“Solun özel hayatın gizliliği gibi devlet karşısında
olanaksız bir çabaya girmektense, tüm ekonomik, politik, siyasi ve kamusal
hayatın açıklığı gibi bir programı savunup böyle bir stratejiye geçmesi
gerekir. Bütün devlet organlarının, kamu kuruluşlarının, şirketlerin,
bankaların, derneklerin vs. her organın her türlü toplantısı, tüm kararları tüm
yurttaşlara açık olmalıdır. Böyle bir hedefe yönelik olarak geniş kitlelerin
hem siyasi eğitimi başarılabilir, insanlar birer demokrata dönüşmeye
başlayabilir; hem de “özel hayatın gizliliğini savunma” bireylerin çabası
olmaktan; hatta gizli çabası olmaktan çıkar; açık ve politik bir mücadelenin
konusu olur. Böyle bir program ve strateji var olan devletleri,
şirketleri, kuruluşları, yani egemen sınıfı can evinden vurur. Onun bütün
ideolojik egemenliğini sarsar. Böyle bir program, toplumdaki bütün pislikleri
bir darbede temizleyecek bir programdır”
Toplumda, "Legal" (resmî - kanunî) ve
"alenî" (açık, seçik) olduğu Anayasalara yazılmış Devletin, hemen
bütün gerçek vurucu güçleri "GİZLİ" çalışır ve işlerler.
"Esrâar'ı Devlet" denildi mi, bütün akan sular "Yeraltına"
geçer. Hepsinin "adları" açıktır : Gizli Polis, Gizli Emniyet, gizli
casus, gizli Dernek, Gizli kulüp, kapılarında "içeriye yasaktır!"
yazılı daireler, yapılar, alanlar, açıklanamaz "Buluşmalar",
Toplantılar, Oturumlar, "Örtülü ödenekler", maskeli formüller, iki
yüzlü "Haberler" bütün ilişkilere egemendir. Bütün o gizli kapaklı
dünyanın topuna birden, üzerine "Devlet Sırları" adıyla anılan
"Meşruiyet" perdesi indirilir.” (Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Halk
Savaşının Planları, 1970)
Biri evrensel ölçüde geçerli programatik ve stratejik,
diğeri özellikle Türkiye’deki mücadele için geçerli taktik ve mücadele
biçimleri bağlamındaki iki yanlış anlayışı ele alabilmek için bir süredir
gizlilik ve açıklık, legalite ve illegalite (yasallık ve yasa dışılık) üzerine
yazmayı düşünüyordum.
Birincisi sorun şudur:
bütün dünyada sosyalistler ve demokratlar, gizlilik ve açıklık konusunda
tamamen yanlış bir stratejiye ve programa sahiptiler.
Bütün devletler yurttaşların veya ulusun emniyeti ve
selameti adına, yurttaşlardan gizli faaliyet yürütürler ve yine bu emniyet
adına yurttaşları kontrol altında tutarlar.
Sol ve demokratlar ise bu gizliliğin kendisini hiç
sorgulamadan, yani devletlerin gizli organlarının varlığını kabul ederek,
tamamen özel hayatın gizliliğini savunma üzerinden bir mücadele yürütüyor.
Solcu bilgisayar programcıları özel hayatın gizliliğini
koruyacak şifreleme yöntemleri vs. geliştirmeye çalışıyorlar.
Bu hem yanlıştır hem de beyhudedir.
Solun özel hayatın gizliliği gibi devlet karşısında
olanaksız bir çabaya girmektense, tüm ekonomik, politik, siyasi ve kamusal
hayatın açıklığı gibi bir programı savunup böyle bir stratejiye geçmesi
gerekir.
Bütün devlet organlarının, kamu kuruluşlarının, şirketlerin,
bankaların, derneklerin vs. her organın her türlü toplantısı, tüm kararları tüm
yurttaşlara açık olmalıdır. Böyle bir hedefe yönelik olarak geniş kitlelerin
hem siyasi eğitimi başarılabilir, insanlar birer demokrata dönüşmeye
başlayabilir; hem de “özel hayatın gizliliğini savunma” bireylerin çabası
olmaktan; hatta gizli çabası olmaktan çıkar; açık ve politik bir mücadelenin
konusu olur.
Böyle bir program ve strateji var olan devletleri,
şirketleri, kuruluşları, yani egemen sınıfı can evinden vurur. Onun bütün
ideolojik egemenliğini sarsar. Böyle bir program, toplumdaki bütün pislikleri
bir darbede temizleyecek bir programdır.
Özetle, başta devlet olmak üzere tüm kuruluşlarda gizlilik
legal olmaktan çıkarılmalıdır.
Gizlilik sadece bireyler için geçerli olmalıdır.
Zaten hiçbir kuruluşun gizlilik hakkı olmadığında, bu hak
sadece bireyler için geçerli olduğunda, insanların gizliliğine tecavüz
edebilecek bir organ fiilen var olamaz.
Öte yandan bireylerin gizlilik hakkı ama bütün kuruluşların
tüm karar ve çalışmalarının açıklık zorunluluğu ve görevi, bir ruh hastasının
bile toplumsal ve ortak yaşama karşı bir girişimde bulunmasına bir imkân
tanımaz.
Bu tarz bir yaklaşım ayrıca işçi hareketinin geleneğine de
uygundur.
Ekim Devrimi’nden önce Bolşevikler bütün gizli anlaşmaları
açıklaşacaklarını söylemişler ve açıklamışlardı.
İşçi hareketi, bütün ticari sırların açıklanması parolasını
savunmuştu özellikle kriz zamanlarında kapitalistlerin işçileri çıkarmaları ve
fabrikaları kapatmaları gibi girişimleri karşısında.
Önerilen strateji bu geleneğin genişletilmesi ve mantık
sonuçlarına götürülmesinden başka bir şey de değildir.
*
İkinci sorun şudur: sol hareketlerin, örgütlerin gizlilik
anlayışları deve kuşunun kafasını kuma sokmasından daha fazla bir anlam
taşımaz; devletten gizlilik amacıyla yapılan işler aslında halktan gizlilikten
başka bir sonuç ortaya çıkaramaz.
Örneğin bütün sol hareketlerin e-mail gruplarının
tartışmaları sadece üyelerine açıktır.
Devletin gizli organlarının geniş olanaklarıyla bu gibi
e-mail gruplardaki tartışmaları hiçbir zorluk çekmeden izleyecekleri açıktır.
Bu durumda bir grubun tartışmalarını gizli tutmak aslında
onu sadece haltan, yurttaşlardan gizlemeye yaramaktadır.
Bu kadar açık olmasına rağmen hala böyle gizlilikte ısrar
edilmesi ise, aslında belli bir grubun, örgütün vs. devletten gizlilik
bahanesinin ardına sığınarak kendi çıkarını veya egemen konumunun sürdürmesi
amacına hizmet eder çoğu kez.
İşçi ve sosyalist hareketin tarihsel deneyi de, yani
legaliteden yararlanma mücadele biçimleri de unutulmuş bulunuyor.
Tıpkı programatik ve stratejik bağlamda olduğu gibi örgüt ve
mücadele biçimleri alanında da gizliliğin ele alınışında, bu geleneklere
dayanan ama günün dünyasının acil ihtiyacı olan değişiklikler gerekiyordu.
Ve yine bunun yanı sıra ve bunlarla bağlantı içinde,
şiddetsiz sivil direniş hareketlerinin sunduğu geniş olanaklar üzerinde de
durmak gerekiyordu.
Özetle, bu iki alandaki anlayışlarda da tam bir “Kopernik
Devrimi” gerekiyordu.
Zaten son #HAYIR kampanyasının başlarında, tamamen yurttaş
hakları alanında kalarak birleştirici ve kitlesel ama pasif ve legal bir #HAYIR
eylem biçimiyle, konuyu somut bir öneri
biçiminde de ortaya koymuştuk.
Bu somut önerinin ardındaki anlayış ve dersleri
açıklayabilmek için de böyle bir arka plan yazısı yazmak gerekiyordu. İşte
bugün Artı Gerçek’te yayınlanan Yavuz
Baydar’ın “İşte AB’nin ‘çok gizli’ darbe raporu” konuya giriş için bir vesile
olabilir.
*
Bilindiği gibi bir süredir çeşitli ülkelerin gizli haber
alma servisleri açık açık 15 Temmuz darbesini Gülencilerin yaptığına dair
şimdiye kadar kesin bir delil ortaya çıkmadığını, Erdoğan’ın bu darbeyi kendi
amaçları ve darbesi için kullandığını belirten açıklamalar yapıyorlar.
Bütün bu açıklamalara rağmen, Erdoğan bunların hiç birine
karşı “Ey…” diye başlayan kabadayıca efelenmelerini yapamıyor. Sesi çıkmaz
olmuş durumda.
Çünkü bu konulardan söz ettiği takdirde, bir cam fanus
içinde tutmaya çalıştığı AKP’li seçmenin kafasının iyice karışacağını da
biliyor. Bu ithamları duymazdan, bilmezden gelmeyi yeğliyor.
Ama öte yandan bu istihbaratçı konuşmaları ve bilgi
sızdırmalarından sonra o ülkelere yönelik efelenmeleri de bitmiş durumda. Yani
fazla üzerlerine de gidemiyor, o ülkelerin ellerindekinin ucunu bile
göstermeleri Erdoğan’ın sesini kesmesine yetmiş bulunuyor.
Yavuz Baydar’ın bugün neredeyse tamamının Türkçe tercümesini
aktardığı rapor EUINTCEN (EU Intelligence Analysis Centre – Avrupa Birliği
Haberalma Analiz Merkezi) isimli Avrupa
Birliği organına ait.
Wikipedya’daki bilgilere göre bu kuruluş, kendisi istihbarat
toplamıyor; üye ülkelerin istihbarat kuruluşlarının bilgilerinden çıkarılan
sonuç ve değerlendirmeleri, AB üyesi ülkelerin sınırlı sayıdaki
yöneticilerinden konu ve bölgeyle ilgili olanlara, “sınırlı” ve “çok gizli” olarak veriyor.
Yani EUINTCEN Avrupa Birliği ölçüsünde bir stratejik
değerlendirme organı; rapor da organın hazırladığı bir değerlendirme.
Raporun tarihi 24 Ağustos, yani darbe teşebbüsünden
neredeyse bir aydan biraz fazla zaman sonrasının tarihini taşıyor. Yani bugün
duyduğumuz sonuçlara, 15 Temmuz’dan hemen bir ay kadar sonra varmış belli başlı
Avrupa Birliği ülkelerinin istihbarat örgütleri.
Ama sızdırılması 17 Ocak, yani beş ay sonra.
Aslında son zamanlarda çeşitli istihbarat teşkilatı
yöneticilerinin beyanlarının sızdırılan rapordakileri tekrar olduğu görülüyor.
Okuyucu bu metni Yavuz Baydar’ın raporun neredeyse tamamını
içeren yazısından okuyabilir.
*
Bu rapor okunduğunda şu görülür: Bu raporda Türkiye’de
yaşayan, olayları biraz olsun izlemeye çalışan herkesin bilmediği veya
şaşıracağı hiçbir olgu yoktur.
Yani aslında bütün Avrupa’nın gizli servislerinin ortaklaşa
ilgilerinden oluşan gizli raporun gizli hiçbir yanı yoktur. Raporda sıralanan olgular, anlatılan olaylar
herkesin gözü önünde olanlar, bilinenlerdir.
Bu raporun çıkardığı sonucu, biz hiçbir bilgiye dayanmadan,
sadece toplumsal güçlerin nesnel çıkar ve eğilimlerinden hareketle zaten
darbenin hemen ardından yazdığımız yazılarda ifade etmiştik.
O halde bu olgudan ne gibi sonuçlar çıkarmak gerekir?
Birinci sonuç, komplo teorilerinin nasıl bir saçmalık
olduğudur. Komplo teorileriyle açıklanmaya çalışılan her şey, toplumsal
güçlerin, devletlerin, sınıfların nesnel eğilimleri ve çıkarlarıyla kolayca
sosyolojik ve politik olarak açıklanabilir.
Komplo teorileri gizli bir takım ilişkileri açıklamaz, açık
olan ilişki ve çıkarları gizlemeye, yanıltmaya yararlar.
En gizli bilgiler, en kurnazca aldatmacalar bile aslında
biraz dikkatlice bakınca görülebilecek, çocukça hilelerden başka bir şey
değildirler.
O halde, bir devrimci, bir sosyalist, bir demokrat her zaman
gücünü, enerjisini ve dikkatini var olan açıktaki sınıfların, güçlerin nesnel
eğilimlerine, çıkarlarına, bunların nedenlerine yöneltmeli sosyolojik olan
üzerinde yoğunlaşmalıdır.
İsabetli politik değerlendirmeler gizli bilgilere ulaşmakla
değil, bilinenlerden hareketle yapılabilir. Sorun gizli bilgileri ilişkileri
bilme sorunu değil; açıktakileri görebilme ve anlayabilme sorunudur.
O halde bu raporların içeriği değildir önemli olan, bu
raporların açıkça ifade edilmesi ve bunun şimdi yapılmasıdır.
Avrupa Birliği, Erdoğan’a veya en azından Erdoğan’ın
başkanlığına kırmızı kart göstermiş bulunuyor.
Bunu hiçbir yanlış anlamaya imkân vermemek için de gizli bir
raporu sızdırarak; açık ederek yapıyor.
4 Nisan 2017 Salı
Demir Küçükaydın
@demiraltona
demiraltona@gmail.com
Yazılarımız şu adresteki blogta bulunuyor:
https://demirden-kapilar.blogspot.de/
Videolarımız şu adreste:
https://www.youtube.com/user/demiraltona
Yazılarımızı ayrıca ses dosyası olarak şurada paylaşıyoruz.
Direk podcasttan veya indirerek dinlemek mümkün.
https://soundcloud.com/demirden-kapilar
Kitaplarımız buradan indirilebilir.
https://drive.google.com/open?id=0BxCB_Gtx8VYAcDREeTJVLW93MjA