“Pratik olarak biz sosyalistlerin, ulaşmaya çalıştığı, kadın
erkek ilişkisi, her türden bencillikten, ekonomik ve kişisel çıkardan arınmış,
toplumsal baskı ve ön yargılardan soyundurulmuş, eşitlerin karşılıklı istemine
bağlı, bir birlikteliktir, Aşk içgüdülerden doğan, basit orgazm yahut da,
fizyolojik bir doyum değil, geniş bir empatinin, sağduyunun sadakatin, yoldaşça
birliğin, örgütlenmesidir”
Kadın sorunu, başat bir olgu olarak, Marksistlerin
gündemini, meşgul eden önemli bir meseledir. Patriyarka-kapitalist sistemin
kıskacında, hem sınıfsal, hemde cinsel bakımdan, iki biçimde sömürülen, kadının
kurutuluşu ve kadının sorunun nihai çözümü, nasıl gerçekleşecektir? Sorunun
cevabını ancak, kadın sorununun domistifikasyonu sağlanarak, özetle sorunun
tarihsel kökenlerini, ortaya çıkış koşularını, nesnel gelişimini ve objektif
olarak, günümüzde kadın sorunun aldığı biçimi Marksist Leninist yönergelerle
ele alarak verebiliriz.
Kadın sorununun, ortaya çıkışı, binlere yıl öncesine
dayanmaktadır. Antropolojik veriler ışığında, İlk avcı, toplayıcı toplulukları
incelediğimizde, eşitlikçi bir iş bölümünün şekillendiği, erkeğin avcılık
yaptığı, kadının ise bitki toplayıcılığı ile birlikte ev içi komünal üretimi
yönettiği, değer gördüğü, özerk bir statüye sahipti. Ancak tarihsel ilerlemeyle
birlikte, hayvanların evcileştiği, tarımın keşfedildiği, insanların klanlar
şeklinde, yerleşik hayata geçtiği, böylece yeni bir üretim biçimin ortaya
çıktığı, bu yeni üretim biçimi ile kadının tarihsel konumunun, olumsuz anlamda
etkilendiği görülmektedir.
Diyalektiksel olarak, bu tarihsel süreçte, erkeğin konumu
gereği, servet edindiği, artı değer ürettiği, ilk özel mülkiyet ilişkilerin,
geliştiği görülmektedir. Ortaya çıkan, bu yeni üretim biçimi ile kadının, eşit
ve özerk olduğu eski aile biçiminin yerini, karı koca evliliği şeklini alan,
baba soyluluğuna dayanan, yeni bir aile biçimi ortaya çıkarmıştır. Bu yeni aile
formunun ortaya çıkışı ile kadının, ilk tarihsel, yenilgisi boy göstermiştir.
Tarihte ilk sınıf çatışması kadının baskı altına alınması ile başlayan bu
sürece denk düşmektedir. Son kertede bu kadın sorunu, bu nesnel koşular
içerisinde, ilk embriyonik şeklini almış ve bundan sonra, binlerce yıllık
patriarkal ilişkiler içerisinde, kemikleşmiş ve günümüzde aktarılmıştır.
"İlk işbölümü, erkekle kadın arasında, döl verme bakımından
yapılan iş bölümüdür. Ve şimdi ekleyebilirim. Tarihte kendini gösteren ilk sınıf
çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı koca evliliği
içindeki gelişmesiyle ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından
baskı altına alınmasıyla düşümdeştir. Karı-koca evliliği, büyük bir tarihsel
ilerlemedir; ama aynı zamanda, kölelik ve özel mülkiyetin yanı sıra, günümüzü
kadar uzunun ve batılarının gönenç ve gelişmesi, bazılarının acı ve
gerilemesiyle elde edildiğine göre, o her ilerlemenin aynı zamanda görece
gerileme olduğu çağı açar." (F. Engels)
Günümüzde kadın, ev, mutfak, çocuk bakımı, gibi domestik
alanlara, sıkıştırılmıştır. Kadının karşılıksız, emeğine dayanan, çocuk bakımı,
temizlik, mutfak işleri ve benzeri domestik rolleri, onun toplumsal yaşam ve
üretime katılmasının önündeki, en büyük engellerdir. Kadının ev ekonomisi,
içerisindeki sömürüsü, erkek egemen, mülkiyet ilişkilerinin, kadına biçtiği
toplumsal cinsiyet rolünün bir sonucudur. Kadının bu toplumsal ve insanı
konumunda, belirleyici olan majör faktörler, başta hakim üretim biçimi olmak
üzere, ekonomik üst yapı üzerinde yükselen, aile, din, kültür, eğitim, medya
ahlak gibi, erkek egemen monolotik kurumlardır.
Burjuva modernist paradigma, patriarkal kurumları, devir
alarak inşa edilmiştir. Bugün iç, içe geçen ve bir birini besleyen, kapitalizm
ve patriarkal ilişkiler, kadını ikinci cins kılan, bu toplumsal cinsiyet
rolünü, siyasal, sosyal, kültürel, ideolojik her anlamda beslemekte, kadının bu
toplumsal rolünün, mutlak ve değişmez bir yetke, olarak empoze, etmektedir.
Kutsal aile miti ile kadının ev ekonomisi içerisindeki, karşılıksız emeğe
dayanan, sömürüsü, duygusal bir peçe ile ikiyüzlü bir biçimde,
meşrulaştırılmaktadır. Böylece kadın toplumsal yaşamda ve aile içerisinde
uğradığı sınıfsal, cinsel sömürüye, fiziksel, psikolojik şiddete karşı
savunmasız kalmaktadır.
Tarihsel bir kategori olarak, Kadın sorunu epistemolojik
bağlamda, ele alındığında, sorunun karı-koca evliliği ile ortaya çıkan
(antagonist) ilk sınıf çatışması olduğu bilinmektedir. Bu nesnel gerçek, bugün
daha sofistike bir biçim almıştır. Bugün burjuvazinin kadına biçtiği, toplumsal
rolü kavramak, aynı zamanda kadının, kurutuluş koşularını da kavramak, anlamına
gelir. Kadın burjuvazi için, kararlı bir yedek işçi ordusudur. Çünkü o gün
boyu, iş gücü sömürülen, erkek proleterin, yeniden üretimini sağlamakta, gün
boyu yorulan, enerjisi tükenen erkeğin, yemek, temizlik, sex ve benzeri, temel
ihtiyaçlarını karşılayarak, iş gücünü yeniden üretmektedir. Tarih öncesi,
Analık hukukun yıkılması ile kadının doğurganlık rollüde araçlaşmıştır. Kadın
burjuvazi için, ücretli köle sisteminin, ucuz iş gücünü domine eden, yeni genç
nesiler doğuran, istikrarlı bir üreme makinesidir. Üç çocuk, beş çocuk yapın,
demagojisi ve burjuvazinin, kadın bedeni üzerindeki, bitmek bilmeyen, ikiyüzlü
politikasının, sebebi budur.
2013’te 237, 2014’te 294,2015 te 303 kadın cinayeti
işlenmiş, 'Türkiye'de 2009-2011 arasında 29 bin 980 tecavüz suçu işlendi!
Türkiye’de 2014 yılında 25 ve daha yukarı yaşta olan ve okuma yazma bilmeyen
toplam nüfus oranı %5,6 iken bu oran erkeklerde %1,8, kadınlarda %9,2’dir.
Kadınların işgücüne kaıtlımı 2015 verilerine göre yüzde 30 oranındadır, Eğitim
durumuna göre işgücüne katılım oranı incelendiğinde, kadınların eğitim seviyesi
yükseldikçe işgücüne daha fazla katıldıkları görüldü. Okur-yazar olmayan kadınların
işgücüne katılım oranı %16, lise altı eğitimli kadınların işgücüne katılım
oranı %25,8, lise mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %31,9, mesleki veya
teknik lise mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %39,8 iken yükseköğretim
mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %71,3 oldu. Her 10 kadından 4’ü
eşinden veya birlikte yaşadığı kişiden fiziksel şiddet gördü, Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanı, 2010-2015 yılları arasında 16-17 yaşlarında evlendirilen
çocuk gelin sayısının 232 bin 313 olduğunu söyledi. Türkiye'de 300 bin eskort
kadın, 45 genelev 1500 hayat kadını olduğu dilendirilmektedir
Subjektif bir sunum olarak, yukarıdaki veriler, yalnızca
formel, verileri yansıtmaktadır. Görece feodal-izole toplumlarda, kadına
yönelik şiddet, tecavüz ve benzeri saldırılar örtbas edilmektedir. İş gücüne
katılan kadınların, büyük çoğunluğu, düşük emek karşılığında çalışmaktadır.
Yine iş gücüne katılan, kadınların büyük çoğunluğu, orta sınıf, eğitimli
kadınlardan, oluşmaktadır. İnformel alanlarda, hiç bir sosyal güvenceye, sahip
olmadan, düşük emek karşılığında, sömürülen kadınları, bir kenara koyarsak,
ülkemizdeki kadınların, büyük bir çoğunluğunu ev kadınları oluşturmaktadır.
Düşük emek karşılığı, işgücünü satan kadınlar dışında, bu şansı elde edemeyen,
kadınlar bedenlerini metalaştırarak sex köleliğine sürüklenmiştir. Fuhuş ve
porno endüstrisi, içerisinde milyonlarca kadın, bedenini metalaştırarak, hayata
tutunmaya çalışmaktadır.
Paternal bir kültüre, sahip toplumlarda, kadın baba, koca,
kardeş, gibi baskın aile içi bireylerin, etkisi ile günlük yaşamına yön
vermekte, kendisini ilgilendiren, hayati kararlarını, bu etkenler
doğrultusunda, biçimlendirmektedir. Eğitim ve meslek seçimi, siyasi tercihler,
partner (eş) seçimi, gibi bireysel olması gereken, belirleyici konularda, kadın
paternal aile bireyleri tarafından, seçime zorlanmaktadır.
Peki, kadın kendisini, her alanında nesneleştiren, bu
ikincil konumundan nasıl kurtulabilir?
Her şeyden önce, kadını körelten, asalaklaştıran, enerjisini
tüketen, siyasal, sosyal, sanatsal ve toplumsal gelişimini, sekteye uğratan,
onu verimsiz bir hale getiren ev ekonomisinden koparmak, onu üretime ve
toplumsal yaşama, dahil etmekle başlamalıyız. Ancak kadının, üretime katılması,
yeterli değildir. Kadının üretime ve toplumsal yaşama katılmasında, en büyük
engeli teşkil eden, hantal domestik, işlerini, ortadan kaldırılmalı. çocuk
bakımı, hasta ve yaşlı bakımı, kolektifleştirmeli ev ekonomisini, toplumun gene
bir sorunu, haline getirmeliyiz. Sovyet deneyimi ile açılan kreşler, ortak mutfaklar,
ortak çamaşırhaneler, bunun bu çabanın en güzel örnekleridir.
“Kadın ev ekonomisince sömürüldükçe, durumu her zaman
sıkıntılı kalır. Kadının tam özgürleşmesi için ve erkekle gerçek eşitliği için
toplumsal düzenlemeler gerekir, kadının genel üretken çalışmaya katılması
gerekir. Kadın o zaman erkekle eşit konuma gelecektir. Burada kadının emek
üretkenliği, emek kapsamı, emek süresi ve çalışma koşulları vb. bakımından
eşitleştirme elbette söz konusu değildir; tersine, kadının ekonomik durumu
yüzünden erkeğe oranla ezilmemek gerektiği söz konusudur, hepiniz biliyorsunuz
ki, kadının bu olgusal (faktisch) ezilmesi tam hak eşitliği halinde de
varolagider; çünkü bütün ev ekonomisi onun omuzlarına yükletilir. Ev ekonomisi,
pek çok halde, kadının yaptığı en üretken olmayan, en barbarca ve en ağır
iştir. En dar çerçevede kalan, kadının gelişmesinin herhangi bir yolda
yararlanabileceği hiçbir şey içermeyen bir iştir" (Lenin)
Bugün modern kapitalist toplumlarda, aşıldığı öne sürülen,
bu çelişkilerin, objektif olarak bir karşılığı yoktur. Düşük emek karşılığı,
bütün ev ekonomisini ve çocuk bakımını, emekçi kadınlara yükleyen, burjuva
sınıf mensubu kadınlar ve yine talebi düşük ölçüde, karşılayan ücretli
kreşleri, bir kenara koyarsak, neo liberal saldırıların, kıskacındaki kadın,
gerek düşük emek zorbalığı, gerek iş gücüne katıltmasında, doğum, bebek,
annelik gibi güdük sebeplerle ve çıkartılan çeşitli zorluklarla yeniden eve
çekilmek istenmektedir. Hülasa patriyarka tahakkümün nesnesi kadın, emek
piyasasına katıldığı ölçüde, ücretli kreşler, düşük emek zorbalığı mesleki
izolasyon ve benzeri neo-liberal saldırılarla karşı karşıya kalmaktadır. Gün
boyu iş gücünü satarak, ayakta kalmaya çalışan kadın, mesai sonrası ise eve
döndüğüne, yemek, mutfak, çamaşır, bulaşık gibi domestik, işleri üstlenerek,
iki kat yorulmaktadır.
Burjuva moral değerleri, kutsal aile miti ile kadını ev
ekonomisine hapsedip, bin bir ayrıntı içerisinde köreltiyor. Burjuva medyası,
kadını piyasaya sürülen, mataların bir tüketim nesnesi, olarak sunmaktadır.
Pespaye burjuva hukuku, kadın koruyan, bir kaç göstermelik yasasının, aksine
kadın cinayetlerini ve tecavüzlerini aklamakta, kadın düşmanlığını
sürdürmektedir. Ekonomik özgürlüğü, olmayan kadının, uğradığı saldırılar
karşısında, sığınacağı ve rahbilite edileceği kurumlar yok denecek kadar azdır.
Burjuva eğitim ve siyasi yapısı, ideolojik, dinsel ve kültürel kodları ile her
alanda, kadın düşmanlığı yapmaktadır. Son tahlilde, kadının tarihsel yenilgisi,
hakim üretim biçimin yön verdiği, ekonomik, siyasal ve toplumsal kritik
içerisinde, yeniden üretilmekte, kadının ikinci cins konumu değişmez ve mutlak
bir kadermiş gibi, hafızalara kazınmaktadır.
Günümüzde kadın sorununu, ele alan çeşitli görüşler vardır.
Bunlar arasında, kadın sorunu edilgen biçimde, ele alan burjuva ortodoks
normlara sahip, burjuva kadın hareketleri, başta olmak üzere, feminist
paradigmaya sahip, kadın sorununu, burjuva reformcu çerçevede, ele alan
günümüzde literatürünü tamamlamış,entelektüel içeriğini yitirimiş, akademik dar
bir çevreye sıkışmış, burjuva ideolojik akımlarda mevcuttur. Feminist nosyon,
kadın sorununu, sınıflar üstü bir perspektifle savunur. Feminizm sorunu, salt
patriarkal alan sıkıştırıp, sınıf sorunundan, yalıtık bir biçimde ele alır ve
çelişkinin merkezine erkeği koyar. Böylece sorunun öznesi olarak kadın,
kendisini nesneleştiren maddi koşuların, devinimi ve ilgasına yönelen, bilinçli
çabanın ürünü bir mücadele biçimine değil, ancak sorunu, anti diyalektik bir
biçimde, ele alan burjuva bir saptırmanın, yön verdiği bir mücadelenin içine
sürüklenir. Bir iktidar perspektifi, olmayan feminizm, tıpkı benzeri küçük
burjuva maceracılığın kuluçkası, olan anarşist ütopyacılık gibi bir gelecek
kurgusu yoktur.
Post modern çağın bir getirisi olarak, sınıf mücadelesi
yerine çeşitli kimlik kolâjlarının, öne çıkarıldığı ve yüceltildiği, günümüzde,
envai çeşit kimlik siyaseti boy göstermiştir. Feminizmde her ne kadar tarihsel
anlamda, haklı bir mücadelenin, üzerinde gelişse de, nihai anlamda kadın
sorununun ilgasına yönelik bilinçli bir çabanın ürünü değil, burjuva reformcu
bir harekettir.
Marksist Leninistler kadın sorunu asgari bir sorun ve
program dahilinde ele almazlar ve Komünist kadınların ayrı bir öğütlenme biçimi
yoktur. Lenin örgütlenme sorununa şu şekilde değinmiştir
“Örgütlenme ile ilgili olan şeyler, ideolojik anlayışımızdan
çıkar: Komünist kadınların ayrı birlikleri yoktur. Komünist kadının yeri, tıpkı
komünist erkeğin olduğu gibi, Partide üyeliktir. Eşit yükümlülükler ve
haklarla. Bu konuda hiçbir görüş ayrılığı olamaz. Ancak, gerçeklere gözlerimizi
kapayamayız. Parti, özel görevi en geniş kadın kitlelerini uyandırmak, onları
partiyle bağlamak ve sürekli olarak onun etkisinde tutmak olan çalışma
gruplarna, komisyonlara, komitelere, kollar ya da başka nasıl adlandırılırsa adlandırılsın,
organlara sahip olmalıdır." (Lenin)
Biz Marksistler, sofuca bir dar kafalılığı elbette red
ediyoruz. Burjuva ailenin ve ilişkilerin, o yavan baskıcı geleneksel
kabullerini dışlıyoruz. Kadının nesneleştiği, , erkeğin efendi, kadının köle
olduğu, kapitalist sitemin, en küçük hücresi olan, çekirdek ailenin özel
mülkiyet ilişkilerince şekillendirildiği, kadının bu kurumun içerisindeki bütün
domestik rollerinin onun özgürlüğü önündeki en büyük engel olduğunu biliyoruz.
Bir tür iktisadi ortaklığa dönüşen, burjuva evliliği dahil, kadını sahte bir
benlik içinde tüketen, körelten, yabancılaştıran her türlü birlikteliği, iki
yüzlüce buluyoruz. Bu yüzden, toplumsal cinsiyet rollerinin, yeniden
üretilmesini savunuyoruz.
"Yaşamı boyunca hiçbir zaman para karşılığı ya da mevki gücü
için kendini bir erkeğe vermemiş, ya da ekonomik sonuçlarını düşünerek sevdiği
erkeği geri çevirmemiş bir kadınlar kuşağıyla; para ya da mevki gücüyle bir
kadını yüzüstü bırakmamış ya da geçimini düşünerek sırf çıkarı için sevmediği kadına
bağlanmamış bir erkekler kuşağı yetiştiği zaman. İşte o zaman kadın erkek
ilişkileri ve insan ilişkileri ahlaki yüceliğe ulaşacaktır. İşte proleter ahlak
anlayışı budur.." (Friedrich Engels )
Marksist nosyon, salt toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden
üretimi değil, devrimci bir alt üst oluş içerisinde, bütün toplumsal
ilişkilerin yeniden üretimini salık verir. Bugün nevrotik bir hal alan monogami
ve poligami ilişkilerinin yeniden üretimi, özgür aşkın inşasıda, Marksist
ereğin bir parçasıdır. Bu toplumsal değişim , ancak ekonomik üst yapı üzerinde
yükselene günümüzde egemen olan, konvansiyonel ahlakın, parçalanması ve
cinslerin eşitliğine dayalı, yeni bir entelektüel ahlakın inşası ile mümkündür.
Pratik olarak biz sosyalistlerin, ulaşmaya çalıştığı, kadın
erkek ilişkisi, her türden bencillikten, ekonomik ve kişisel çıkardan arınmış,
toplumsal baskı ve ön yargılardan soyundurulmuş, eşitlerin karşılıklı istemine
bağlı, bir birlikteliktir, Aşk içgüdülerden doğan, basit orgazm yahut da,
fizyolojik bir doyum değil, geniş bir empatinin, sağduyunun sadakatin, yoldaşça
birliğin, örgütlenmesidir
Kollontay yoldaş gelecekteki kadın erkek ilişkini şu şekilde
açıklamaktadır
"En başta toplum, cinsler arasındaki birliğin, tüm
şekilleri kabul etmeyi öğrenmelidir. Ancak soya zarar vermemek ve ekonomik
etkenin, boyunduruğu ile belirlenmiş, olmamak koşuluya. İdeal yine monogamik
(tek eşlilik) evlilik olarak kalıyor. Ama bu kez, büyük aşk üzerine temellenmiş
olacak. Ve değişmez, donmuş olmayacak bu evlilik. İnsan psikolojisi ne denli
çeşitliyse, değişiklikte o denli kaçınılmazdır. Evliliğin temel şekli art arda
gelen tek eşli evlilik olmalıdır. Aşka dediğin dostluk sınırları içinde aşk
birlikteliğinin çeşitli görünümleride bulunabilir" (Aleksandra Kollontay- Marksizm ve cinsellik)
KORAY AKER
“KADIN SORUNU 1” İÇİN LİNKİ TIKLAYINIZ: