HIDE
GRID_STYLE
TRUE
SHOW_BLOG

Son yazısı sansürlendi, bunun üzerine Star gazetesinden ayrıldı!... İŞTE BİR LÜTFÜ OFLAZ HİKAYESİ!

Havuz medyasına vicdan fazla geldi... Cumhuriyet tutuklamalarına itiraz edince sansürlendi Lütfü Oflaz, bir yılı aşkın süredir köşe ya...

Havuz medyasına vicdan fazla geldi... Cumhuriyet tutuklamalarına itiraz edince sansürlendi
Lütfü Oflaz, bir yılı aşkın süredir köşe yazarlığını yürüttüğü Star gazetesinden "Terk etmedi vicdan beni" başlıklı yazısının yayımlanmaması üzerine ayrıldığını duyurdu.


Oflaz, konuya ilişkin olarak Yeni Asya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kazım Güleçyüz’e yaptığı açıklamada şunları söyledi:

 "Terk etmedi vicdan beni’ başlıklı yazımın yayınlanmaması üzerine Star gazetesinden ayrılma kararı almıştım. Yayınlanmayan yazımın sonuna olup bitenleri birkaç cümleyle anlatan, okurlardan da haklarını helal etmelerini isteyen bir bölüm ekleyerek, bu yazıyı yeniden Star gazetesine gönderdim. Bunu bir veda yazısı olarak yayınlamalarını istedim. Ancak bu da yayınlanmadı."

Oflaz gazeteye geçtiğinde, “Efsane geri dönüyor”; “Herkes onu yazdı, artık o yazacak”, “Sağcısından solcusuna herkesin saygı duyduğu bir yazar, bir düşünür”, “Gönüllerin cumhurbaşkanı Lütfü Oflaz artık Star’da” diye tanıtımlar yapan Star, tanıtım kampanyasında Cumhuriyet eski başyazarı İlhan Selçuk, ünlü yazar Aziz Nesin’in de içlerinde olduğu çok sayıdaki yazar ve aydının Oflaz’ı öven yazılarına da yer vermişti. Lütfü Oflaz’ı tanıtan ’24 Portre Lütfü Oflaz’ adlı bir belgesel de yaptırılmıştı.

 Ancak Star, yazarın son dönemde başta tutuklu gazeteciler ve adaletin geldiği durum karşısında rahatsız olduğunu belirttiği son yazısını yayınlamadı.

Oflaz’ın bir yıllık Star gazetesi macerasını sonlandıran yayınlanmayan yazısı şöyle:

 “Rahatsızım.

Murat Sabuncu’dan Turhan Günay’a, Musa Kart’tan Kadri Gürsel’e kadar gazeteci olarak bilip tanıdığım meslektaşlarımın hapiste olmasından rahatsızım.

 Cumhuriyet gazetesinden Sözcü gazetesine kadar medyanın baskı altında olmasından rahatsızım.

 Yargı kararı olmadan gazetecilerin, akademisyenlerin, siyasetçilerin, kısacası her meslekten kişilerin şucu bucu diye suçlanmasından rahatsızım.

 İnsanların yazdıkları ya da dillendirdikleri fikirleri nedeniyle hapiste olmasından rahatsızım.

 Kimilerinin kendilerini yargı yerine koymasından rahatsızım.

 Şucu bucu diye suçlanarak hapse atılanların, çok uzun süre mahkeme önüne çıkartılmamasından rahatsızım.

 Barışçıl yürüyüşlerin bile şucuların bucuların yürüyüşü diye suçlanmasından rahatsızım.

 Görülmekte olan davalarda at izinin it izine karışmasından rahatsızım.

 Arkası olana, dayısı olana, parası olana ayrıcalıklı davranılmasından rahatsızım.

 Başta belediyeler olmak üzere, yolsuzluk, rüşvet söylentilerinin ayyuka çıkmasından rahatsızım.

 Harun gibi gelenlerin Karun gibi olmasından rahatsızım.

 İsrafta, gösterişte sınır tanımayan ABDestli kapitalistlerden, Süslümanlardan rahatsızım.

 Bu ve benzeri rahatsızlıklarımı yazılarıma da yansıtıyorum.

 Bu nedenle yazdığım gazetenin dahil olduğu yayın grubunun yönetimine rahatsızlık veriyorum.

 Ama ben buyum.

 Ve de hep buydum.

 Hiçbir zaman başkaları acı çekerken “Bana ne” demedim.

 Hiçbir dönemde “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demedim.

 Hayatım boyunca acı çekenlerin yanındaydım.

 Hayatım boyunca mazlum kim olursa olsun onun yanındaydım; zalim kim olursa olsun onun karşısındaydım.

 Bu yüzden acı çektirenlerin tepkisini çektim.

 Onlar tarafından hapsedildim.

 Onlar tarafından ağır işkencelerden geçirildi zaten yaralı olan bedenim.

 Bunlar yetmezmiş gibi, hapisten çıktıktan sonra da çok uzun süreler işsiz bıraktırılmak gibi bedeller de ödedim.

 Hep zalimlerin karşısında, mazlumların yanında olduğum için çok ağır bedeller ödedim.

 Ama bir an için bile zalimlerden aman dilemedim.

 Aksine onların üstüne üstüne gittim.

 Onun içindir ki bu ülkede darbeci zalimlerin tanklarının karşısına ilk dikilen kişi benim.

 Onun içindir ki bu ülkede hukuksuz yargılamalara, yargısız infazlara, insanları insanlığından çıkartan zalim uygulamalara karşı ilk insan hakları kampanyasını başlatan benim.

 Onun içindir ki yazdığım “Susma, sustukça sıra sana gelecek” gibi cümlelerle, insanları başkalarına yapılan zulümlere karşı suskun kalmamaya çağıran benim.

 Onun içindir ki yazdığım “Susma haykır, zulme hayır”, “Zulme karşı direneceğiz; yılgınlık yok, direniş var” gibi cümlelerle, insanları zalimlere karşı direnmeye çağıran benim.

 Zalimlerle çarpışa çarpışa bugünlere geldim.

 Darbe dönemleri başta olmak üzere her dönemde ben böyleydim.

 Zalim kim olursa olsun onun karşısında, mazlum kim olursa olsun onun yanında olan biriydim.

 Bu yaşımdan sonra değişecek değilim.

 Benim önemsediğim, kulak verdiğim tek ses vicdanımın sesi.

 Uzun bir vicdan yürüyüşü benimkisi.

 Bu yürüyüşte hiç terk etmedi vicdan beni.

 Ben de vicdanımı terk edemem.

 Vicdansızca yazıp çizemem.

 Birilerinin hatırı için birilerine sövemem.

 Evet, Lütfü Oflaz rahatsız!

 Yönetim de Lütfü Oflaz’dan rahatsız!

 Nitekim benden duydukları rahatsızlık had safhaya varmış olmalı ki, bundan önceki “Terk etmedi vicdan beni” başlıklı yazım yayınlanmadı.

 Dahası, bugüne kadar yazdığım muhalif yazıların bana duyulan saygının gereği olarak yayınlandığı, ama böylesine muhalif yazılar yazmaya devam ettiğim sürece yazılarımın yayınlanmayacağı uyarısı da yapıldı.

 Öyleyse artık veda zamanı.

 Beni okuyup izleyenler, helal edin haklarınızı.”

OFLAZ’IN HAZİRAN AYINDA YAZDIĞI YAZI: DİNDAR OL AMA DİNCİ OLMA

Bu kez Cumhuriyet yazarı değil Star yazarı uyarıyor: Dindar ol, ama dinci olma!
Belli başlı gazetecilerin yazılarında dikkat çektiği 'dindar-dinbaz' ayrımına bu kez yandaş Star gazetesinin aykırı köşe yazarı Lütfü Oflaz dikkat çekti.

Son yıllarda 'Dindarlık' ve 'dinclik' arasındaki fark ve dinin istismar edilmesi anlamındaki diğer kullanımları ile ilgili yapılan bütün uyarılar 'din düşmanlığı' torbasına koyularak itibarsızlaştırılıyor. Özellikle bu uyarılar laik kesimden ve laik aydınlardan gelince doğrudan hedef haline getiriliyor. Ancak bu kez uyarı, hükümetin en sıkı destekçisi olan Ethem Sanacak'a ait Star gazetesinde yazan Lütfü Oflaz'dan geldi.

Geçtiğimiz günlerde 'Kabul ediyorum; ben yandaşım! Adaletin yandaşıyım.Hukuk devletinin yandaşıyım. İnsan haklarının yandaşıyım.' diye yazan Star yazarı Lütfü Oflaz, o yazısında ise gazetemiz "Dindar ol, ama dinci olma!" uyarısı yaptı.

İşte Oflaz'ın muhafazakar mahalleye hitap ettiği o yazısından bir bölüm:

Dindar ol, ama dinci olma!

Benim bakış açıma göre, dindar dini yaşayandır.

 Dinci ise dini satandır!

 Dinci ile dindarı ayırt etmek gerekir.

 Yazarlık yaşamım boyunca dindarı koruyup gözetmişimdir.

 Buna karşılık dinciyi eleştirmişimdir.

 Bu girişten sonra sözü Diyanet İşleri eski Başkanı Profesör Ali Bardakoğlu’nun, “din satıcıları” dediği ilahiyatçılara getirmek istiyorum.

 "Program başına 150 bin TL’den 600 bin TL’ye kadar ücret alan ilahiyatçılar..."

 Onun “Parayla fetva veriyorlar” dediği anlı şanlı ilahiyat profesörlerine getirmek istiyorum.

 Ali Bardakoğlu, bunlar hakkında “Ortalık asılsız kutsallıklar üreterek, kendi din ticaretleri için müşteri arttıranlarla doldu” diyor.

 Ardından “Serbest pazar mantığıyla fetva arayanlara, müşteri memnuniyetine göre fetva verenler ortalığı kapladı” diye de ekliyor.

 Ali Bardakoğlu’nun böylesine eleştirdiği ilahiyatçılar, birbirlerinden müşteri kapmak için yarışan çığırtkanları andırıyor.

 Bunlar asılsız menkıbelere, hurafelere dayanan söylemlerle insanların ilgisini çekip ilgi odağı olmak istiyor.

 Elbette bunlar bunu boşuna yapmıyor.

 Bir ilahiyatçının ne kadar çok müşterisi olursa, yaptığı program başına o kadar yüksek ücret alıyor.

 Program başına 150 bin TL’den 600 bin TL’ye kadar varan ücret alan ilahiyatçılardan bahsediliyor.

 Bu resmen din ticareti yapmak değil midir?

 Dini satarak para kazanmak değil midir?

 Para demişken Din İşleri Yüksek Kurulu’nun “Haram parayla da hacca gidilir” fetvasını hatırlatmadan geçmemeli.

 Yahu bu zihniyet neyin nesi?

 Bu zihniyet kapitalist zihniyetin ta kendisi.

 Dini imanı para olan kapitalist zihniyet “paranın haramı helali olmaz” der.

 “Para kazan da nasıl kazanırsan kazan” der.

 Kapitalist zihniyette olmayan “Haram parayla da hacca gidilir” der mi?

 Kapitalist zihniyet ilahiyat aleminde böylesine etkili demek ki?

 İlahiyat alemi bu yönüyle problemli.

 Şu yönüyle de problemli.

 Geçenlerde soyadı gibi ünlü bir ilahiyatçı olan Osman Ünlü, Diyanet’in camileri çocuklara sevdirmek için camilerde oyun alanları oluşturma projesine karşı çıkıp “Camileri sulandırmayın; kerhaneye döndürmeyin” dedi.

 Üstelik de bu lafı muhafazakar bir kanalda söyledi.

 Kim bilir bu ilahiyatçı gibiler, benim her caminin yanında bir kütüphane, bir sanatevi kurulmasını öneren projeme ne diyor?

 Ama şimdilik bu ilahiyatçının, camilerde çocuklar için oyun alanları oluşturulması projesi hakkında “Camileri sulandırmayın, kerhaneye döndürmeyin” diyen sözlerine değinmek gerekiyor.

 Öyle ya, bu gibi ilahiyatçılara güler yüzlü değil, asık suratlı camiler lazım.

 Ürküten, korkutan, ağlatan camiler lazım.

 Ürküten, korkutan, asık suratlı din anlayışı kaba softalıktır, ham yobazlıktır.

LÜTFÜ OFLAZ ŞUBAT AYINDA YAZDIĞI YAZISINDA NE DEMİŞTİ

Erdoğan iktidardan düşerse ilk tekmeyi bunlar vuracak!
Star yazarı Lütfü Oflaz, "anayasa değişikliği referandumuyla ilgili olarak bazı 'evet'çilerin 'Referandumda hayır demek hainliktir' dediğini" hatırlatarak "Bunlar her dönemin güce tapıcılarıdır! Şimdi de herkesten fazla Tayyip Erdoğan’a tapmıyorlar mı?" dedi.

"Tayyip Erdoğan’ın iktidar yürüyüşüne başladığından beri yanında olanları, Tayyip Erdoğan’ı sevmemekle suçlamıyorlar mı?" diyen Oflaz, "Onun 'Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda' dediklerinin önüne geçmeye çalışmıyorlar mı? Aslında bunlar Tayyip Erdoğan’a tapmıyorlar; onun gücüne tapıyorlar" görüşünü dile getirdi.

Lütfü Oflaz'ın "Tayyip Erdoğan’a değil gücüne tapıyorlar!" başlığıyla yayımlanan (21 Şubat 2017) yazısı şöyle:

Bunlar her dönemin güce tapıcılarıdır!

Şimdi de herkesten fazla Tayyip Erdoğan’a tapmıyorlar mı?

Tayyip Erdoğan’ın iktidar yürüyüşüne başladığından beri yanında olanları, Tayyip Erdoğan’ı sevmemekle suçlamıyorlar mı?

Onun “Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda” dediklerinin önüne geçmeye çalışmıyorlar mı?

Aslında bunlar Tayyip Erdoğan’a tapmıyorlar; onun gücüne tapıyorlar!

Kimi Hayır’cılar diyor ki, “Referandumda Evet demek ülkeye ihanettir.”

Kimi Evet’çiler diyor ki, “Referandumda Hayır demek hainliktir.”

Oysa anayasa değişikliği referandumunda ne “Evet” demek ülkeye ihanettir ne de “Hayır” demek hainliktir.

 Demokrasi açısından “Evet” diyenler de “Hayır” diyenler de saygıdeğerdir.

Kaldı ki  “Evet” diyecekler arasında, geçmişte 12 Eylül’cülerin anayasasına “Evet” diyenler olduğu gibi “Hayır” diyenler de vardır.

“Hayır” diyecekler arasında, geçmişte 12 Eylül’cülerin anayasasına “Hayır” diyenler olduğu gibi “Evet” diyenler de vardır.

Bunların yanında bir de her dönemde kraldan fazla kralcılık yapanlar vardır.

Bunlar her dönemin güce tapıcılarıdır!

Şimdi de herkesten fazla Tayyip Erdoğan’a tapmıyorlar mı?

Tayyip Erdoğan’ın iktidar yürüyüşüne başladığından beri yanında olanları, Tayyip Erdoğan’ı sevmemekle suçlamıyorlar mı?

Onun “Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda” dediklerinin önüne geçmeye çalışmıyorlar mı?

Aslında bunlar Tayyip Erdoğan’a tapmıyorlar; onun gücüne tapıyorlar!

Onun gücünden yararlanıp köşe kapmak, mevki makam sahibi olmak, servet yapmak gibi çıkarcılıklar sergiliyorlar.

Bu ülkede güce tapıcıları en iyi ben tanırım.

Kendimi bu konuda uzman sayarım.

Çünkü ben, bu ülkenin gelmiş geçmiş en güçlü kişilerinden birinin elinde ve evinde büyüdüm.

Gücün ne demek olduğunu onu izlerken gördüm.

En büyük işadamlarının, medya patronlarının, sivil ya da asker en yüksek bürokratların, en ünlü gazetecilerin, sanatçıların ve benzerlerinin, onun karşısında nasıl iki büklüm olduklarını, süklüm püklüm konuştuklarını gördüm.

Ona, daha doğrusu onun gücüne nasıl taptıklarını gördüm.

Ama o iki kez askeri darbeyle iktidardan uzaklaştırıldığında, önce ona tapanlar ondan uzaklaştılar.

Bir kısmı da darbecilerle işbirliği yapıp onu sattılar.

Onu darbeyle iktidardan uzaklaştıranlara tapmaya başladılar.

Çünkü onlar kişilere değil güce tapanlar!

Güç kimdeyse onun yanında olanlar.

Güçten düşene en önce tekmeyi vuranlar.

Hiç şüphem yok ki, yarın öbür gün Tayyip Erdoğan da güçten, iktidardan düşse, ilk tekmeyi onlar vuracaklar.

Tayyip Erdoğan’ı ilk önce onlar satacaklar.

Yeri gelmişken bu konuda bir anımı anlatmadan geçmemeli.

Eski başbakan ve cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in vefatından bir süre önceydi.

Evindeydik; baş başaydık; bir gece vaktiydi.

Söz bir ara onun gücün zirvesinde olduğu dönemlere geldi.

“İsteseydin benim sahip olduğum gücü kullanırdın; ama hiçbir zaman kullanmadın. Aksine benim sana vermek istediklerimi hep reddettin” diyerek söze girdi.

“Hiçbir zaman güce itibar edenlerden olmadın. Hep güçlülerle, güçlüklerle boğuştun. Ne yaptınsa benden güç almadan tek başına yaptın. Bunu hep takdir ettim” diyerek sözlerine devam etti.

Daha sonra söz güce tapanlara geldi.
Her dönemde güce tapan ünlü kişilerden örnekler vererek de epey şeyler söyledi.

Ancak şimdilik onlar ben de kalsın.

Bugünün güçlüleri de şu uyarıma kulak kabartsın.

Bugün güçlü oldukları için kendilerine tapıp başkalarını hainlikle suçlayanlar, yarın öbür gün güçten düştüklerinde kendilerine ilk hainlik edeceklerdir!

En hainlerin en güce tapıcılar içinden çıktığı iyi bilinmelidir!

LÜTFÜ OFLAZ’DAN Perinçek'e: Yaşayan Hitler

Adalet yürüyüşüne tepki gösteren ve 'Yargının altın devrini yaşadığını' iddia eden, “Haksızlığa uğrayanlar var, ama bu haksızlıklar görmezden gelinmeli” sözleri tepki çeken Doğu Perinçek'e Star Yazarı Lütfü Oflaz da sert tepki gösterdi.

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun 'Adalet Yürüyüşü'ne yönelik ağır eleştirilerine farklı kesimlerden sert tepkiler geldi. Parti tabanından gelen ve istifaya uzanan kimi tepkilerin yanısıra, Perinçek'in bu çıkışına AKP destekçisi havuz medyasından da tepki geldi.

Star Yazarı Lütfü Oflaz, “Yargı altın devrini yaşıyor” diyen Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’i “Türkiye’nin vicdansızı” ve “Türkiye’nin faşisti” ilan etti.

 “Yaşayan Hitler Doğu Perinçek” başlıklı bir yazı yazan Oflaz, Perinçek’in “Haksızlığa uğrayanlar var, ama bu haksızlıklar görmezden gelinmeli” dediğini belirterek “Bu ve benzeri sözleriyle adeta Hitler gibi konuşuyor. Neyse ki AK Parti iktidarı, Doğu Perinçek gibi haksızlıkların görmezden gelinmesini istemiyor. Zaten bunu istemediği için, haksızlığa uğrayanların başvuracağı bir komisyon oluşturmuş bulunuyor. Bu komisyon mümkün olduğu kadar hızlı çalışmalıdır. Mümkün olan en kısa süre içinde haksızlıklar giderilip haksızlığa uğrayan bir kişi bile bırakılmamalıdır” ifadelerini kullandı.

 Oflaz, daha önce İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile “Nuriye Gülmen ve Semih Özakça” için yazdığı bir yazıya dair telefonda görüştüklerini ve görüşmenin gergin geçtiğini de söyledi. Oflaz buna rağmen Soylu’nun Doğu Perinçek vari bir zihniyet sergilemediğini belirtti.

Oflaz'ın yazısı şöyle:

Yaşayan Hitler Doğu Perinçek!

Benim inancıma göre, bir kişiye yapılan haksızlık bütün insanlığa yapılmış gibidir.

 Onun içindir ki her dönemde haksızlıklara karşı tüm gücümle mücadele etmişimdir.

 Haksızlığa uğrayan kim olursa olsun, onun yanında olmuşumdur.

 Haksızlık yapan kim olursa olsun, onun karşısında olmuşumdur.

 Bu benim başta darbe dönemleri olmak üzere, her dönemde sergilediğim duruşumdur.

 Eğer pek çok köşe yazarı benim için “Sağcısından solcusuna kadar herkesin saygı duyduğu bir insan” diye yazılar yazmaktaysa, bunun bir nedeni de budur.

 Eğer sağcısıyla solcusuyla pek çok aydın, kanaat önderi benim için “Ülkenin vicdanı” diyorsa, bunun bir nedeni de budur.

 Böyle bir insan olduğum için Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in son açıklamasına büyük tepki duyuyorum.

 Doğu Perinçek’i “Türkiye’nin vicdansızı” ve de “Türkiye’nin faşisti” ilan ediyorum.

 Çünkü Doğu Perinçek’in son açıklaması kadar vicdansız, faşist bir açıklamayı hiçbir siyasetçi yapmadı.

 Hiçbir siyasetçi haksızlığa uğrayanlara onun kadar vicdansız ve faşistçe davranmadı.

 Doğu Perinçek, cezaevlerine atılanların ya da işten atılanların arasında haksızlığa uğrayanların bulunduğu iddiaları üzerine bir açıklama yaptı.

 Yaptığı bu açıklamada “Haksızlığa uğrayanlar var, ama bu haksızlıklar görmezden gelinmeli” diyor.

 Bu ve benzeri sözleriyle adeta Hitler gibi konuşuyor.

 Neyse ki AK Parti iktidarı, Doğu Perinçek gibi haksızlıkların görmezden gelinmesini istemiyor.

 Zaten bunu istemediği için, haksızlığa uğrayanların başvuracağı bir komisyon oluşturmuş bulunuyor.

 Bu komisyon mümkün olduğu kadar hızlı çalışmalıdır.

 Mümkün olan en kısa süre içinde haksızlıklar giderilip haksızlığa uğrayan bir kişi bile bırakılmamalıdır.

 Bu konuda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile yaptığımız görüşmeyi anlatmanın da zamanıdır.

 Çok kısa süre önce bir gün telefonum çaldı.

 Arayan İçişleri Bakanıydı.

 Sitemkâr bir ses tonuyla “Bugünkü yazınızla bizi üzdünüz Lütfü Bey” diyerek söze girdi.

 Ben o günkü yazımın bir bölümünde süresiz açlık grevi yapan akademisyen Nuriye Gülmen ile öğretmen Semih Özakça’nın, “Sırf muhalif olduğumuz için FETÖ’cü muamelesine tabi tutulup işimizden atıldık” şeklindeki savunmalarından bahsetmiştim.

 “Eğer sırf muhalif oldukları için işten atılmadıysalar, inandırıcı delillerle toplum bu konuda ikna edilmeli” demiştim.

 İşte bu yazım üzerine beni arayan İçişleri Bakanı, “Bunlar DHKP-C’li” dedi.

 Benim “Ama onların avukatları da DHKP-C’li olduklarına dair hiçbir mahkeme kararı olmadığını söylüyor” demem üzerine görüşmemiz gerginleşti.

 Ancak hakkını teslim etmeliyim ki, teröre karşı kelle koltukta savaşmanın gerginliği içinde olmasına rağmen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Doğu Perinçek vari bir zihniyet sergilemedi.

 Doğu Perinçek gibi “Teröre karşı savaşırken haksızlıklar görmezden gelinmeli” demedi.

 Haksızlıkları gidermek için bir komisyon kurduklarını, haksızlığa uğrayanların bu komisyona müracaat edebileceklerini belirtti.

 İyi ki bu ülkenin İçişleri Bakanı da bu ülkenin iktidarı da Doğu Perinçek’le aynı zihniyette değil; yoksa ülke Hitler Almanyası’na dönerdi!