Havuz medyasına vicdan fazla geldi... Cumhuriyet tutuklamalarına itiraz edince sansürlendi Lütfü Oflaz, bir yılı aşkın süredir köşe ya...
Havuz medyasına vicdan fazla geldi... Cumhuriyet
tutuklamalarına itiraz edince sansürlendi
Lütfü Oflaz, bir yılı aşkın süredir köşe yazarlığını
yürüttüğü Star gazetesinden "Terk etmedi vicdan beni" başlıklı
yazısının yayımlanmaması üzerine ayrıldığını duyurdu.
Oflaz, konuya ilişkin olarak Yeni Asya Gazetesi Genel Yayın
Yönetmeni Kazım Güleçyüz’e yaptığı açıklamada şunları söyledi:
"Terk etmedi
vicdan beni’ başlıklı yazımın yayınlanmaması üzerine Star gazetesinden ayrılma
kararı almıştım. Yayınlanmayan yazımın sonuna olup bitenleri birkaç cümleyle
anlatan, okurlardan da haklarını helal etmelerini isteyen bir bölüm ekleyerek,
bu yazıyı yeniden Star gazetesine gönderdim. Bunu bir veda yazısı olarak
yayınlamalarını istedim. Ancak bu da yayınlanmadı."
Oflaz gazeteye geçtiğinde, “Efsane geri dönüyor”; “Herkes
onu yazdı, artık o yazacak”, “Sağcısından solcusuna herkesin saygı duyduğu bir
yazar, bir düşünür”, “Gönüllerin cumhurbaşkanı Lütfü Oflaz artık Star’da” diye
tanıtımlar yapan Star, tanıtım kampanyasında Cumhuriyet eski başyazarı İlhan
Selçuk, ünlü yazar Aziz Nesin’in de içlerinde olduğu çok sayıdaki yazar ve
aydının Oflaz’ı öven yazılarına da yer vermişti. Lütfü Oflaz’ı tanıtan ’24
Portre Lütfü Oflaz’ adlı bir belgesel de yaptırılmıştı.
Ancak Star, yazarın
son dönemde başta tutuklu gazeteciler ve adaletin geldiği durum karşısında
rahatsız olduğunu belirttiği son yazısını yayınlamadı.
Oflaz’ın bir yıllık Star gazetesi macerasını sonlandıran
yayınlanmayan yazısı şöyle:
“Rahatsızım.
Murat Sabuncu’dan Turhan Günay’a, Musa Kart’tan Kadri
Gürsel’e kadar gazeteci olarak bilip tanıdığım meslektaşlarımın hapiste
olmasından rahatsızım.
Cumhuriyet
gazetesinden Sözcü gazetesine kadar medyanın baskı altında olmasından
rahatsızım.
Yargı kararı olmadan
gazetecilerin, akademisyenlerin, siyasetçilerin, kısacası her meslekten
kişilerin şucu bucu diye suçlanmasından rahatsızım.
İnsanların yazdıkları
ya da dillendirdikleri fikirleri nedeniyle hapiste olmasından rahatsızım.
Kimilerinin
kendilerini yargı yerine koymasından rahatsızım.
Şucu bucu diye
suçlanarak hapse atılanların, çok uzun süre mahkeme önüne çıkartılmamasından
rahatsızım.
Barışçıl yürüyüşlerin
bile şucuların bucuların yürüyüşü diye suçlanmasından rahatsızım.
Görülmekte olan
davalarda at izinin it izine karışmasından rahatsızım.
Arkası olana, dayısı
olana, parası olana ayrıcalıklı davranılmasından rahatsızım.
Başta belediyeler
olmak üzere, yolsuzluk, rüşvet söylentilerinin ayyuka çıkmasından rahatsızım.
Harun gibi gelenlerin
Karun gibi olmasından rahatsızım.
İsrafta, gösterişte
sınır tanımayan ABDestli kapitalistlerden, Süslümanlardan rahatsızım.
Bu ve benzeri
rahatsızlıklarımı yazılarıma da yansıtıyorum.
Bu nedenle yazdığım
gazetenin dahil olduğu yayın grubunun yönetimine rahatsızlık veriyorum.
Ama ben buyum.
Ve de hep buydum.
Hiçbir zaman
başkaları acı çekerken “Bana ne” demedim.
Hiçbir dönemde “Bana
dokunmayan yılan bin yaşasın” demedim.
Hayatım boyunca acı
çekenlerin yanındaydım.
Hayatım boyunca
mazlum kim olursa olsun onun yanındaydım; zalim kim olursa olsun onun
karşısındaydım.
Bu yüzden acı
çektirenlerin tepkisini çektim.
Onlar tarafından
hapsedildim.
Onlar tarafından ağır
işkencelerden geçirildi zaten yaralı olan bedenim.
Bunlar yetmezmiş
gibi, hapisten çıktıktan sonra da çok uzun süreler işsiz bıraktırılmak gibi
bedeller de ödedim.
Hep zalimlerin
karşısında, mazlumların yanında olduğum için çok ağır bedeller ödedim.
Ama bir an için bile
zalimlerden aman dilemedim.
Aksine onların üstüne
üstüne gittim.
Onun içindir ki bu
ülkede darbeci zalimlerin tanklarının karşısına ilk dikilen kişi benim.
Onun içindir ki bu
ülkede hukuksuz yargılamalara, yargısız infazlara, insanları insanlığından
çıkartan zalim uygulamalara karşı ilk insan hakları kampanyasını başlatan
benim.
Onun içindir ki
yazdığım “Susma, sustukça sıra sana gelecek” gibi cümlelerle, insanları
başkalarına yapılan zulümlere karşı suskun kalmamaya çağıran benim.
Onun içindir ki
yazdığım “Susma haykır, zulme hayır”, “Zulme karşı direneceğiz; yılgınlık yok,
direniş var” gibi cümlelerle, insanları zalimlere karşı direnmeye çağıran
benim.
Zalimlerle çarpışa
çarpışa bugünlere geldim.
Darbe dönemleri başta
olmak üzere her dönemde ben böyleydim.
Zalim kim olursa
olsun onun karşısında, mazlum kim olursa olsun onun yanında olan biriydim.
Bu yaşımdan sonra
değişecek değilim.
Benim önemsediğim,
kulak verdiğim tek ses vicdanımın sesi.
Uzun bir vicdan
yürüyüşü benimkisi.
Bu yürüyüşte hiç terk
etmedi vicdan beni.
Ben de vicdanımı terk
edemem.
Vicdansızca yazıp
çizemem.
Birilerinin hatırı
için birilerine sövemem.
Evet, Lütfü Oflaz
rahatsız!
Yönetim de Lütfü
Oflaz’dan rahatsız!
Nitekim benden
duydukları rahatsızlık had safhaya varmış olmalı ki, bundan önceki “Terk etmedi
vicdan beni” başlıklı yazım yayınlanmadı.
Dahası, bugüne kadar
yazdığım muhalif yazıların bana duyulan saygının gereği olarak yayınlandığı,
ama böylesine muhalif yazılar yazmaya devam ettiğim sürece yazılarımın yayınlanmayacağı
uyarısı da yapıldı.
Öyleyse artık veda
zamanı.
Beni okuyup
izleyenler, helal edin haklarınızı.”
OFLAZ’IN HAZİRAN AYINDA YAZDIĞI YAZI: DİNDAR OL AMA DİNCİ
OLMA
Bu kez Cumhuriyet yazarı değil Star yazarı uyarıyor: Dindar
ol, ama dinci olma!
Belli başlı gazetecilerin yazılarında dikkat çektiği
'dindar-dinbaz' ayrımına bu kez yandaş Star gazetesinin aykırı köşe yazarı
Lütfü Oflaz dikkat çekti.
Son yıllarda 'Dindarlık' ve 'dinclik' arasındaki fark ve
dinin istismar edilmesi anlamındaki diğer kullanımları ile ilgili yapılan bütün
uyarılar 'din düşmanlığı' torbasına koyularak itibarsızlaştırılıyor. Özellikle
bu uyarılar laik kesimden ve laik aydınlardan gelince doğrudan hedef haline
getiriliyor. Ancak bu kez uyarı, hükümetin en sıkı destekçisi olan Ethem
Sanacak'a ait Star gazetesinde yazan Lütfü Oflaz'dan geldi.
Geçtiğimiz günlerde 'Kabul ediyorum; ben yandaşım! Adaletin
yandaşıyım.Hukuk devletinin yandaşıyım. İnsan haklarının yandaşıyım.' diye
yazan Star yazarı Lütfü Oflaz, o yazısında ise gazetemiz "Dindar ol, ama
dinci olma!" uyarısı yaptı.
İşte Oflaz'ın muhafazakar mahalleye hitap ettiği o
yazısından bir bölüm:
Dindar ol, ama dinci olma!
Benim bakış açıma göre, dindar dini yaşayandır.
Dinci ise dini satandır!
Dinci ile dindarı
ayırt etmek gerekir.
Yazarlık yaşamım
boyunca dindarı koruyup gözetmişimdir.
Buna karşılık dinciyi
eleştirmişimdir.
Bu girişten sonra
sözü Diyanet İşleri eski Başkanı Profesör Ali Bardakoğlu’nun, “din satıcıları”
dediği ilahiyatçılara getirmek istiyorum.
"Program başına
150 bin TL’den 600 bin TL’ye kadar ücret alan ilahiyatçılar..."
Onun “Parayla fetva
veriyorlar” dediği anlı şanlı ilahiyat profesörlerine getirmek istiyorum.
Ali Bardakoğlu,
bunlar hakkında “Ortalık asılsız kutsallıklar üreterek, kendi din ticaretleri
için müşteri arttıranlarla doldu” diyor.
Ardından “Serbest
pazar mantığıyla fetva arayanlara, müşteri memnuniyetine göre fetva verenler
ortalığı kapladı” diye de ekliyor.
Ali Bardakoğlu’nun
böylesine eleştirdiği ilahiyatçılar, birbirlerinden müşteri kapmak için yarışan
çığırtkanları andırıyor.
Bunlar asılsız
menkıbelere, hurafelere dayanan söylemlerle insanların ilgisini çekip ilgi
odağı olmak istiyor.
Elbette bunlar bunu
boşuna yapmıyor.
Bir ilahiyatçının ne
kadar çok müşterisi olursa, yaptığı program başına o kadar yüksek ücret alıyor.
Program başına 150
bin TL’den 600 bin TL’ye kadar varan ücret alan ilahiyatçılardan bahsediliyor.
Bu resmen din
ticareti yapmak değil midir?
Dini satarak para
kazanmak değil midir?
Para demişken Din
İşleri Yüksek Kurulu’nun “Haram parayla da hacca gidilir” fetvasını
hatırlatmadan geçmemeli.
Yahu bu zihniyet
neyin nesi?
Bu zihniyet
kapitalist zihniyetin ta kendisi.
Dini imanı para olan
kapitalist zihniyet “paranın haramı helali olmaz” der.
“Para kazan da nasıl
kazanırsan kazan” der.
Kapitalist zihniyette
olmayan “Haram parayla da hacca gidilir” der mi?
Kapitalist zihniyet
ilahiyat aleminde böylesine etkili demek ki?
İlahiyat alemi bu
yönüyle problemli.
Şu yönüyle de
problemli.
Geçenlerde soyadı
gibi ünlü bir ilahiyatçı olan Osman Ünlü, Diyanet’in camileri çocuklara
sevdirmek için camilerde oyun alanları oluşturma projesine karşı çıkıp
“Camileri sulandırmayın; kerhaneye döndürmeyin” dedi.
Üstelik de bu lafı
muhafazakar bir kanalda söyledi.
Kim bilir bu
ilahiyatçı gibiler, benim her caminin yanında bir kütüphane, bir sanatevi
kurulmasını öneren projeme ne diyor?
Ama şimdilik bu
ilahiyatçının, camilerde çocuklar için oyun alanları oluşturulması projesi
hakkında “Camileri sulandırmayın, kerhaneye döndürmeyin” diyen sözlerine değinmek
gerekiyor.
Öyle ya, bu gibi
ilahiyatçılara güler yüzlü değil, asık suratlı camiler lazım.
Ürküten, korkutan,
ağlatan camiler lazım.
Ürküten, korkutan,
asık suratlı din anlayışı kaba softalıktır, ham yobazlıktır.
LÜTFÜ OFLAZ ŞUBAT AYINDA YAZDIĞI YAZISINDA NE DEMİŞTİ
Erdoğan iktidardan düşerse ilk tekmeyi bunlar vuracak!
Star yazarı Lütfü Oflaz, "anayasa değişikliği
referandumuyla ilgili olarak bazı 'evet'çilerin 'Referandumda hayır demek
hainliktir' dediğini" hatırlatarak "Bunlar her dönemin güce
tapıcılarıdır! Şimdi de herkesten fazla Tayyip Erdoğan’a tapmıyorlar mı?"
dedi.
"Tayyip Erdoğan’ın iktidar yürüyüşüne başladığından
beri yanında olanları, Tayyip Erdoğan’ı sevmemekle suçlamıyorlar mı?"
diyen Oflaz, "Onun 'Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan
yağmurda' dediklerinin önüne geçmeye çalışmıyorlar mı? Aslında bunlar Tayyip
Erdoğan’a tapmıyorlar; onun gücüne tapıyorlar" görüşünü dile getirdi.
Lütfü Oflaz'ın "Tayyip Erdoğan’a değil gücüne
tapıyorlar!" başlığıyla yayımlanan (21 Şubat 2017) yazısı şöyle:
Bunlar her dönemin güce tapıcılarıdır!
Şimdi de herkesten fazla Tayyip Erdoğan’a tapmıyorlar mı?
Tayyip Erdoğan’ın iktidar yürüyüşüne başladığından beri
yanında olanları, Tayyip Erdoğan’ı sevmemekle suçlamıyorlar mı?
Onun “Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık
yağan yağmurda” dediklerinin önüne geçmeye çalışmıyorlar mı?
Aslında bunlar Tayyip Erdoğan’a tapmıyorlar; onun gücüne
tapıyorlar!
Kimi Hayır’cılar diyor ki, “Referandumda Evet demek ülkeye
ihanettir.”
Kimi Evet’çiler diyor ki, “Referandumda Hayır demek
hainliktir.”
Oysa anayasa değişikliği referandumunda ne “Evet” demek
ülkeye ihanettir ne de “Hayır” demek hainliktir.
Demokrasi açısından
“Evet” diyenler de “Hayır” diyenler de saygıdeğerdir.
Kaldı ki “Evet”
diyecekler arasında, geçmişte 12 Eylül’cülerin anayasasına “Evet” diyenler
olduğu gibi “Hayır” diyenler de vardır.
“Hayır” diyecekler arasında, geçmişte 12 Eylül’cülerin
anayasasına “Hayır” diyenler olduğu gibi “Evet” diyenler de vardır.
Bunların yanında bir de her dönemde kraldan fazla kralcılık
yapanlar vardır.
Bunlar her dönemin güce tapıcılarıdır!
Şimdi de herkesten fazla Tayyip Erdoğan’a tapmıyorlar mı?
Tayyip Erdoğan’ın iktidar yürüyüşüne başladığından beri
yanında olanları, Tayyip Erdoğan’ı sevmemekle suçlamıyorlar mı?
Onun “Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık
yağan yağmurda” dediklerinin önüne geçmeye çalışmıyorlar mı?
Aslında bunlar Tayyip Erdoğan’a tapmıyorlar; onun gücüne
tapıyorlar!
Onun gücünden yararlanıp köşe kapmak, mevki makam sahibi
olmak, servet yapmak gibi çıkarcılıklar sergiliyorlar.
Bu ülkede güce tapıcıları en iyi ben tanırım.
Kendimi bu konuda uzman sayarım.
Çünkü ben, bu ülkenin gelmiş geçmiş en güçlü kişilerinden
birinin elinde ve evinde büyüdüm.
Gücün ne demek olduğunu onu izlerken gördüm.
En büyük işadamlarının, medya patronlarının, sivil ya da
asker en yüksek bürokratların, en ünlü gazetecilerin, sanatçıların ve
benzerlerinin, onun karşısında nasıl iki büklüm olduklarını, süklüm püklüm
konuştuklarını gördüm.
Ona, daha doğrusu onun gücüne nasıl taptıklarını gördüm.
Ama o iki kez askeri darbeyle iktidardan
uzaklaştırıldığında, önce ona tapanlar ondan uzaklaştılar.
Bir kısmı da darbecilerle işbirliği yapıp onu sattılar.
Onu darbeyle iktidardan uzaklaştıranlara tapmaya başladılar.
Çünkü onlar kişilere değil güce tapanlar!
Güç kimdeyse onun yanında olanlar.
Güçten düşene en önce tekmeyi vuranlar.
Hiç şüphem yok ki, yarın öbür gün Tayyip Erdoğan da güçten,
iktidardan düşse, ilk tekmeyi onlar vuracaklar.
Tayyip Erdoğan’ı ilk önce onlar satacaklar.
Yeri gelmişken bu konuda bir anımı anlatmadan geçmemeli.
Eski başbakan ve cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in
vefatından bir süre önceydi.
Evindeydik; baş başaydık; bir gece vaktiydi.
Söz bir ara onun gücün zirvesinde olduğu dönemlere geldi.
“İsteseydin benim sahip olduğum gücü kullanırdın; ama hiçbir
zaman kullanmadın. Aksine benim sana vermek istediklerimi hep reddettin”
diyerek söze girdi.
“Hiçbir zaman güce itibar edenlerden olmadın. Hep
güçlülerle, güçlüklerle boğuştun. Ne yaptınsa benden güç almadan tek başına
yaptın. Bunu hep takdir ettim” diyerek sözlerine devam etti.
Daha sonra söz güce tapanlara geldi.
Her dönemde güce tapan ünlü kişilerden örnekler vererek de
epey şeyler söyledi.
Ancak şimdilik onlar ben de kalsın.
Bugünün güçlüleri de şu uyarıma kulak kabartsın.
Bugün güçlü oldukları için kendilerine tapıp başkalarını
hainlikle suçlayanlar, yarın öbür gün güçten düştüklerinde kendilerine ilk
hainlik edeceklerdir!
En hainlerin en güce tapıcılar içinden çıktığı iyi
bilinmelidir!
LÜTFÜ OFLAZ’DAN Perinçek'e: Yaşayan Hitler
Adalet yürüyüşüne tepki gösteren ve 'Yargının altın devrini
yaşadığını' iddia eden, “Haksızlığa uğrayanlar var, ama bu haksızlıklar
görmezden gelinmeli” sözleri tepki çeken Doğu Perinçek'e Star Yazarı Lütfü
Oflaz da sert tepki gösterdi.
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in CHP lideri
Kemal Kılıçdaroğlu'nun 'Adalet Yürüyüşü'ne yönelik ağır eleştirilerine farklı
kesimlerden sert tepkiler geldi. Parti tabanından gelen ve istifaya uzanan kimi
tepkilerin yanısıra, Perinçek'in bu çıkışına AKP destekçisi havuz medyasından
da tepki geldi.
Star Yazarı Lütfü Oflaz, “Yargı altın devrini yaşıyor” diyen
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’i “Türkiye’nin vicdansızı” ve
“Türkiye’nin faşisti” ilan etti.
“Yaşayan Hitler Doğu
Perinçek” başlıklı bir yazı yazan Oflaz, Perinçek’in “Haksızlığa uğrayanlar
var, ama bu haksızlıklar görmezden gelinmeli” dediğini belirterek “Bu ve
benzeri sözleriyle adeta Hitler gibi konuşuyor. Neyse ki AK Parti iktidarı,
Doğu Perinçek gibi haksızlıkların görmezden gelinmesini istemiyor. Zaten bunu
istemediği için, haksızlığa uğrayanların başvuracağı bir komisyon oluşturmuş
bulunuyor. Bu komisyon mümkün olduğu kadar hızlı çalışmalıdır. Mümkün olan en
kısa süre içinde haksızlıklar giderilip haksızlığa uğrayan bir kişi bile
bırakılmamalıdır” ifadelerini kullandı.
Oflaz, daha önce
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile “Nuriye Gülmen ve Semih Özakça” için yazdığı
bir yazıya dair telefonda görüştüklerini ve görüşmenin gergin geçtiğini de
söyledi. Oflaz buna rağmen Soylu’nun Doğu Perinçek vari bir zihniyet
sergilemediğini belirtti.
Oflaz'ın yazısı şöyle:
Yaşayan Hitler Doğu Perinçek!
Benim inancıma göre, bir kişiye yapılan haksızlık bütün
insanlığa yapılmış gibidir.
Onun içindir ki her
dönemde haksızlıklara karşı tüm gücümle mücadele etmişimdir.
Haksızlığa uğrayan
kim olursa olsun, onun yanında olmuşumdur.
Haksızlık yapan kim
olursa olsun, onun karşısında olmuşumdur.
Bu benim başta darbe
dönemleri olmak üzere, her dönemde sergilediğim duruşumdur.
Eğer pek çok köşe
yazarı benim için “Sağcısından solcusuna kadar herkesin saygı duyduğu bir
insan” diye yazılar yazmaktaysa, bunun bir nedeni de budur.
Eğer sağcısıyla solcusuyla
pek çok aydın, kanaat önderi benim için “Ülkenin vicdanı” diyorsa, bunun bir
nedeni de budur.
Böyle bir insan
olduğum için Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in son açıklamasına
büyük tepki duyuyorum.
Doğu Perinçek’i
“Türkiye’nin vicdansızı” ve de “Türkiye’nin faşisti” ilan ediyorum.
Çünkü Doğu
Perinçek’in son açıklaması kadar vicdansız, faşist bir açıklamayı hiçbir
siyasetçi yapmadı.
Hiçbir siyasetçi
haksızlığa uğrayanlara onun kadar vicdansız ve faşistçe davranmadı.
Doğu Perinçek,
cezaevlerine atılanların ya da işten atılanların arasında haksızlığa
uğrayanların bulunduğu iddiaları üzerine bir açıklama yaptı.
Yaptığı bu açıklamada
“Haksızlığa uğrayanlar var, ama bu haksızlıklar görmezden gelinmeli” diyor.
Bu ve benzeri
sözleriyle adeta Hitler gibi konuşuyor.
Neyse ki AK Parti
iktidarı, Doğu Perinçek gibi haksızlıkların görmezden gelinmesini istemiyor.
Zaten bunu istemediği
için, haksızlığa uğrayanların başvuracağı bir komisyon oluşturmuş bulunuyor.
Bu komisyon mümkün
olduğu kadar hızlı çalışmalıdır.
Mümkün olan en kısa
süre içinde haksızlıklar giderilip haksızlığa uğrayan bir kişi bile
bırakılmamalıdır.
Bu konuda İçişleri
Bakanı Süleyman Soylu ile yaptığımız görüşmeyi anlatmanın da zamanıdır.
Çok kısa süre önce
bir gün telefonum çaldı.
Arayan İçişleri
Bakanıydı.
Sitemkâr bir ses
tonuyla “Bugünkü yazınızla bizi üzdünüz Lütfü Bey” diyerek söze girdi.
Ben o günkü yazımın
bir bölümünde süresiz açlık grevi yapan akademisyen Nuriye Gülmen ile öğretmen
Semih Özakça’nın, “Sırf muhalif olduğumuz için FETÖ’cü muamelesine tabi tutulup
işimizden atıldık” şeklindeki savunmalarından bahsetmiştim.
“Eğer sırf muhalif
oldukları için işten atılmadıysalar, inandırıcı delillerle toplum bu konuda
ikna edilmeli” demiştim.
İşte bu yazım üzerine
beni arayan İçişleri Bakanı, “Bunlar DHKP-C’li” dedi.
Benim “Ama onların
avukatları da DHKP-C’li olduklarına dair hiçbir mahkeme kararı olmadığını
söylüyor” demem üzerine görüşmemiz gerginleşti.
Ancak hakkını teslim
etmeliyim ki, teröre karşı kelle koltukta savaşmanın gerginliği içinde olmasına
rağmen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Doğu Perinçek vari bir zihniyet
sergilemedi.
Doğu Perinçek gibi
“Teröre karşı savaşırken haksızlıklar görmezden gelinmeli” demedi.
Haksızlıkları
gidermek için bir komisyon kurduklarını, haksızlığa uğrayanların bu komisyona
müracaat edebileceklerini belirtti.
İyi ki bu ülkenin
İçişleri Bakanı da bu ülkenin iktidarı da Doğu Perinçek’le aynı zihniyette
değil; yoksa ülke Hitler Almanyası’na dönerdi!