“Feminizmin, kadın hareketinin -ve tabii LGBTİ+ hareketin-
yükselen muhafazakârlığa karşı en güçlü mücadeleleri oluşturduğu ortada.
Aslında başta Marksistler olmak üzere maddecilerin buna şaşmaması gerek. Çünkü
maddi yaşamın bilinci belirlediğini onların bilmesi gerek ve muhafazakârlığın
en fazla mağdur ettiği ve dolayısıyla muhafazakârlığa en kararlı karşı çıkan
kesim Kadıköy-Beşiktaş hattı falan değil, kadınlar ve LGBTİ+’ler”
Dünyada ve Türkiye’de kadınların kitlesel ve coşkulu
eylemlerle ayağa kalktığı, uluslararası kadın grevi ile birlikte sokağa çıktığı
bir 8 Mart’ı geride bıraktık. Başta İstanbul olmak üzere Türkiye’de de on
binlerce kadın OHAL koşullarındaki tüm yasaklama ve engelleme girişimlerine
rağmen sokakları doldurdu. Uluslararası kadın grevine destek, mitingler,
açıklamalar son yılların en kitlesel sokak gösterisi, Taksim’deki 8 Feminist
Gece Yürüyüşü ile taçlandı. Geçtiğimiz 8 Mart’ı feminist yazar Ayşe Düzkan’la
konuştuk.
Düzkan, 8 Mart 2017’nin kadınların dünyanın farklı
yerlerinde ortak taleplerle bu kadar güçlü bir şekilde birlikte hareket
ettikleri ilk 8 Mart olduğunu söylerken bunun devamının gelmesinin kaçınılmaz
olduğunu söylüyor. Düzkan bu 8 Mart’ı farklı ülkelerde yaşayan kadınların
farklı deneyimlerini kapsayarak ilerleyecek, enternasyonalist bir kadın
hareketinin ilk adımı olarak değerlendiriyor.
Sendika.Org: Merhaba, son yıllarda 8 Mart mitingleri ve
Feminist Gece Yürüyüşleri arasında belirgin bir kitlesellik, enerji ve söylem
farklılığı var. Özellikle geçtiğimiz son 8 Mart’ta da bu farklılık dikkat
çekiciydi. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ayşe Düzkan: Bakırköy’deki izin alınmış, büyük güvenlik
önlemleri olan mitingde, onlarca örgütün çağrısıyla toplanmış taş çatlasa iki
bin kişi vardı. Çarşamba akşamı Taksim’de, izinsiz, güvenlik önlemleri son
derece zayıf, her türlü saldırıya açık yürüyüşe sadece feministlerin çağrısıyla
en az otuz bin kadın katıldı. Bu, geçen sene, yine Bakırköy’de, 1 Mayıs günü,
yine onlarca örgütün çağrısıyla toplanmış olanlardan da kat be kat fazla.
Taksim’de bir kürsü, kürsüden müzik yayını, bürokratik konuşmalar yoktu, müzik
kortejin içinde, arasında yapılıyordu, sloganlar ortaktı ama dövizlerde herkes
kendi söylemek istediğini yazmıştı ve son derce yaratıcı ifadeler vardı.
Coşkuyu herhangi başka bir gösteriyle kıyaslamaya kalksak Onur Yürüyüşü ve
Newroz’u düşünebiliriz.
unun neden ve nasıl mümkün olduğu üzerine solcuların da “Lanet
olası liberaller” klişelerini bir kenara bırakıp düşünmesi gerekiyor bence.
Gece yürüyüşü sadece politik bir güç gösterisi değildi, Beyoğlu Belediyesi’nin
caddenin ortasına park ettiği arabaların üzerinden yürüyen kadın, Tünel’deki
ferforje anıta tırmanan, kimisi 50 yaşın üstünde kadınlar, birlikte olmanın
fiziksel anlamda BİLE güçlendirici olduğunun kanıtıydı. Alanda ve sonrasındaki
kutlamalarda, bedenleriyle, cazibeleriyle, erkek kültürünün istenmez olarak
kodladığı, şişmanlık, yaşlılık ve başka her türden beden formuyla barışık
çıplaklık deneyimleri de çok güçlendirici. Yani Feminist Gece Yürüyüşü, tıpkı
Onur Yürüyüşleri gibi, görünürlük ve politik sözün ötesinde, katılan tekil
bireylerin benliğini de değiştiren bir deneyim. Ve bu muazzam gösterinin, meydan
okumanın hem düzenleyenlere hem de katılanlara büyük bir sorumluluk yüklediğini
unutmamalı.
Kadıköy-Beşiktaş hattı falan değil, kadınlar ve LGBTİ+’ler…
Kadın hareketi de feminizm de AKP iktidarına muhalefetten
ibaret değil, öyle olsa zaten bu noktada olmazdı. Öte yandan, feminizmin, kadın
hareketinin -ve tabii LGBTİ+ hareketin- yükselen muhafazakârlığa karşı en güçlü
mücadeleleri oluşturduğu ortada. Üstelik bunu, açık giyinme özgürlüğünü ve
başörtüsü takma hakkını inkâr etmeden, çeşit çeşit resmi ideoloji, ordu,
ordunun içindeki bilmemkimlerle yan yana gelmeden yapıyor. Aslında başta
Marksistler olmak üzere maddecilerin buna şaşmaması gerek. Çünkü maddi yaşamın
bilinci belirlediğini onların bilmesi gerek ve muhafazakârlığın en fazla mağdur
ettiği ve dolayısıyla muhafazakârlığa en kararlı karşı çıkan kesim
Kadıköy-Beşiktaş hattı falan değil, kadınlar ve LGBTİ+’ler.
Bu 8 Mart’ta İstanbul dışındaki eylemler de hayli
hareketiydi. Pek çok kadın eylem günlerinin öncesinde 8 Mart’ı gündemine aldı,
mahallelerinde uluslararası greve destek metnini okudu. Birçok yerde de
saldırılar maruz kaldılar. Bu toplam manzarayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
İstanbul ve diğer birkaç büyük şehir çok göz önünde olduğu
için yasaklar kalktı ama küçük yerlerde saldırıların olması, İstanbul’da Bilgi
kampüsünde, “sivil” ve bıçaklı bir saldırının gerçekleşmiş bulunması da tabii
ki kadınların başkaldırmasının nasıl rahatsız edici olduğunu gösteriyor.
Grev metni, sizin de dediğiniz gibi birçok yerde,
mahallelerde, atölyelerde ses buldu. Çünkü bütün kadınların gerçek
sorunlarından bahsediyor. Kadın hareketini bu kadar etkili ve güçlü kılan nokta
da bu bence, somut gerçek dertleri ifade etmesi, öznesinin doğrudan ezilenler
ve sömürülenler olması ve radikalliğinden hiçbir biçimde taviz vermemesi.
Kadınların emeğinin ev-içinde ücretsiz, kamusal alanda ücretli sömürülmesi, son
yirmi yılda yoksulluğun kadınlaşması olgusunu ortaya çıkarttı.
Kadın olmanın başlı başına bir ekonomik konum olduğu ortada
Birçok kadının özgürleşme sürecinin önündeki en önemli
engellerden biri, ev yükünün yarattığı bağımlılık ve ücretli çalışma
imkânlarının hem eğitimsizlik hem de yine evdeki sorumluluklar yüzünden
sınırlanmış olması. Kadınlar, dünya üzerindeki üretimin önemli bir bölümünü
ücretsiz olarak -özellikle tarımda- gerçekleştiriyor ama ücretli emek gücünün
küçük bir kısmını oluşturuyorlar. Dolayısıyla, kadınlar için “emekçi” olmak
yani ücret karşılığında sömürülmek bir ayrıcalık. Ve hemen her kadın, ev-içinde
ücretsiz emek sarf ediyor. Ben kadınların ev-içindeki patriyarkal üretim biçimi
içinde bir sınıf olduğunu düşünüyorum, bunu kabul etmeseniz bile kadın olmanın
başlı başına bir ekonomik konum olduğu ortada. O yüzden emekçi kadınlarla
ilgili siyaset yapmak mücadelemizin önemli ama sınırlı bir bölümünü oluşturabilir.
Diğer yandan, emekle ilgili tartışmalar uzun zamandır kadın
hareketinin gündeminde, bu 8 Mart’ta böyle dünyanın her yerinde gündemi
oluşturması çok önemli. Ayrıca, 2017 kadınların dünyanın farklı yerlerinde
ortak taleplerle bu kadar güçlü bir şekilde birlikte hareket ettikleri ilk 8
Mart oldu. Bunun devamının gelmesi kaçınılmaz. Bu farklı ülkelerde yaşayan
kadınların farklı deneyimlerini kapsayarak ilerleyecek, enternasyonalist bir
kadın hareketinin ilk adımı. Ancak emperyalist hegemonyacılık ve emperyalist
siyasetlerin ve savaşların kadınlara verdiği zarar göz önüne alındığında, bunun
da feminizmin gündemine girmesi gerektiği ortada. Diğer yandan, sınıf
mücadelesi ve sömürgecilik karşıtı hareketler başta olmak üzere, farklı
alanlarda mücadele eden feministlerin feminizmi bir metodoloji olarak
değerlendirmeye başlaması üzerinde durulması gereken önemli bir gelişme bence.
AKP’nin iktidarı boyunca geri adım attığı birkaç an
kadınlarla ilgilidir
Kadıköy Mitingi ve Feminist Gece Yürüyüşünde kadınların en
önemli ve öne çıkan sözlerinden birisi ‘hayır’dı. Kadınlar açısından ‘hayır’ın
anlamı ne sizce?
Bence bu az önce anlatmaya çalıştığım sebeplerle son derece
olağan. Kadın hareketi, genel muhalefete tabi olduğu için değil, AKP
politikalarının en önemli ve açık hedeflerinden biri kadınlar olduğu için ve
Türkiye’nin kaderinin oylandığı ve bu kaderden en çok kadınların etkileneceği
referandum arifesinde ‘hayır’ en önemli sözümüz. AKP’nin iktidarı boyunca geri
adım attığı birkaç ânın kadınlarla ilgili olduğunu da düşününce bu iyice
anlaşılır oluyor.
Bir de bu 8 Mart’ta beden vurgusunun önde olduğu söylemler
yoğundu. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Beden birkaç yıldır önemli bir tema. Bunda akademinin etkisi
de büyük ama AKP’nin kadın bedenini, cinselliğini hedef alan siyaseti daha
önemli bir etmen. Akademik alanın siyaset üzerindeki etkisinin sınırlı olması
gerektiğine inanıyorum; bu sadece feminizm için de geçerli değil bence.
Akademinin siyasete katacağı çok şey var tabii ki ama siyasetin sınırları çok
farklı olmalı. Ülkenin siyasi, toplumsal ve ekonomik durumu, farklı kadın
kesimlerine hangi dil ve araçlarla ulaşılacağı gibi öncelikleri olmalı. Bu
parantezi kapatarak, şunu hatırlatmak istiyorum; AKP’nin saldırı ve yasakları,
bizim düşünce alanımızı da sınırlıyor. Kırmızı ruj ya da mini etek düşmanlığına
karşı çıkarken neden ruj sürdüğümüzü veya mini etek giydiğimizi sorgulamayı
ihmal edebiliyoruz. Öte yandan yine AKP kadın bedenini cinselliğe, kadın
cinselliğini de cinsel hizmete indirgeyip sınırlamaya çalıştığından ve buna
karşı çıkmak gündemimizi haklı sebeplerle işgal ettiğinden, bedenle ilgili
başka alanlar, sağlık, güzellik algısı gibi şeyleri ihmal ettiğimiz oluyor.
Bunların da kamusal siyasetin parçası haline gelmesi çok elzem bence.
Kadın devrimi bir toplumsal devrim
8 Mart’ta açığa çıkan enerji nereye gider?
Feminist hareket ve onun çevresinde gelişen, genişleyen
kadın kurtuluş hareketi kendini kanıtladı, görünürlük sağladı, gücünü dosta
düşmana ispat etti ve bu topraklarda bir kadın devriminin mümkün ve gerekli
olduğunu gösterdi. Ancak şunu unutmamak gerek. Kadın devrimi bir toplumsal
devrim; yani bir siyasi devrimle, sıçramayla gerçekleşmeyecek. Siyasi devrim
hedefleyenlerin temel hedefi güç toplamak, örgütlenmek olabilir. Ama toplumsal
devrim sürekli toplumsal değişimle olur. Bunun için de hedefler, öneriler,
program ve farklı mücadele araçları ve biçimleri gerekli. Provoke edici söylemlerden
ikna yöntemlerine, mizahtan, alaydan polemiğe, saldırıya her türlü yöntem
mücadelemizin bir parçası. Aynı şekilde, destek kurumları, küçük gruplar, geniş
kampanyalar, gizli örgütler, açık eylemler, onlarca farklı araç da bizim. Sokak
gösterisi etkili bir araç ama tek araç değil. Öte yandan, feminist hareket
şiddete karşılık vermeden çekinmediğimiz ama kendi aramızda en sert tartışmayı
bile duygusal şiddete başvurmadan yürüttüğümüz, değiştirirken değiştiğimiz,
rekabeti unutup arkadaş, yoldaş olmayı öğrendiğimiz, mutlu olduğumuz, bütün
kadınların mutluluğunu inşa ettiğimiz bir alan olmalı. Muhtaç olduğumuz
kuvvetin her birimizde bulunduğu, kadınlık denen dikenden tacı gururla ve
yüksünmeden taşımamızdan belli değil mi? (SENDİKA.ORG)