.com/open?id=0BxCB_Gtx8VYAcDREeTJVLW93MjA