"Bu hareketi bizler başlatabilirdik. Yeter ki, vuruş yönünü, (Hukuk, Adalet) ve mücadele biçimini (Kitleselleşmek ve bunun için siyas...
"Bu hareketi bizler başlatabilirdik. Yeter ki, vuruş yönünü,
(Hukuk, Adalet) ve mücadele biçimini (Kitleselleşmek ve bunun için siyasi
haklar değil temel haklar alanında pasif olarak bir yerde bulunmak) gibi
fırsatı kaçırdık. Ama CHP’nin sokağa çıkması iyidir. Kitleler nasıl olursa olsun sokağa çıkmaya başlıyorlarsa
bizler orada olmalıyız. Bizlerin Devrimci Öğrenci Birliği’nde bir sloganımız vardı:
“Harekette bereket vardır”. CHP’nin başlattığı yürüyüşün “Adalet” sloganı bizim öne
çıkarmamız gereken bir slogandı. Yani bu slogana biz de sahip çıkabiliriz. Hem
birleştirir hem de en geniş kesimleri toparlar. Bizler bu yürüyüşe, başından sonuna en çok katılanlar, en
çok çalışanlar olmalıyız. Onu ilerletmeye ve geliştirmeye çalışmalıyız. Ama bu yürüyüşü aynı zamanda, örgütlenmek, örnek sunmak için
de değerlendirmeliyiz. Yani biz böyle yaparsak aslında Kılıçdaroğlu istemeden de
olsa, gerçek bir kitle direnişinin ortaya çıkışının bir paratoneri ve vesilesi
olabilir
Biz en geniş kitleler halinde bu yürüyüşe katılmalıyız. Hiçbir şekilde hiç bir sahte umuda kapılmamalıyız. Ama bu yürüyüşün başarılı bir şekilde gitmesi ve gelişmesi
için varımızı yoğumuzu ortaya koymalı ve yürüyüşü geniş kitlelerin bir öz
örgütlenme aracına dönüştürmeliyiz."
CHP'Yİ ELEŞTİRMEK VE "ADALET YÜRÜYÜŞÜ" VE HDP
Bir devrimci, bir Marksist düşmanlarını eleştirmez,
dostlarını eleştirir. Eleştiri dostlara yapılır, dostluğun ifadesidir.
“Eleştiri silahı” dostlara yöneltilir. Çünkü eleştiri silahı birine
yöneltildiğinde onu öldürmez, geliştirir.
Bu nedenle, bir devrimci, bir Marksist “eleştiri silahını”
düşmanlarına yöneltmez, düşmanlarını eleştirmez.
Düşmanlara karşı “Eleştiri silahı”na değil; “Silahların
eleştirisi”ne başvurulur, yani onlarla mücadele edilir, onlara karşı savaşılır,
onlar zayıflatılmaya ve yenilmeye çalışılır.
Örneğin Lenin’in hiçbir zaman çarlığı eleştirdiğini
göremezsiniz. Çünkü onunla savaşmaktadır. Eleştirisini Menşeviklere,
Ekonomistlere, Likidatörlere vs.;
siperin aynı tarafında gördüklerine yapar.
Bu nedenle bu satırların yazarı CHP’yi hiç eleştirmez, çünkü
o karşı cephededir; ama en ağır eleştirilerini her zaman dostlara,
sosyalistlere, demokratım diyenlere yapar.
Bu nedenle de bu yazıda CHP’yi değil, CHP’yi eleştirenleri,
bunlar içinde de demokrat ve sosyalist olduğunu söyleyip veya kendini öyle
kabul edip CHP’yi eleştirenleri eleştireceğiz.
Çünkü CHP’yi değil ama CHP’yi eleştirenleri kendimizle aynı
saflarda görüyoruz.
CHP’yi eleştiren sosyalist ve demokrat arkadaşlar,
eleştirileriyle farkına varmadan aslında CHP hakkında ham hayaller peşinde koştuklarını
ifade etmiş olurlar.
Bu arkadaşlar, ne kadar tutarlı ve radikal bir eleştiri
yapmış olurlarsa olsunlar, aslında CHP’yi kendileriyle aynı safta görüyorlar
demektir.
Bu tür eleştiriler, CHP’yi tutarlı olmaya davetler vs.
aslında CHP’yi daha iyi ve doğru bir politika izlemeye davettir ve onun böyle
olacağı yönünde bir umut anlamına gelir.
Örneğin bizim HDP’li Sırrı Süreyya, “CHP’den özeleştiri
içeren ve toplumsal muhalefeti büyüten bir çağrı bekliyoruz” demiş.
Tipik, CHP’yi eleştiren onu daha düzgün ve tutarlı bir
politika izlemeye çağıran bir davranış.
Bu politika yapmak değildir.
Zaten HDP politika yapmayı bilmiyor. En iyileri Selahattin
Demirtaş, o bile hapishaneden at resmi, şiir, hikâye ve “moralimiz yerinde”,
“bizi yıldıramazlar” gibi beyanlar yollamaktan ötesini bilmiyor ya da
yapamıyor. Apo’dan bile bir şey öğrenememişler. Apo’nun hastalıkları bile
politikti, burnu bile politik akardı aktığında.
HDP’lilerin politikaları bile Hastalıklı.
*
Politika yapmanın asgari ve temel bir takim koşulları vardır
Birincisi, Politika yapmaya kalkan önce, temel güçlerin
toplumsal konum, çıkar ve karakterleri hakkında doğru ve tutarlı bir kavrayışa
sahip olmalıdır.
İkincisi, taktikler mücadele biçimleri söz konusu olduğunda,
hiçbir yol kapatılmaz. Şeytan ve şeytanın büyük annesiyle bile gereğinde iş
birliği yapılabilir. Asla “asla” denmez.
Bırakalım sosyalist olmayı bir yana tutarlı bir demokrat,
bugünkü merkezi, bürokratik, Türklükle tanımlanmış devlet cihazı parçalanmadan
ve bu niteliklerin tam aksi bir devlet cihazı kurulmadan en küçük bir demokrasi
gelmeyeceğini kabul edendir.
CHP’nin hiçbir zaman bu devlet cihazını yıkmak ve
değiştirmek gibi bir amacı yoktur. Aksine onun amacı onu yaşatmaktır.
Dolayısıyla CHP siperin karşı tarafındadır.
Onun bütün arzusu, var olan devlet cihazının daha mükemmel
olması, daha kitabına ve hukuka uygun çalışmasıdır.
O bu devletin genel ve uzun vadeli çıkarlarının savunucusu
ve bekçisidir.
Bu çerçevede örneğin Kürt sorununda devletin Türklükle
tanımlanmasını savunur ama Kürtçenin de bireysel bir özgürlük çerçevesinde
öğrenilebilmesinden öteye gitmez.
Bizler (Demokratlar ve Sosyalistler) CHP ile karşı
saflardayızdır.
O halde bizler CHP’yi eleştirmeyiz. Onunla savaşırız.
Savaşın nasıl bir biçim alacağı ise. Savaşın, yani karşı
tarafı zayıflatmanın ve yok etmenin tek biçimi cepheden saldırı değildir.
Savaşın bin bir türü vardır.
CHP’ye bir eleştiri ancak onun kendi amaçları açısından
olabilir.
Yani CHP bu devleti ve onun uzun vadeli çıkarlarını daha
akıllıca mı savunuyor yoksa aptalca mı?
Biz CHP’yi eleştirdiğimizde, aslında “Türk devletinin genel
ve uzun vadeli çıkarını savunmak için söyle davran ey CHP” demiş oluruz.
Bu durumda, CHP’ye eleştiri, ya kendi amaçlarımızı ve
yerimizi bilmediğimiz; ya da CHP’nin ne olduğunu bilmediğimiz anlamına gelir.
CHP’yi eleştirenlerin temel sorunu budur.
Elbet bizler kendi hesaplarlımızı yaparken, kendi amaçları
açısından akıllıca mı aptalca mı hareket ettiğine bakarız, bir takım tespitler
yaparız. Ama bu ayrı bir konudur. Bir stratejin güçleri değerlendirmesine
ilişkin bir sorundur.
*
Peki, CHP’nin konum ve çıkarı bu.
Peki, karakteri ne?
Kitlelerin hareketinden korkudur.
Kitleleri harekete çağırdığında da başına topladığı cinleri
dağıtamayan büyücü durumuna düşmekten korkar.
Yani kendi kontrolü ve denetimi altında ancak bir kitle
mobilizasyonuna gelebilir belki ama içinde bin bir korku ve o sokağa
çağırdıklarının kontrolden çıkacakları korkusuyla.
Yani bilir ki, CHP’ye oy veren ve onu destekleyen insanlar
sokağa çıktıkları andan itibaren hızla ileriye gitme eğilimi gösterirler.
Onları kontrol altında tutamama tehlikesi vardır.
Bu yönde bir eğilim gördüğünde sokağa çağırdıklarını ilk
satan olur. Hatta onların cellâtlarıyla bile iş birliği yapar.
Bunlar veridir. Denklemin sabitleridir.
*
Peki, CHP neden sokağa çıktı?
Çünkü çatışma devlet içine sıçradı olayların mantığı ister
istemez devlet sınıfları içindeki kesimlerin çatışmasına da geldi.
7 Haziren sonrasında Erdoğan, Ergenekon ittifakı, Kürt
Özgürlük hareketinin hataları temelinde, CHP’nin temsil ettiği devletin genel
ve bütünsel çıkarını savunanları da yedeğe almışlardı.
Yenikapı ve CHP’nin dokunulmazlıkları kaldırılmasına oy
verilmesi vs. yani bu güne kadarki CHP politikası, bunun bir ifadesiydi.
Ama şimdi bu ittifak parçalanmış bulunuyor.
Bir yanda Erdoğan ve Ergenekon, diğer yanda devletin daha
genel ve uzun vadeli çıkarlarını savunanlar arasında bir kırılma ortaya çıktı.
CHP’nin sokağa çıkmasına neden olan Enis Berberoğlu’nun
Hürriyet’in eski yayın yönetmenlerinden biri olması rastlantı değildir.
Hürriyet, adı üstünde “amiral gemisi”
geleneksel olarak devletin ve MİT’in yayınıdır. Devletin genel ve uzun
vadeli çıkarlarını savunur.
Öte yandan 7 Haziran seçimlerinden önce Devlet’in Erdoğan
karşısında tarafsız bir tavır aldığını ve HDP’nin biraz da bu sayede yüzde on
üçlere vurduğunu biliyoruz. Ağrı’daki köylülere teşekkür, Can Dündar’ın yaptığı
haber ve o haberi Enis Berberoğlu’nun vermesi vs. aslında Devletin Erdoğan ve
Ergenekon ittifakı karşısında belli bir tarafsız duruşunun da ifadesiydi. Bu
yayınlar verdikleri mesajlarla Erdoğan’ın elini kolunu bağlıyorlardı.
Yani devlet sınıflarından ve 7 Haziren seçimleri öncesinde
Erdoğan’a karşı bir duruşun ifadesi olan bir olay vesilesiye ilgili birinim
cezalandırılmasının sembolik bir anlamı bulunmaktadır.
Berberoğlu’nun cezalandırılması tam da bu ittifakın
parçalandığını gösterir.
Yani 7 Haziran seçimleri öncesi konumlanışa benzer bir
duruma gelmiş olunmaktadır.
CHP’de ifadesini bulan devletin bir kesimi ile Erdoğan ve
Ergenekon ittifakı karşı karşıya gelmiş bulunuyor.
Ancak CHP’de ifadesini bulan kesimlerin çok güç ve mevzi
yitirmiş olmaları nedeniyle, hareket alanları dardır ve güçleri sınırlıdır bu
nedenle kitleye ve sokağa başvurmak durumunda kalmaktadırlar.
Yani kendileri açısından da bir varlık yokluk sorunu gündeme
gelmektedir.
Bu nedenle tıpkı 19. Yüzyılda burjuvazinin büyük toprak
sahipleri karşısında işçileri kışkırtması ve işçiler sokağa çıkınca da onları
satması ve tekrar eski egemen sınıflarla ittifaka girmeleri gibi bir sürecin
içine giriyoruz
Şimdi CHP köşeye sıkışınca kitleleri sokağa çağırmaktadır.
İlk fırsatta da satacaktır. Olsun. Biz zaten doğarken
ölmüşüz. Korkacak kaybedecek bir şeyimiz yok
Biz sahte hayaller peşinde koşmadığımızdan “bizi niye
sattın” diye ağlaşacaklardan değiliz.
Satılacağımız zaten veridir. Bile bile lades.
*
CHP kendi açısından son derece akıllıca davranmaktadır.
Bizler düşmanlarımızdan öğrenmeyi bilmeliyiz. Düşmanlarımız
karşısında komplekssiz davranmalıyız.
Evet, CHP nasıl hareket ediyor ona bakalım. CHP’den
öğrenelim.
Bir kere seçtikleri slogan ve eylem biçimi çok akıllıca.
Şimdi bunu bir de bizim HDP’nin politikasıyla
karşılaştıralım.
Yakalanacak ana halka, temel slogan bakımından bakalım.
Geçenlerde HDP’nin hala “barış barış” demesinin ve bu
halkaya asılmasının yanlışlığı üzerine (“HDP’ye Açık Mektup – Erdoğan Gitmeden
Barıştan Söz Etmek Erdoğan’a Hizmet Etmektir” bir yazı yazmıştık.
Keza seçimlerden sonra yazdığımız bir yazıda, bugün
demokrasinin bile değil, önce hukukun, adaletin yakalanacak ana halka olması
gerektiğini söylüyorduk. (“#HAYIR’dan Hukuk’a, Hukuk’tan Haklar’a ve
Demokrasi’ye”)
HDP bunları görmedi bile.
CHP ise, tam da bu yazılarda önerdiğiniz ana halkayı
yakalıyor: Adalet.
Bu, halkayı doğru yakalamaktır.
Yani CHP, kendi temsil ettiği güçler açısından, akıllıca, en
geniş kesimleri birleştirebilecek, Ergenekon ve Erdoğan ittifakını tecrit
edecek bir slogan belirlemiş bulunmaktadır. Hukuk ve Adaleti öne almıştır.
Bunu HDP yapamadı veya yapmadı ve akıl etmedi.
Bizim yazdıklarımızı ve eleştirilerimizi görmezden gelmeyi
seçti.
Ne oldu? Kendi ayağına kurşun sıkmış oldu. Tarihin önüne
getirdiği en iyi olanakları değerlendiremedi ve alanı CHP’ye kaptırmış bulundu.
Yani CHP’nin parolası akıllıca.
*
Sadece parolası değil, biçim de akıllıca.
Ta HAYIR kampanyasının başından beri, somut bir hedefi
işaret eden bir tek sembol etrafında bir eylem biçimi ve bunun biçim olarak en
temel haklar alanında kalması hatta gösteri ve yürüyüş alanına bile girmemesini
savunuyorduk.
Bunu en son Nuriye ve Semih’in direnişlerini kitlesel bir
direnişe dönüştürmek için öneriyorduk.
Bütün sol örgütler bu önerileri görmezden geliyordu.
HDP’liler duymazdan geliyordu.
Biz bu öneri ve eleştirilerimizi onlara yapıyorduk.
Peki, CHP ne yaptı?
Tam da bizim önerdiğimiz mücadele biçimini benimsedi kendi
çıkarı ve gücüne uygun olarak.
Bir tek sözcük ve buna uygun pankart. (CHP’dir pankart
taşır, gücü var. Biz güçsüzlüğümüzden hareketle pankart bile olmasın, pankart
yerine vücudumuzda bir sözcük taşıyalım diyorduk aslında, yasal sınırı
zorlamamak için. Aslında CHP kendi gücüyle bizim önerimizi yapmış oluyor
sayılır)
Ve işin ilginci, CHP’nin bu biçimi temellendirmesi de
ilginçtir. Neredeyse bizim dediklerimizi demektedir.
Bu ikinci günün sabahında CHP lideri Kılıçdaroğlu,
Cumhuriyet’te yayınlanan söyleşisinde, yürümenin temel bir hak olduğundan söz
ediyordu.
Yani temel insan hakları noktasından savunma yapıyor. Eylemi
temel haklardan hareketle savunuyor, politik gösteri yürüyüşü hakkından
hareketle savunmuyor. Bu tam da bizim önerdiğimizdi.
Biz eleştiri ve önerilerimizi sosyalistlere ve HDP’ye
yapıyor, onlara bu strateji, taktik ve mücadele biçimlerini öneriyorduk. Onlar
bunları duymazdan, görmezden geliyorlardı.
CHP’lilerin bizim dediklerimizi okuduklarını pek sanmıyoruz
ama binlerce yıllık tecrübeleriyle, bizim önerilerimizin aynısını uyguluyorlar
akıllıca. Çünkü CHP bu devletin binlerce yıllık tecrübesine dayanıyor.
İşte politika böyle yapılır.
Yani özetle, CHP kendi temsil ettiği güçler açısından son
derece akıllıca bir hedef ve mücadele biçimleri belirlemiş bulunuyor.
*
O halde, biz sosyalistler, tutarlı demokratlar ne
yapmalıyız?
Bir kere tarihin bize sunduğu fırsatları kaçırdık. Geçmiş
ola.
Bu hareketi bizler başlatabilirdik. Yeter ki, vuruş yönünü,
(Hukuk, Adalet) ve mücadele biçimini (Kitleselleşmek ve bunun için siyasi
haklar değil temel haklar alanında pasif olarak bir yerde bulunmak) gibi
fırsatı kaçırdık.
Ama CHP’nin sokağa çıkması iyidir.
Kitleler nasıl olursa olsun sokağa çıkmaya başlıyorlarsa
bizler orada olmalıyız.
Bizlerin Devrimci Öğrenci Birliği’nde bir sloganımız vardı:
“Harekette bereket vardır”.
CHP’nin başlattığı yürüyüşün “Adalet” sloganı bizim öne
çıkarmamız gereken bir slogandı. Yani bu slogana biz de sahip çıkabiliriz. Hem
birleştirir hem de en geniş kesimleri toparlar.
Bizler bu yürüyüşe, başından sonuna en çok katılanlar, en
çok çalışanlar olmalıyız.
Onu ilerletmeye ve geliştirmeye çalışmalıyız
Ama bu yürüyüşü aynı zamanda, örgütlenmek, örnek sunmak için
de değerlendirmeliyiz.
Yani biz böyle yaparsak aslında Kılıçdaroğlu istemeden de
olsa, gerçek bir kitle direnişinin ortaya çıkışının bir paratoneri ve vesilesi
olabilir
Biz en geniş kitleler halinde bu yürüyüşe katılmalıyız.
Hiçbir şekilde hiç bir sahte umuda kapılmamalıyız.
Ama bu yürüyüşün başarılı bir şekilde gitmesi ve gelişmesi
için varımızı yoğumuzu ortaya koymalı ve yürüyüşü geniş kitlelerin bir öz
örgütlenme aracına dönüştürmeliyiz.
Örneğin binlerce insanın en sıradan ihtiyaçlarının
karşılanması bile muazzam bir örgütlenme gerektirir.
Bizler bunu fiilen bir öz örgütlenme ile yapabiliriz.
Yürüyüşün, emniyeti, saldırılara karşı korunması, haber
alınması, varacağı duraklardaki faaliyetler. Yürüyen ve karşılayanların
lojistiği (yeme, içme, barınma, tuvalet, hijyen vs.) muazzam öz örgütlenme
olanakları yaratır. Bunları CHP örgütü de yapabilir kendince ama bizler de
yapabiliriz kendimizce bir rekabet havasına girmeden ve iş birliği içinde
yükleri üstlenerek.
Yani hiç bir zaman CHP’nin örgütsel varlığı altına
girmemeliyiz. Bağımsızlığımızı korumalı ama fiili iş birliğinde verici durumda
olan olabiliriz.
Sadece İstanbul’a yürüyüşe de katılmakla kalmamalıyız.
Türkiye’nin her yerinde, İstanbul’a veya Ankara’ya yönelik
benzer yürüyüş ya da nöbetler başlatabiliriz.
Özetle, bizler bu yürüyüşe bütün gücümüz ve imkânlarımızla
katılmalıyız.
Biz bu işin hamalları olmalıyız.
Biz sosyalistler devrimciler her zaman en çok ölenler,
işkence görenler olduk ve CHP gibiler, AKP gibiler her zaman bizim
çektiklerimizin rantını yediler. Yesinler helal olsun.
Biz yine her zamanki gibi bu kitle hareketlenmesinin de
hamalları, karıncaları olmalıyız.
Bir süre sonra bu hamallar ve karıcalar olmadan bir şey
yapamadıklarını görür geniş kitleler.
Bir devrimci bir sosyalist, fabrikada en iyi işçi, savaşta
en iyi asker, yürüyüşte en iyi yürüyen olmalıdır.
Örnek olmak gerekir. Örnek olmalı ki sözümüze değer
verilsin.
16 Haziran 2017 Cuma
Demir Küçükaydın
demiraltona@gmail.com
https://demirden-kapilar.blogspot.de