Futbol içerisinde de toplumda yaşanana benzer bir cepheleşme tablosu kaçınılmaz oldu. Son günlerde Konyaspor’un FETÖ’den gözaltına alınan başkanı ile Göztepe taraftarları arasında yaşanan İzmir Marşı polemiğini de yine bu anlamda temsil değeri taşıyan bir örnek olarak hatırlamakta fayda var


YENİDEN GÖZTEPE

Bugünlerde pek çok yerde bir Göztepe muhabbetidir gidiyor. İzmir’in köklü kulübünün, -ve dolayısıyla İzmir’in- futbolun en görünür sahnesinde yerini almış olmasının, futbola ilgisi olan ya da olmayan çoğu insanda büyük bir sempatiye yol açtığı aşikar.

Göztepe’ye dönük bu yüksek ilgi, kulübün tarihini ve dinamiklerini tanıyanlar için ise hiç şaşırtıcı değil. Zira, İzmir’de yaşayanların rahatlıkla yakından şahitlik edebildikleri gibi; Göztepe, taraftarlarının, yalnızca tuttukları bir takım değil. Kentin her yerindeki duvar yazılarında anlatılan bir ilginin, amatör ligde oynadığı maçlarda bile sevenlerini peşinden deplasmana sürükleyen bir sevginin adı. Dünya ve Türkiye’deki köklü kulüpler geleneğinin bir parçası olarak, insanların yaşam tarzlarını şekillendiren bir merkez olma hüviyetini kazanmış bir takım Göztepe. Şimdi ise bu güçlü kimliğini onunla yeni tanışanlara da yavaş yavaş anlatmaya başlıyor.

Aslında, Göztepe’nin, bu yıl Süper Lig’e yükselme süreci İzmir dışında yaşayanlar açısından sessiz sedasız oldu. Takım, amatör kümeye kadar uzanan uzun ve zorlu yılların ardından, henüz üç yıl önce 2. Lig’de oynuyordu ve onu takip eden iki yılda bir üst ligde mücadele verdi. Geçtiğimiz yıl çizdiği inişli çıkışlı grafiğin son düzlüğünde Eskişehirspor’la oynadığı final maçını kazanarak da Süper Lig’e merhaba dedi. İzmir’de yaşayanların yakın gündeminde olan bu sürecin memleketin kalanının radarına girmesi ise final maçının kazanılmasıyla birlikte gerçekleşti. Antalya’da oynanan final maçı için ülkenin farklı noktalarından stada akın eden 15 bin Göztepeli, yarattıkları benzersiz atmosferle takımlarının on dört yılın ardından Süper Lig’e dönüş zaferinin hem mimarlarından birisi, hem de ortağı oldular.

Bu kısa yazı; Süper Lig’in yeni, Türkiye futbolunun eski kulübü Göztepe’nin fazlasıyla hak ettiği ilginin biraz daha yakından anlaşılması için mütevazi bir çaba olarak görülebilir. 92 yıllık uzun ve sansasyonel yolculuğun, bir gazete sayfası sınırlarına sığması pekala beklenemez. Ancak, Göztepe’nin bugünün Türkiye’si ve futbolu içerisindeki konumunun neden önemli olduğuna ilişkin bazı başlıklar çıkarmak bu güncel ilginin kökenlerini kavramak açısından hepimize yol gösterici olabilir.

Köksüzlük eğilimi

Göztepe’yi düşünmeden ve anlamadan önce tam karşıya bir bakalım.
Dünya futbolunda kısmen yaşanan, Türkiye’de ise siyasetle senkronize biçimde son dönemde iyice yoğunlaşan bir eğilim var: Köksüzleştirme.

Türkiye’de toplum ve futbolun son yıllarda yaşadığı dönüşüm ne yazık ki bazı özel paralellikler taşıyor. Siyasi iktidarın ülkenin tarihsel birikimini silerek, yeni semboller yaratma uğraşı tam gaz sürerken, futbolun da benzer bir anlayışla ‘yeninin’ bir versiyonu olması hususunda kuvvetli bir yönlendirme mevcut.

Özellikle Süper Lig düzeyinde, tamamıyla siyasal iktidarın sağladığı imkanlardan faydalanmaya odaklanmış yeni bir yapı oluşturulmaya çalışılıyor. Bir futbol takımının camia olmak için gerektirdiği temel öğelerden yoksun, belirgin bir taraftar kültürüne sahip olmayan, “dizayn edilmiş” kulüpler; büyük ekonomik kaynaklarla desteklenerek güncel rekabetin bir tarafı haline getirilmeye çalışılıyor.

Son yıllarda futbol içerisinde önemli bir ayrım noktası haline gelen, dizayn edilmiş takımların konumu, iktidar kanalıyla, yukarıdan geliştirilen bir sürecin ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye, 15 yılı aşkın zamandır devlet ve sivil toplum dahil olmak üzere, ülkedeki yerleşik tüm yapıları nitelik ayırt etmeksizin ele geçirmeye ve kendi anlayışı doğrultusunda idareye zorlayan bir iktidar aygıtı tarafından yönetiliyor. Bu süre zarfında siyasal iktidarın futbola dönük aşırılaşmış müdahaleleri de bu durumdan nasibini fazlasıyla aldı. Tamamıyla kontrol edebileceği sınırların ötesinde dinamiklere sahip olan İstanbul 3’lüsü (BJK, FB, GS), başta olmak üzere, iktidarın bir şekilde el atmadığı kulüp kalmadı. Futbol tabiriyle söylersek, AKP yeşil sahada ayak basmadık yer bırakmadı. Bugün köksüz kulüpleri büyük rekabetin parçası haline getirme anlayışı da mevcuda müdahalenin yeterlilikleri/yetersizliklerinin bir sonucu olarak gündeme geldi. Velhasıl, futbol içerisinde de toplumda yaşanana benzer bir cepheleşme tablosu kaçınılmaz oldu.

Hiç tereddütsüz bu projenin ilk sıralarına Başakşehir, Osmanlı gibi iktidar ilişiği takımların yazılması gerektiği muhakkak. Son günlerde Konyaspor’un FETÖ’den gözaltına alınan başkanı ile Göztepe taraftarları arasında yaşanan İzmir Marşı polemiğini de yine bu anlamda temsil değeri taşıyan bir örnek olarak hatırlamakta fayda var.

Köklerin önemi

Eskiyi ve köklüyü, az önce ifade edilen, yoz yeni yetmelikten farklı ve gerçek kılan temel unsur, mevcut köksüzlüğün tam karşısında bir anlayışla karakterize olmasından ileri geliyor. Nereden geldiği belli olmayan ekonomik kaynaklarla stat inşa etmek, yıldız futbolcu transfer etmek ve adının önündeki sponsor markayla anılmaktan başka bir hikayesi olmayan bu kişiliksizliğin dışında bir kimlik inşasına dayanmasından yani. Bizim de bu saflaşmada tarafında durduğumuz köklü kulüpler, taraftarla oyuncu arasında gerçek bir temasın ve rakibe derin bir saygının vazgeçilmez olduğu, futbolun henüz piyasalaşmamış bir kolektif oyun olma döneminin mimarları. İçerisinde pek çok deneyim ve farklı tarihsel dönemin özelliklerini barındıran geniş bir zenginliğe dokunuyorlar.

Şimdi fazlasıyla nostaljik ve uzakmış gibi gelen bu tarihsel dönemin ortağı, yaratıcılarından birisi olarak Göztepe’yi ayrıcalıklı kılan da ona ait müstakil başarılar, iyi-kötü deneyimlere sahip olması ve taraftarın takıma karşı duyduğu yüksek sadakat, onu yaşatma konusundaki azmi olsa gerek. 1960’larda takımda forma giymiş futbolcuların adlarının 2017 yılında bestelenen tezahüratlarda liseli gençlere kadar ulaşıyor olması böyle bir kültürel bütünlüğün sonucu olabilir ancak. Bugün Süper Lig olarak anılan ligde 18 yıl aralıksız mücadele eden ve müzesine iki Türkiye Kupası, iki de Cumhurbaşkanlığı Kupası götüren Göztepe açısından en heyecan verici ve tribün bestelerine ezgi olan başarılar; UEFA kupasına üst üste 5 yıl katılan ve yarı finale yükselen ilk Türk takımı olduğu yıllara denk geliyor.

Takıma, dönemin genel futbol anlayışının ilerisinde bir kimlik kazandıran teknik direktör Adnan Süvari’nin öncülük ettiği bu tarih yaprakları, halen Göztepe tarihinin en dokunaklı sayfaları olarak biliniyor. Kulübün 80’li yıllarda başlayan ve 2000’lerde amatör kümeye kadar gerileyen düşüşü sırasındaki en büyük moral ve inanç kaynağının arkasında bu başarılar var. Büyük spor insanı Halit Kıvanç, bu yükseliş dönemini anlatmak için yazdığı bir yazıda; “İzmir’in Göztepe’sinin önderlik ettiği şahlanmada Eskişehir’iyle, Mersin’iyle, Bursa’sıyla bütün ülkenin futbol kalkınması alkışlanıyor şimdi.” ifadelerine yer veriyor. Yine ulusal spor basınının saygın isimlerinden Necmi Tanyolaç ise, Göztepe’nin zirve yolculuğunu şu sözlerle tarif ediyor: “Göztepe, Türk futbolunun prestijini tek başına omuzlarında taşıyor. 40 yıldır ‘biz büyüğüz’ diye övünen kulüplerin Avrupa kupalarından daha ilk turlarda elenmesini çok gördüğümüz için, Göztepe’nin Anvers ve Atletico Madrid galibiyetlerini tartacak bir kantar bulamadık. Türkiye’nin en iyi futbol oynayan ekibi olarak yıllardır okuyuculara anlattığım ve maçlarını gururla seyrettiğim Göztepe Avrupa’da liderliğe yürüyor.”

‘Amatörde oynasan bile...’

Göztepe’nin cumhuriyetin ilk kulüplerinden biri olarak başlayan tarihsel serüveninde üst düzey başarılar kadar en dibe sürüklenmiş olmanın verdiği hazin dönemler de var. Fakat, yaşadığı olumsuzluklar içerisinde hiç yalnız kalmadı ve bırakılmadı Göztepe. İşte bugün, onu kökleri kuvvetli bir çınar haline getiren en önemli unsurlardan birisi de, kurak günlerde toprağına karşılık beklemeden su veren sevenlerinin hiç eksilmemiş olması.

Takımı, içine düşülen kabus gibi koşullardan çıkararak, bugüne ulaştıran itici güç olan Göztepe taraftarlarının, takımla başta söylediğimiz gibi basit anlamdaki taraftarlığın ötesinde, bir yaşam tarzı düzeyinde bağ kurdukları artık bilinen bir gerçek. Bugünün yalnızca sevince ortak olmaya dayalı tüketici ‘futbol seyirciliğinin’ karşısında, yüksek bir sahiplenme ve sadakatle takımı omuzlarına alan tribünlerin takımın en dipten tekrar dirilişindeki rolü asla yadsınamaz. Göztepe, uzunca bir süre, elde ettiği başarıların mazide kaldığı bir müzeye dönüşme tehlikesi yaşadı. Türkiye futbol tarihi buna benzer hikayelerle yok olmuş pek çok önemli kulübün de tarihidir bir bakıma. Ancak, zorlu ve sevenlerine üzüntüden başka bir şey vaat etmeyen koşullar altında dahi Göztepe taraftarı, gerçekten de takımını yaşatmak için çok özverili bir bağlılık örneği gösterdi. Kabus günlerde, zorlu şartlar altında taraftar iradesi ve harçlıklarıyla kurulan, yaşatılan hentbol takımı bugün Avrupa kupalarında oynayacak seviye gelerek benzersiz bir başarı hikayesinin sahibi oldu. En zor günlerde bile boyunlara bağlanmış sarı kırmızı kaşkollar sandıklara hiç kaldırılmadı. Şehrin her sokağında ‘Göz Göz Göztepe’ temposu tutan kornaların sesi bir gün bile kesilmedi. Yakınlık ya da uzaklığına bakmadan gidilen deplasmanlar, amatör ligde çekilen cefalar, isyan yürüyüşü ve isyan marşını ortaya çıkaran zorlu yıllar taraftarın inancını ve sabrını tüketmeye yetmedi. Geçmiş başarıları nostaljik bir değer olmaktan ziyade, tekrar ulaşılması istenen bir hedefe dönüştüren ve takımını omuzlarına alan taraftarlar, köklerle bugün arasında kurulması gereken iradi bağın ne kadar önemli olduğunun taze bir kanıtı aynı zamanda.

İzmir İzmir

Türkiye’de futbol konuşurken toplum ve siyaset konuşmadan gerçekçi bir analiz yapmak maalesef mümkün değil. Simon Kuper’in veciz ifadesinde olduğu gibi, futbol asla ve zaten futbol değildi ama Türkiye’deki kadar da kendisi dışındaki unsurların bu kadar esiri olması ziyadesiyle tat kaçırıcı bir hadise. En başta da onun bir oyun olarak var olma mücadelesi için büyük bir yara.

Göztepe’ye dair gün geçtikçe artan sempati için, bir bakıma memleketteki geriye gidişten rahatsızlık duyan milyonlar içerisinde İzmir’e duyulan yakınlığın da bir ifadesi demek herhalde yanlış olmaz.

Son dönemde, herkesin çevresinde bir İzmir gündemi var. Özellikle İstanbul ve Ankara’da yaşayan ve siyasi iktidarın müdahalelerinden zarar gören yurttaşların hatırı sayılır bir bölümünün yaşamlarını İzmir’de geçirmekle ilgili bir arzusu olduğuna sıkça denk geliniyor. Adı anılan büyük şehirlerde son yıllarda yaşanan gerici kültürel müdahalelerin özellikle eğitimli kesimlerin yaşam tarzlarında önemli kısıtlara yol açması, İzmir’i oldukça insani arzuların hedefi haline getirdi son derece hızlı biçimde. Büyük bir özgürlükçü yaşam potansiyeline sahip olan İzmir’e ilginin tahmin edilenden süratli bir şekilde gelişmesi, insanların yaşamını kısıtlayan iktidar politikalarının ne kadar bıktırıcı olduğuyla ilgili de somut bir gösterge olarak sayılabilir.

Bu denli ilgiye mazhar olan bir kentin çok güçlü bir rengi olarak var olmuş Göztepe’nin de mevcut sempatiden nasibini hak ettiğince aldığını söylemek mümkün. Yaşam tarzının, kent kültürünün, insana ait değerlerin her gün biraz daha geriletildiği, çoraklaştırıldığı Türkiye tablosu içerisinde bir adaya dönüşmeye başlayan İzmir’in popülerleşme sürecine şimdi Göztepe katkısı da ekleniyor. Tarihi ve kültürüyle bu ilgiyi karşılamaya yetecek bir donanıma sahip olan takımın daha fazla görünür olması yaşananlardan rahatsız olan insanlara sempatik geliyor. İnsanlar gerici dejenerasyon karşısında İzmirleşme örnekleri görmek istiyor, İzmir görmek istiyor. Ve Göztepe de şimdiye dek gördüğü teveccühe bakılırsa bu duyguyu onlara verme konusunda hatırı sayılır bir yol kat etmeye başladı bile.

Yaşamalıdır

Göztepe gibi kulüplerin geçmişten bugüne taşınarak yaşaması, spor kulüplerinin köksüzleştirilmesi, tarihsiz çorak yapılar haline getirilmesi eğilimi karşısında çok olumlu bir anlam taşıyor. Bugün yeniden kuvvetlenen Göztepe’ye dönük anlamlı ilginin kaynağında da, toplumun çoraklaştırılmasıyla tarihsel ve insani birikimini koruması arasındaki güncel çelişkinin tarafı olmakla ilgili pozitif bir duygunun yeri olduğu kanaatindeyim. Toplumsal yozlaşma ve kimliksizleşme rüzgarı içerisinde Göztepe gibi yapıların daha önde olması ve büyümesi gerekiyor. Sevgisizliğin, yalanın, insan satmanın, birbirini ezmenin, saygısızlığın yeşil sahada alanını daraltmanın bir yolu da bunun karşısında bir değerler silsilesi inşa etmek. Efsane teknik direktör Adnan Süvari, Atletico Madrid maçından önce yazdığı yazıda bu değerlere Göztepe’nin sahip olduğunu şu sözlerle ifade ediyordu: “Atletico Madrid’in diğer bir özelliği, İspanya Milli Takımı’na şu anda en fazla oyuncu veren takım olmasıdır. Göztepe’nin rakibi kadar şöhreti yoktur. Görgüsü ve imkanı yoktur. Ama Göztepe’de beraberlik, arkadaşlık sevgisi, samimiyet ve azim vardır.”

O halde memleket gibi futbolun da, sporun da insani değerlere yaklaşması için bir pınar olarak akmaya devam etsin, yaşasın Göztepe! (ONUR KILIÇ – BİRGÜN, PAZAR EKİ)
Daha yeni Daha eski