“Aydoğdu’yu daha önceden tanıyanların sayısı sınırlı. (Zaten adam konuştu ve Terim’in mekân basmaya giderken hatırlamadığı devleti bir anda karşısında buldu.) Ama Terim çok ünlü. Onun ağız burun kırması gerçekten de haber! Onun ağzının burnunun kırılması ise olağanüstü önemde bir haber!”


Fatih Terim, uzun yıllardır hayatımızda aşırı derecede büyük yer tuttuğundan dolayı birçoğumuzu bunaltan, neredeyse – Nâzım’ın deyişiyle – “bıyıkları çorbamızın içine giren” şahıslardan biri.

O ne zaman ortaya çıksa; bakışları, tavırları, konuşma tarzı ve açıklamaları ile televizyonlarımızdan odalarımıza koskoca bir ego bulutu yayılıyor.

Her zaman haklı, her zaman cesur, her zaman akıllı, her zaman en iyi ve her zaman lider...

Ha, biraz da “asabi tabiatlı” kendisi. Genç bir futbolcuyken de öyleydi. Şimdi millî futbol takımının başında ve 63 yaşına geldi, yine öyle.

Ulusal özelliklerimiz içinde yer aldığını düşündüğüm “otoritelere sınırsız yağcılık” geleneğinden onun payına parlak bir hediye düştü: “imparator” sıfatı! Ve sanırım kendisi buna içtenlikle inandı.

“Toplum insanı bir yere getirince” artık onu durdurmak kolay olmuyor. Her an yeni bir olay ve yorumla karşımıza çıkabiliyor ve çatık kaşları, kabadayı üslubu, çevresindekileri aşağılamaya hazır davranışlarıyla “gündem yaratabiliyor”.

*          *          *

Ama bu sefer galiba kendisi de rolünü abarttı. Çeşme’de bir “mekân bastı” (Türkçe’de yer, yurt, ev anlamına gelen “mekân” kelimesi son zamanlarda nasıl bıyıklı ve tespihli bir “erkek” söylemine dönüştü, o da ayrı konu!)

Kapıştığı Selahattin Aydoğdu adlı kişinin de bir ayağı futbolda, öteki kebapçı dükkânında. (Futbol bizde büyük kulüp yöneticilerinden “spor yorumcuları”na kadar birçok kabadayı tavırlı adamın işgali altında olduğundan, bu tür şeyler kimseyi şaşırtmıyor sanırım.)

Olay tatsız. Ayrıntıları bilmiyoruz ama söylenilenlerden anladığımız, Terim ile Aydoğdu arasında “yüksek tonda” bir telefon görüşmesi oluyor, ardından Terim atlayıp (uzun bir yol kat ettikten sonra) Aydoğdu’nun “mekânını basıyor”.

Olayın tatsız olduğunu Terim de hissetmiş durumda. Üç gün sonra düzenlediği basın toplantısında, meselenin “çok güzel şeyler içinde, ‘hafif bir gri alan’ olarak görülmesini rica ediyor”.

Bu özenle dizayn edilmiş “özeleştiri”de, fazladan üzerinde düşünme zahmetine gerek bile kalmıyor, değil mi? Her şey var: Genel çerçeve “çok güzel şeyler”, yapılan hata kara değil “gri leke”, derecesi de büyük falan değil “hafif”.

Ama diyeceksiniz ki, ne olursa olsun, bu bir özeleştiri denemesi!

Evet, haklı olabilirsiniz.

Ama sağında solunda, önünde arkasında hep “sonuna kadar haklılık” sosu var.

Ve açık bir itiraf: “Bir daha olsa, bir daha yaparım!”

Zaten (yukarıda da yazdığım gibi) Terim’in “mekân basması” öncesinde epeyce uzun bir yolculuk yapması gerekiyor. Yani karşısındaki adama refleks olarak vurmak gibi değil, karar alıp kısa sayılmayacak bir süre içinde uygulamak işi.

*          *          *

Terim’in açıklamalarından:

“Arabada da çok dostum aradı beni. 'Gitmene gerek yok' diye. Var! Ben her zaman kendi işimi kendim yaptım. Başka türlü soğumazdım. Çünkü benimle hiç kimse böyle konuşamaz. Konuştuğu zaman bunun bir karşılığı olmalı. Sözel, neyse...” (Altlarını ben çizdim - HA)

“Hiçbir zaman doğrudan şaşmadım. Benim için ülkem önemli bir değerdir. Vatanım benim vazgeçilmezimdir. Ailem vazgeçilmezimdir. Bunların herhangi birine laf söyletmem. Söylendiğinde gereğini yapmadığım olmamıştır.”

“Terim ailesinin babası, büyüğü benim. Her baba, kendi ailesini ne olursa olsun korur. Yalnız kadını kimse taciz edemez. Ben her zaman ailemi, yakınlarımı, dostlarımı ve sevdiklerimi korudum. Korumaya da devam edeceğim.”

“Erkeklerle halledilmesi gereken mevzular ne zamandan beri kadınlarla hallediliyor.”

*          *          *

Olayın nedeni üzerine söylenen çok şey var. Okumuşsunuzdur, ayrıntılara girmeyelim.

Söylenip de tam anlatılmayanlar da var. Mesela, Terim “Edepsiz bir teklif aldım” diyor, “Ben de bu edepsiz teklife gittim icabet ettim. Gereğini yaptım.”

“Edepsiz teklif” derken ne demek istiyor acaba?

Öyle utanılacak bir şey ise muhtemelen yasaların da ilgi alanına giriyor olabilir. O halde Terim, neden devletin ilgili kurumlarına başvurmadı da kendisi “icabet etti”?

Veee... Olayın zirve yaptığı yere geliyoruz:

“Gereğini yaptım.”

???

Gereği?

Mekân basmak?

Hakaret, küfür ve tehdit etmek?

Ağız burun kırmak?

Ne demek “gereğini yapmak”?

*          *          *

Öteki de (Aydoğdu) kendince “gereğini yapmış”. Olaydan hemen sonra yaptığı açıklamada “ağız burun kıran” tarafın kendisi olduğunu ima ediyordu.

Ve halkımızın, seyircilerin, okurların ilgisi işte tam bu noktada zirve yapıyor:

“Kim (daha çok) gereğini yaptı”?

Yani:

“Kim kimin ağzını burnunu kırdı”?

Olayla ilgili haber ve açıklamalar yüksek rating yapıyor. Kameralar önüne çıkan Terim’in burnunun darbe alıp almadığı ölçülmeye çalışılıyor. “Mekân basma” ve “kaçma” videoları tekrar tekrar inceleniyor.

Merakın odak noktası hep aynı:

“Kimin ağzı burnu kırılmış?”

*          *          *

Aydoğdu’yu daha önceden tanıyanların sayısı sınırlı. (Zaten adam konuştu ve Terim’in mekân basmaya giderken hatırlamadığı devleti bir anda karşısında buldu.)

Ama Terim çok ünlü. Onun ağız burun kırması gerçekten de haber!

Onun ağzının burnunun kırılması ise olağanüstü önemde bir haber!

Burada sadece Terim’i ve ilişkilerini beğenmeyenlerin merak ve isteğinden söz ettiğim sanılmasın.

İnsan psikolojisi karmaşıktır. Bazen desteklenen, savunulan, sevilen, korkulan, alkışlanan kabadayılarla ilgili olarak bile “Bakalım, sonunda kafasını hangi kayaya çarpacak?” türünden açık ya da gizli bir heyecan duyulur.

Ve o en büyük kabadayılar bir gün yere serilmeyegörsün, şakşakçıların ezici çoğunluğu anında ortalıktan toz olur.

*          *          *

Malum, ülkemizde hukuk, yasa gibi kavramların yanında kavga-dövüş ve kabadayılık daha bir çekici duruyor. İçeriye ve dışarıya yönelik argo kullanma ve dayılanma bazen sanki devlet uslubu gibi görülüyor.

Terim, “mekân basmak” yerine yasal başvuruda bulunmayı düşünüp düşünmediğini soran bir gazeteciye şu cevabı vermiş:

“Bunun için hukuka mı başvurursunuz? Ben oraya çözüme gidiyorum, hukuku aramaya gerek yok. 'Ben kavgaya gidiyorum.' demedim. Siz olayı farklılaştırıyorsunuz. O arada hukuka başvuracak bir şey yok.”

Terim “çözüme gitti” ve “gereğini yaptı”.

Aydoğdu da kendince “gereğini yapmış”.

Şimdi devlet de “gereğini yapıyor”.

Bu memlekette “gereğini yapmayan” yok ki zaten!.. (HAKAN AKSAY – T24)
Daha yeni Daha eski