Erdoğan’ın “metal yorgunluğu” olarak tarif ettiği sıkıntının aslı, AKP’nin artık halka refah, huzur, gelecek, emperyal ülke vizyonu sunamamasıdır. Bunun yerine koyduğu vizyon, dört tarafımız düşmanla sarılı ve içerisi de düşman dolu. Ermenilere, Araplara, kadınlara, solculara, ateistlere, sosyalistlere, laiklere, LGBTİ+’lara düşmanlık olarak cisimleşen bu politikanın sonucu toplumsal çürümedir.


KUSURSUZ İSYAN YOKTUR

Mersin’de 5 yaşındaki Suriyeli bir çocuk defalarca bıçaklanarak öldürüldü. Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesinin Gölbaşı Mezarlığı’na defni sırasındaki saldırı üzerine naaş mezardan çıkarılmak zorunda kalındı. Erdoğan, “Uçak tahsis edin kendi topraklarına defin etsinler” diyerek, cenazeye saldıranlarla aynı mantığa sahip olduğunu gösterdi: Burası Kürtlerin toprağı değildir! İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, cenaze saldırganı ile fotoğraf çekilmesini sorgulayanlara “Aşağılıksınız” dedi. Özel davetlerde Erdoğan’ın ilgisine mazhar olan Sedat Peker, çetesinin işkence ettiği kişinin videosunu sosyal medya hesabından paylaştı. CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nu telle boğmak isteğine sosyal medyada destek çağrısı yapan bir akademisyen, şikayete rağmen serbest bırakıldı. Nuriye ve Semih mahkemeye getirilmediler ve katılamadıkları duruşmada tutukluluklarının devamına karar verildi. Kadri Gürsel, “FETÖ’cü”lerin aramaları, mesaj atmaları nedeniyle tutuklanırken arayan, mesaj atanlar serbest. Erdoğan, “FETÖ” darbesinin önde gelen generalinin ağabeyi Şaban Dişli’yi başdanışmanı yaptı. Erdoğan’ın Diyanet İşleri Başkanlığına yeni atadığı başkan ilk demecinde laikliğe saldırarak “1930’lu yıllarda okunması yasaklı olduğu için Kuran’ın taşların altına saklandığı” yalanını söyleyerek görevine başladı. BM toplantısı için ABD’ye giden Erdoğan’ı kimse karşılamayınca aynı uçakla gelen Feridun Sinirlioğlu erkenden inerek karşıladı. Erdoğan korumalarına yönelik yaptırımlar nedeniyle Trump’ın özür dilediğini söyledi, Beyaz Saray yalanladı. AKP Türkiye’sinin birkaç günlük manzarası bu. Çürümüş iktidarın çürümüş icraatlarından birkaç günlük kesit.

Erdoğan’ın iç politikada manivela olarak başarıyla kullandığı AKP’nin dış politikası da tam manasıyla iflas etmiş durumda. AB ile ilişkiler en kötü döneminde. New York havaalanına indiği gün korumalarına silah satışının iptal edilmesi, Zarrab Davası’na Zafer Çağlayan’ın eklenmesi gibi krizler ABD ile ilişkilerdeki halin özeti. Suriye savaşını Esad kazandı, dolayısıyla Erdoğan kaybetti, şimdi bunun sonuçları yaşanacak. Başta İran ve Irak olmak üzere diğer Ortadoğu ülkeleri ile ilişkiler en kötü dönemini yaşıyor. Rusya ile ilişkileri şimdilik iyi görünse de kalıcı ve güvenilir bir ittifak yok. Rusya düşürülen uçağının acısını daha çıkarmadı. “Dünyanın gıpta ettiği ülke” ve “tüm dünyanın saydığı lider” propagandası çökmüş durumda. Şimdilerde “tüm ülkeler bizi kıskanıyor, bize düşman” edebiyatı revaçta ancak iç politikada ne kadar işe yaradığı tartışmalı. Birleşmiş Milletler toplantısından ve Trump ile görüşmesinden anlatacak bir hikaye çıkaramadığından olacak, TEOG sınavlarının kaldırılacağını, hatta üniversiteye giriş sınavlarının da kaldırılacağını Türkiye’ye dönüşü beklemeden, oradan açıklıyor.

Erdoğan’ın “metal yorgunluğu” olarak tarif ettiği sıkıntının aslı, AKP’nin artık halka refah, huzur, gelecek, emperyal ülke vizyonu sunamamasıdır. Bunun yerine koyduğu vizyon, dört tarafımız düşmanla sarılı ve içerisi de düşman dolu. Ermenilere, Araplara, kadınlara, solculara, ateistlere, sosyalistlere, laiklere, LGBTİ+’lara düşmanlık olarak cisimleşen bu politikanın sonucu toplumsal çürümedir.

Gündelik yaşama gerici müdahaleler ve eğitimin gericileştirilmesi bu politikanın gereğidir. Erdoğan inandırıcılığını yitirip, kitle desteği daraldıkça marjinalleşmektedir. Müfredata övücü ve özendirici içerikte cihat ve şeriat koydurması bundandır. Kadın haklarına dönük saldırıları, evrime, bilime, laikliğe saldırıları bundandır. İdeolojik vizyon hızla İslamcı liberalizmden, İslamcı faşizme kayarken buna uygun bir kitle temeli yaratma hamleleri toplumsal çürümeyi beraberinde getiriyor.

Bu politika karşısında direniş de gelişiyor; insani olan her şeye düşman bir iktidar ve taraftarları bir taraftayken, insani olan her şeyin savunucusu muhalefetin diğer tarafta olduğu bir siyasal manzara ortaya çıkıyor.

Reisçi iktidar yanlıları saldıracak düşman arayıp bunu farklı kimliklerde buluyorlar. Sol ise tüm insani değerlerin taşıyıcısı olarak ortaya çıkıyor. Haksızlıklara karşı adalet savunusundan, yaz ortasında sokak hayvanlarına su verilmesini organize etmeye kadar geniş bir hareket alanına sahip bir sol var. Ve insani etkinliğin tüm olumlu yönleri politikleşmiş durumda. Çünkü toplum hiç olmadığı kadar politikleşmiş durumda.

Toplumun bu kadar politik olduğu bir durumda devrimcilere düşen görev kitlelere öncülük etmek; ondan önce de diriliğine, becerisine, kararlılığına güvenilir bir öncünün/öznenin varlığını göstermektir.

Özetle, hareket etmeliyiz. Diktatörlüğün inşa edildiği tüm zeminlere, basamaklara, adımlara, hamlelere karşı hareket etmeliyiz. Bu doğrultudaki en basit ve en sıradan iş, eylem, etkinlik, ilerici politik sonuçlar üretecektir.

Umut verme, daha iyi bir gelecek sunma noktasında barutunu tüketmiş bunun yerine korku ve karamsarlık pompalayan bir iktidarın tek silahı toplumsal çürümedir. “Bizim değerlerimizde bunların yeri yoktur” diyerek diyerek en derin dejenerasyonu örgütlüyorlar; insanlığın birikimlerini reddeden cinsiyetçi, yolsuz, bilimdışı düzenlemelerle toplumu çürütme hamleleri yapıyorlar. En yüksek ağızlardan kadın düşmanlığı, en yüksek ağızlardan bilim düşmanlığı ve halk düşmanlığı pompalanıyor ve bununla iktidarın ömrü uzatılmaya çalışılıyor. İlk hedef 2019’a (veya biraz daha erken) kadar olan dönemi diktatörlüğün kurumsallaştırıldığı dönem olarak geçirmektir. Bu da iki yıllık bir dönemdir.

Muhalefetin önündeki görev, bu hedefi zaafa uğratacak bir direniştir. Bu da birkaç adımı içeren bir diktatörlüğe karşı bir mücadele programı anlamına geliyor. İlk hareketi/kalkışı sağlamak açısından laiklik, kadın ve gençlik başlıkları öne çıkmaktadır.

Eğitimde gericileştirme uygulamalarına karşı okulların açılışıyla başlayan direniş eylemleri bu hareketin önemli bir potansiyeli olduğunu göstermiştir. 16 Eylül’de İstanbul, Ankara ve İzmir’de Bilimsel ve Laik Eğitim Hareketi’nin eşzamanlı olarak başlattığı, 18 Eylül’de Milli Eğitim Bakanlığı ve müdürlükleri ile okul önlerinde sürdürdükleri eylemlere; 17 Eylül’de Alevi örgütleri ve Eğitim-Sen’in Kartal’da düzenlediği mitinge gösterilen ilgi daha uzun vadeli bir programın temeli haline getirilebilir.

Tam bu esnada Erdoğan’ın başarısızlığa uğramış gerici eğitim politikalarına günü kurtaracak şekilde müdahale edip TEOG’u kaldıracağını ilan etmesi başka bir krize, çöküşe ve çürümeye işaret etmektedir. Başarısız olan “dindar ve kindar nesiller” projesinin taşıyıcısı imam hatipleştirmeye bir başarı kazandırmak üzere TEOG sınavını kaldırma hamlesi genişçe kesimlerde yeni bir kaygı yarattı. Merkezi sınavlarda soruları çalan, yandaşlara her türlü hileyle avantaj sağlamak ahlaksızlığından çekinmeyen bir siyasal iktidarın eğitimi daha da dejenere edecek adımlara yönelmesinin toplumun geniş kesimlerinde ciddi güvensizlikler yaratacağı açıktır. Dinci, kinci, itaatkar bir emek gücü ordusu (nesli) hedeflediği açık olan bu hamlenin eğitimi ciddi şekilde niteliksizleştireceği ortadadır. Notların parayla satın alındığı, parti bürolarından getirilen referanslarla öğrenci kaydedildiği, neredeyse tüm öğrencilerin en yüksek ortalamalara ulaştığı “hormonlu not” sisteminin yaygınlaştırılacağı ama bu arada okuduğunu anlamaktan yoksun bir öğrenci yığını yaratılarak eğitimin iflas ettirileceği de ortadadır. Bilimsel ve laik eğitim mücadelesinde sağlanacak ivme laik demokratik bir ülke kurma mücadelesine yükseltilebilir.

Kadınların kazandığı hakları budamayı hedefleyen “müftülük nikahı” gibi kadın düşmanı uygulamalara karşı kadınların 22 Eylül’de başlatacakları, 1 Ekim’de kent meydanlarında, 2 Ekim’de TBMM önünde düzenlenecek eylemlerle sürdürecekleri kampanya, fındık üreticilerinin yürüyüşü (ve ardından gelecek diğer üreticilerin eylemleri) önümüzdeki birkaç ayın diktatörlüğü durdurma mücadelesinin ilk ateşleyicileri, diktatörlükten rahatsız tüm kesimlerin akacağı kanalı açacak başlangıç hareketleri olarak değerlendirilebilir. İhtiyaç olan şey devrimcilerin eşgüdüm halinde müdahalesidir.

Bu süreç, kusursuz programlar, taktikler arama bulma, kılı kırk yarma süreci olarak değil; kusurlu da olsa pratik olabilen, hayata geçebilen, somut, kitleler tarafından anlaşılabilir, katılınabilir, desteklenebilir bir mücadele programı oluşturma süreci olarak kavranmalıdır. Toplumun yarıdan fazlasının diktatörlük uygulamalarından rahatsız olduğu bir siyasal süreçte gündelik yaşamın her alanında çürümeye, gericiliğe ve faşizme karşı yapılacak şeyler vardır. Çeşitli belirsizlikler, muğlaklıklar, zayıflıklar bahane edilerek direnişin inisiyatifini almaktan kaçınmak, önderliği başka siyasal aktörlere havale etmek affedilmez bir tarihsel hata olacaktır. Kusursuz isyan yoktur! 

(SENDİKA.ORG-FOTOĞRAF: AKTİVİST KAMERA)
Daha yeni Daha eski