İhsan Yüce 1991 yılında vefat ettiğinde, Can Yücel, Salacak’taki cenaze evinde düzenlenen ufak törene katılır. Daha sonra, kendisini Üsküd...
İhsan Yüce 1991 yılında vefat ettiğinde, Can Yücel,
Salacak’taki cenaze evinde düzenlenen ufak törene katılır. Daha sonra,
kendisini Üsküdar’a götürmesi için Yusuf Ekşi’ye ricada bulunur.
Yusuf Ekşi, ricayı kabul eder. Ama meraklıdır da, Can
Baba’ya neden mezarlığa gelmediğini sorar. Can Yücel, sararmış bıyıklarını ve
sakallarını okşayarak cevap verir o tok sesiyle: “İnsan arkadaşını hiç
gömebilir mi yahu?”
Çoğunuzun aklında Kemal Sunal’ın filmlerinde oynadığı
kayınbaba ya da muhtar rolleriyle canlanır muhtemelen. Belki de hiç
canlanmazdı, üstteki fotoğraf olmasa. Şöyle söyleyeyim; Kibar Feyzo’da Gülo’nun
babası Hüso’dur mesela, Çöpçüler Kralı’nda da Hacer’in babasıdır. Bu örnekleri
tek tek çoğaltmak istemiyorum, çünkü çok fazlalar. İstatistiksel bir bilgi
vermek gerekirse 150’den fazla filmde oynamıştır, bunların 56’sının senaryosunu
yazmış, 6’sını da yönetmiştir. Kameranın önünde olduğu kadar, kameranın
arkasında da büyük işler başarmış bir emekçidir aynı zamanda. Yeşilçam’ın o en
parlak yıllarında yazdığı filmler, oynadığı roller ile iyi paralar kazanmıştır
ama kazandığı parayı da yine sinemaya ve tozunu uzun yıllar yuttuğu tiyatroya
harcamış, yatırımlar yapmış, gençlere el vermiş ve onları yüreklendirerek bu
vefasızlıktan geçilmeyen yollara adını derin derin kazımıştır. “İyilik yap
denize at,” demiş atalarımız ama yaptığı iyilikler ne kadar geriye dönmüştür,
İhsan Yüce ne kadar hatırlanıp anılıyordur bilemiyorum. Doğruyu söylemek
gerekirse unutulan, yitip giden bir değerdir Yüce İhsan. Adını söylediğinizde,
insanların hatırlamadığı bir karakterdir artık…
Elazığlı bir Alevi ailenin çocuğu olarak 1929 yılında
dünyaya gelir İhsan Yüce. İzmir Atatürk Lisesi’nde okur, sonra İktisadi ve
Ticari İlimler Akademisi’ni bitirir. Bir süre kendi mesleğinde çalışsa da içinde
çocukluğundan beri taşıdığı hislerin peşinden koşar. Ufak tiyatrolarda
oyunculuklarla başlar sanat hayatına. Tiyatroculuğun yanında resim ve heykel
çalışmaları da başlar o yaşlarda. Gençtir, heveslidir, içi sanat için üretmekle
doludur. 1968 yılında üç arkadaşıyla Ankara’da Drama Tiyatro’sunu kurup
ideallerinde olan şeyleri yapmaya başlar. Mesela Dostoyeski’nin Suç ve
Ceza’sını oyunlaştırır. 1952 yapımlı Charlie Chaplin’in yapımcılığını,
yönetmenliğini ve oyunculuğunu üstlendiği Sahne Işıkları’nı tiyatroya uyarlar.
Drama Tiyatro böylelikle ses getirmeye başlar. İhsan Yüce’nin sinema yolculuğu
da bu sahneden sonra başlar.
Birçok Türk filminde yardımcı karakter olarak yer alır. Her
tür tipe bürünmüştür beyaz perdede. Mazlumdan deliye, Karadenizli’den Güneydoğulu’ya,
dalkavuktan ayyaşa… Her daim yan karakterde yer almasına bakmamak gerekir yine
de. Çünkü baskın karakterli oyunculuğuyla bir şekilde filmi tamamlayan karakter
oyunculuklarıyla hafızalara yer etmiştir İhsan Yüce. Kendine has sigara içişi,
sigaradan sararmış bıyıklarıyla bütünleşir adeta. Yazdığı senaryolara kendi
yaşamından ve dönemin siyasi olaylarına göndermeler yerleştirir. Çok zekidir
çünkü, toplumcudur ve toplumun yanında olduğunu bir şekilde göstermek ister.
İhsan Yüce, bir bakıma, 1970’lerde yükselen köylü sosyalist hareketin
sinemamızdaki taşlama örneklerini kaleminin ucunda ve en yalın en anlaşılır
dille işlemiş tek sanatçıdır. Yılmaz Güney’in mizahtaki dengidir. Argoyu da
yerinde ve gerçekçi, cömertçe kullanmıştır. Lafını esirgemeyen bir senarist
yazardır Yüce.
Keza senaryosunu yazıp oynadığı Kibar Feyzo filminde bu tarz
sahnelere rastlamak mümkündür. Kibar Feyzo filmi görünüşte mizah filmidir ama
aslına bakılınca sosyalizme övgü olarak kaleme alınmıştır, bunu kendisi de
söyler. Örneklemek gerekirse; filmin Faşo Aga’sı Maho’nun bir sahnede Feyzo’ya,
“Ula şurda 141, 142 başsınız lo!” repliği, anayasanın 141 ve 142. Maddelerine
göndermedir. Bu maddeler komünist cemiyetler kurmanın suç olduğuna ve komünizm,
anarşizm, diktatörlük, ırkçılık propagandalarını ve millî duyguları yok etmeye
ve zayıflatmaya yönelik propagandaların cezalandırılmasıyla alakalıdır. Film
içerisinde yine sendikalaşmanın önemi ve işçilerin birlik olmasıyla alakalı
birçok propaganda yer alır. Bu yönüyle ve içerisinde bulundurduğu daha birçok
şeyle bir başyapıtı kendi imkânlarıyla ve riskleriyle yüklenip dile getirmiş,
senaryolaştırmış ve çektirmiş kişidir İhsan Yüce. Dönemin baskılarına ve
dayatmalarına karşı gelmiş bir yürektir.
Sinema, tiyatro, resim ve heykel dışında edebiyatla da
ilgilidir İhsan Yüce. Dostlarının anlatılarına göre pek çok şiiri vardır ama
bunların hiçbiri yayımlanmamıştır. Yazmayı sever, üretkenliği buraya da
yansımıştır lakin şiirlerini ve eleştirel yazılarını bulmak pek mümkün
değildir. Günümüze ulaşan en bilinen şiiri “Ekmek, Şarap, Sen ve Ben” dir. Şiir
Mazlum Çimen’in bestesiyle Mümtaz Sevinç’çe de seslendirilmiştir.
“…Bir kere Aristo’nun hocası olmuştum
Ona verdiğim dersle gurur duymuştum
Bazen Jan Dark’ı kurtarmak için çalışan bir kahraman
Bazen odunun ateşleyen bir cellât olurum
Eğer daha da içersem
Shaskespare halt etmiş derim karşımda
Salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de
İşte Mozart’ın aradığı melodi bu diye gülerim
Enayiymiş be Platon…
Bir içsin de görsün….
Ne felsefesi varmış bu hayatın
Anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu…”
Salacak’ta küçük bahçeli eski bir evde, ailesiyle yaşar
İhsan Yüce. Bu evde 1991 yılında kalp krizi geçirerek vefat eder. Mezarı
Karacaahmet’tedir. Kısa boyuna rağmen kocaman bir yüreği taşır bedeninde
yaşadığı ömürce. Arkasında bıraktığı işlerle unutulup gitmiştir.
Her filmine denk geldiğimde onu anlatmayı, yaptığı işleri
yanımdakilere tek tek sıralamayı bir borç bildik adeta. Bu yazıyı da ekranda
bir filmini seyrederken borçluluk duygusuyla yazıyoruz. İhsan Yüce’yi biliniz,
seviniz, tanıyınız. ("ANTİKKUNTİK" FACEBOOK SAYFASINDAN)