AKP’nin Türkiye’yi içine sürüklediği kaosu açık faşizmle
yönetip yönetemeyeceği, halkın direniş kapasitesine ve Türkiye solunun bu
direniş eğilimini örgütleme yeteneğine bağlıdır
Türkiye siyasetinin büyük geri sayım saatleri işliyor.
Birinci sırada Suriye için barış masasının kurulacağı tarih var. İkinci sırada
Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerinin kesilme tarihi bulunuyor. Üçüncü
sırada Güney Kürdistan’ın bağımsızlık ilanı tarihi. Hiçbiri “kurulu düzen” için
hayırlı olmayan bu geri sayımlara başkaları da eklenebilir.
Türkiye egemen sınıflarının gelmesini umutla bekledikleri
bir zaman ise yok. Kendi oluşturdukları seçeneksizliğin saatli bombası üzerinde
çaresizce oturuyorlar.
Suriye barışı masası esas olarak ABD ve Rusya
emperyalizminin Suriye için kuracağı paylaşım masası olacaktır. Suriye barışı
masasında Türkiye “yenilen taraf” olarak yer alacaktır. Bu masada Türkiye ile
görüşülecek konu, Rojava’nın statüsü, PYD’nin siyasi geleceği değil Cerablus’un
boşaltılması ve cihatçı çetelerin Türkiye’de iskânı ve ıslahı olacaktır.
Erdoğan bugünkü konumunda ısrar edecek olursa, Suriye “barışı”nın önündeki
başlıca engel haline gelecektir.[1] Bu durumda Katar’ı bile yanında bulamayacak
ve günün sonunda, kuyruğunu kıstırıp, olanı biteni “mal mal seyredecek”tir.
Güney Kürdistan’da 25 Eylül’de yapılacağı ilan edilen
(Türkmenlerin ciddi bir bölümünün de olumlu oy kullanacağı anlaşılan)
bağımsızlık referandumundan ezici oranlara ulaşacak bir “bağımsızlık
iradesi”nin çıkması kesin. Bu sonuç bir kez çıktıktan sonra, IKBY’nin bağımsız
devlete dönüşüm süreci geriye dönülmez bir biçimde başlamış olacak. ABD, İran,
Rusya ve Suriye Irak Kürtlerinin devletleşme sürecinin karşısında değil içinde
yer alacaklardır.
Suriye barışı ve Güney Kürdistan’ın bağımsız devlet kurma
süreçleri, Erdoğan iktidarının ABD’yi, Rusya ve Çin’e göz kırparak “kızıştırma”
atraksiyonlarının “kendi kendine film olmak”tan başka bir şeye yaramadığını
gösterecektir.
AKP’nin bu tabloyu karşılayacak bir siyaset üretmesi mümkün
değil. Ancak Türkiye egemen sınıflarının ve AKP dışındaki (kurulu ve kurulacak)
düzen partilerinin de bu kaçınılmaz geleceği gören bir siyasetleri
bulunmamaktadır.
Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi’ne Türkiye AB üyelik
müzakerelerinin dondurulmasını Temmuz başında tavsiye ettiğinde iktidar
sözcüleri bu tavsiyenin “yok hükmünde” olduğunu ileri sürüyorlardı. Daha iki ay
olmadan Almanya başta olmak üzere birçok Avrupa hükümetinin Türkiye-AB katılım
müzakerelerini sonlandırmaya doğru ilerlediği görülüyor. AB ile bütünleşme
sürecinin resmen durdurulması, Gümrük Birliği’nin yenilenmemesinin Türkiye için
“maliyetleri”nin AB’nin kayıplarının çok üzerinde olacağı açık. Geri sayıma
girdiğimiz bu kaçınılmaz son geldiğinde içine yuvarlanacağımız ekonomik krizin
“döviz fiyatları” ile sınırlı kalmaması, sermaye sahiplerini birbirleriyle
boğaz boğaza getirecek bir durgunluğa, halkı isyan ettirecek bir işsizlik ve
yoksulluk patlamasına da yol açması büyük olasılıktır.
Türkiye AB ilişkilerinin kopuşa ilerlemesiyle patlak verecek
ekonomik ve siyasi krizler AKP’yi yönetemez hale getirebilir. AKP, kendisini
iktidara getiren Ortadoğu’ya emperyalist müdahale sürecinden “yenik” ve “ezik”
çıkabilir. AKP iktidarının bu askeri, siyasi ve ekonomik yenilgisi muazzam bir
sosyal, ekonomik ve politik kaosa neden olabilir.
Böylesi kaoslarda “iktidar sorunu” kaçınılmaz olarak merkezi
sorun haline gelir. İşte bu an geldiğinde iktidar sorunu bu tabloya en iyi
hazırlanmış ve bu tabloya göre örgütlenmiş, bu tablo içerisinde hareket
edebilen güçler tarafından çözülür.
Bugün telaşla, döke saça yürüttüğü kadrolaşma, devletleşme,
çeteleşme, kamusal hayatı dincileştirme, muhalefeti sindirme, şekillendirme,
toplumu çifte hukuka, çifte hakikate hapsetmeye yönelik politikası ile AKP
sadece günü kurtarmamaktadır. Açık faşizminin araçlarını da üretmektedir.
Halkın demokratik muhalefetiyle kuşatılmadığı takdirde, AKP iktidarı, yarattığı
kaosun sonuçlarını açık faşizme geçişinin mazeretleri haline getirmeye çalışacaktır.
Yani AKP yaklaşan kaosu “yönetmeye” açık faşizmi olgunlaştırarak
hazırlanmaktadır.
AKP’nin Türkiye’yi içine sürüklediği kaosu açık faşizmle
yönetip yönetemeyeceği, halkın direniş kapasitesine ve Türkiye solunun bu
direniş eğilimini örgütleme yeteneğine bağlıdır. Adalet Yürüyüşü, Türkiye
halkının AKP faşizmini kuşatabilecek bir direniş kapasitesine sahip olduğunu
göstermiştir.
Ancak şurası bir gerçektir ki, Türkiye halkının AKP
faşizmine karşı direnme eğilimindeki kitlesi CHP çatısı altında yer almaktadır.
CHP kurmayları ise “halkın direnme eğilimine” açık faşizme geçişi durduracak
temel dinamik olarak bakmamaktadır. Onlar için halkın direnme eğilimi, CHP
iktidarı için “yararlanılacak” bir unsurdur. Asıl sorun da buradadır. CHP
kurmayı halkın direnme eğilimine böyle baktığı sürece, AKP’yi kuşatacak
kitlesel direniş ağları oluşturmaktan kaçınacağı gibi, bu yönde uğraş verecek
devrimcilerin ve sosyalistlerin de önünü kesmeye çalışacaktır.
Adalet Kurultayı’nın arkasından CHP gündeminin odağına yerel
yönetim seçimlerinin ve CHP kurultayı hazırlıklarının yerleşmesi bu aymazlığın
ne boyutlarda olduğunu göstermektedir. CHP’ye egemen olan “kurmaylar” yaklaşan
kaosu görmekte ancak bundan “iktidar sırasının kendilerine geldiği” sonucunu
çıkarmaktadırlar. Bu CHP kurmaylarına göre egemen güçler AKP’yi iktidardan
düşürecek ve Adalet Yürüyüşü ile “halkı yönetebileceğini” gösteren CHP’yi
iktidara oturtacaklardır. Bu nedenle CHP’li “siyaset erbabı” yerel yönetim
seçimleri, kurultaylar üzerinden, alınmamış iktidarı paylaşma mücadelesine
yönelmiştir. Oysa sokaktaki herhangi bir CHP seçmenine sorulsa, bu
“siyasetbaz”lara odaklanmaları gereken şeyin “halkın direnme gücü ve enerjisini
diktatörü durduracak somut bir pratiğe dönüştürmek” olduğunu söyleyecektir.
Bizim işte bu aklın devrimci yolunu öne çıkarmamız gerekiyor. (FERDA KOÇ –
SENDİKA.ORG)
Dipnotlar:
[1] Süreç Suriye
barışının ABD-Rusya arasında bir nufuz alanı paylaşımı müzakeresi olarak
yaşanması yönünde gelişmektedir. Suriye hükümetinin de Rojava kantonlarının
geleceğinin de bu emperyalist paylaşım mücadelesine bağlı olarak belirleneceği
görülmektedir. Bu şekilde oluşturulacak statükonun uzun ömürlü olmayacağı
şimdiden söylenilebilir. Ancak Erdoğan’ın ırkçı-mezhepçi “zorlamaları”, yerel
politik aktörlerin emperyalist merkezlerden bağımsızlaşması yönünde değil, tam
aksi yönde etkide bulunacak, emperyalizmin elini güçlendirecektir. AKP
iktidarı, ırkçı-mezhepçi tutumu üzerinden emperyalist merkezlerle karşı karşıya
geldiğinde Türkiye’de de, Suriye’de de, Ortadoğu’da da emperyalistleri güçlendirecektir.
“Siyasi gericiliğin” iç çatışmalarından
ilerici sonuçlar çıkmaz!