Öğleden sonra gelmiştim hastaneye. Odasına girdiğimde, sabah nasıl bıraktıysam öyle buldum yatağında. Bir süre sonra kontrole gelen doktor durumunda herhangi bir değişiklik olmadığını söyledi ve odadan çıktı. Bilgisayarımı yanıma alarak yatağın hemen yanındaki kanepeye oturdum. Tam bir haftadır benzer şeyler yapıyordum bu odada. Sessizliği dinledim. Daha sonra metal komidin üzerine bıraktığım çantama uzanıp içinden her zaman yanımda taşıdığım küçük Kuran-ı Kerim’i çıkardım ve okumaya başladım. Sanki birini bekliyordum. Okumayı bıraktım. Çok yorgundum. Dalmışım.

İstanbul… Mayıs 1999… Anadolu yakasında bir hastane…

15.30
Az önce kırmızı bir Volkswagen’den inmişti adam. Binaya girmeden önce kaldırımda etrafına bakındı ve bir süre bekledi. Sonra büyükçe bir otomobil durdu yanı başında. Dört adam indi otomobilden. Birlikte binaya girdiler. Kırmızı Volkswagen’den inen adam, danışmadan bir oda numarası öğrendi. Üçüncü kattaydı oda. Hiç zaman kaybetmeden asansöre yöneldiler. İkinci katta doktorların odaları vardı. Asansörden inip uzun koridorun sonunda, sağ taraftaki bir odaya girdiler. Yirmi dakika kadar kaldılar odada. Ve sonra çıktılar. Yüzdokuz nolu odayı bulmaları uzun sürmedi. Sessizce içeri girdiler. Kırmızı Volkswagen’li adam, yatağın yanındaki kanepede uyuyan genç kadını yavaşça uyandırdı. Kadın kendisini uyandıranı görünce gerçekten çok şaşırmıştı. Sonra odadaki diğer adamlara baktı uykulu gözlerle. Olan biteni anlamaya çalışıyordu. Doğruldu. Adama döndü tekrar. “Senin burada ne işin var, nasıl buldun burayı?” dedi sessizce. “E sen söylemiştin ya gönderdiğin mesajında, unuttun mu?” diye karşılık verdi adam. “Hayır ben söylemedim, sen ağzımdan laf aldın, bunu şimdi anladım”… “Neyse ne, konumuz bu değil şimdi, bak bu insanlar doktor, dördü de benim arkadaşlarım, hastanı bir de onlar görmek istediler, doktoruyla konuşuldu, birazdan kendisi de gelecek zaten, ben dışarıda kapının hemen dibinde olacağım, sen onlarla kalmalısın”. Kadın ne diyeceğini bilemedi. Adam dışarı çıkmaya hazırlanırken genç bir doktor odaya girdi.

16.10

Kapının önünde beklemekten sıkılan adam, o katta görevli bir hemşireye bir şeyler söyledikten sonra kafeteryaya yöneldi. Kafeterya kalabalık sayılırdı. Çayını alıp balkona çıktı. Arada sırada, içerisini balkona bağlayan koridora bakıyordu. Sonra kendisine doğru gelen grubu gördü. Bir süre konuştular. Adamın yüzüne bir gülümseme yerleşti. Hep birlikte binadan çıktılar. Adam, diğerlerini yolcu edip yeniden binaya girdi ve kafeteryaya geçti. Göz kapakları uykusuzluktan kapandı, kapanacaktı. İkinci çayını alıp boş bir masaya ilişiverdi. Dışarıdaki hayatı dinledi bir süre. Kasabadaki örgütlenme çalışmaları yüzünden son iki haftadır epeyce yorulmuştu. Uyumak üzereyken arkasından gelen sesle toparlanmaya çalıştı. “Sen şimdi o çayın yanında sigara da içmek istemişsindir”. Sese dönmeden cevap verdi adam. “Hem de nasıl”… “İçememiş olmana nasıl sevindiğimi anlatamam”… “Anlatılmaz, yaşanır diyorsun yani”… “Hah işte aynen öyle”… Adam sese dönmeden devam etti.“Hani her bulduğun fırsatta beni hain ilan ediyorsun ya… aslında hain olan sensin”… “Boşversene, hain görmemişsin sen”… “Hastan iyileşecekmiş”… Adamın bu son cümlesiyle kadının yüzündeki gülümseme çoğaldı. “Evet, doktor arkadaşların bana da söyledi… sahi nereden aklına geldi böyle bir şey?”… “Nasıl bir şey”… “Bir sürü doktoru peşine takıp da buralara kadar gelmek”… “E kötü mü ettik yani şimdi”… “Hayır da… neden peki?”… “Susma hakkımı kullanıyorum”… “Yok öyle kaçmak… sorumu tekrarlıyorum… neden?”. Kadın ısrarcıydı. Adam bunu anladı. Masadan kalktı, kadına sokuldu, etraftaki kalabalığa aldırmadan onun yüzünü avuçlarının içine aldı ve çok kısık bir sesle soruya cevap verdi; “Senin bu gözlerinle, çenendeki inanılmaz güzel çukurluk eylem birliği yapıp her gün kafama sıkıyorlar da ondan”. Sonra eğildi ve kadının yanağına dudaklarının da yardımıyla yüreğini bıraktı…

HAYRİ GÜNEL

("ŞARKILARI OLAN HİKAYELER: 9, HAYAT BİR KURGUDUR ASLINDA")

Daha yeni Daha eski