Mevcut siyasi iktidarın, laikliği yalnızca din ve vicdan özgürlüğü seviyesine indirgemek istediğine tanık olmaktayız. Oysa laiklik, sadece din ve vicdan özgürlüğü değildir...


Eğitsel süreç sonunda nasıl bir bireye ulaşmak istiyoruz?

Bu soruya vereceğimiz yanıt eğitimin amacını ortaya koyacaktır.

Doğayı, yaşamı ve toplumu tüm gerçekliğiyle tanıyan, öğrenen ve anlayan bireyler mi yetiştireceğiz yoksa subjektif görüş, inanç ve kanılara mahkum nesiller mi?

Bir süredir olgusal gerçekliğin ve olgucu tavrın yadsındığı, doğadaki ve yaşamdaki olaylar arasında neden sonuç ilişkisini değil de sözde ilahi takdirin esas alındığı paradigmal bir tahakküm, eğitim sistemimize egemen kılınmaya çalışılıyor.

İşte laiklik tam da bu noktada önemi gereğince anlaşılması gereken bir kavram olarak öne çıkıyor.

Ne var ki, mevcut siyasi iktidarın, laikliği yalnızca din ve vicdan özgürlüğü seviyesine indirgemek istediğine tanık olmaktayız. Oysa laiklik, sadece din ve vicdan özgürlüğü değildir. Din ve vicdan özgürlüğü, laikliğin unsurlarından yalnızca biridir ama temel belirleyici unsur değildir.

O halde laikliği doğru anlamak ve doğru tanımlamak lazımdır. Laiklik; devlet yönetiminde, yasama faaliyetinde ve eğitimde herhangi bir dinsel ve inançsal dogmayı refere etmemek; aklı, bilimi ve değişen sosyal koşulları esas almak demektir.

Eğitimde bilimselliğin temel şartı da laikliktir. Laik olmayan bir eğitim bilimsel de değildir. Bu noktada ilginç bir bilgi olarak Arapçada bilimsellik (Ilmiyyetün) sözcüğü ile laiklik (Ilmaniyyetün) sözcüğünün aynı kökten; “ilm” kökünden türetilmiş sözcükler olduğunu anımsatmak isterim. Bu bilginin Türkiye’deki laiklik karşıtı çevrelerin Arapça ve Araplık konusundaki tutum ve tavırları bağlamında düşünüldüğünde anlamlı olduğu kanısındayım.

Bilimsel eğitim için laiklik şartı yaşamsal derecede önemlidir. Buna karşın, eğitimimizin, bilimsel bilgi yerine dinsel – inançsal dogmaları önceleyen ve bu dogmaları toplumsal, kültürel ve hatta siyasal yaşamın merkezine yerleştirmeye çalışan bir anlayış tarafından kuşatıldığını üzülerek saptamak ve teşhis etmek durumundayız.

LAİKLİK AÇIKÇA HEDEFE KONULMUŞTUR

Nitekim özellikle 4+4+4 biçiminde formüle eden eğitim sistemiyle birlikte, müfredatımızda hem dinsel derslerin sayısı ve içeriği artmış hem de pozitif bilimleri konu edinen derslerin içeriğine paradoksal bir biçimde dinsellik zerk edilmiştir.

Evvelce, dinsel ders bağlamında yalnızca Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi adlı bir ders varken, şimdi buna ilaveten; Temel Dini Bilgiler, Peygamberimizin Hayatı ve Kur’an – ı Kerim adlı dersler de ihdas edilmiştir. Böylece eğitimde, dogmatizme, cumhuriyet tarihi boyunca hiç görülmemiş bir biçimde alan açılmış, hatta laiklik açıkça hedefe konulmuştur.

Söz gelimi, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin 11. Sınıf “Din ve Hayat” adlı ünitesinde İnançla İlgili Felfesi Yaklaşımlar başlığı altında, Deizm, Ateizm, Sekülerizm, Agnostisizm gibi felsefi düşünceler, hurafe ve batıl inanışlar konusu ile aynı ünite içinde verilerek, öğrencilerin zihninde deist, ateist, seküler ve agnostiklere karşı olumsuz bir düşünce inşasına çalışılmış; deist, ateist, seküler ve agnostiklere yönelik bir itibar saldırısı yapılmıştır.

Ortaöğretim Temel Dini Bilgiler ders müfredatıyla İmam Hatip Liseleri “Akaid ve Kelam” ders müfredatında laikliğin, Sekülerizm ve dünyevileşme kavramları çerçevesinde ahlaki yozlaşma sebebi ve bir inanç problemi olarak ele alındığını ve böylece dolaylı olarak laikliğe karşı olumsuz düşünüş ve görüşlerin öğrencilere empoze edilmeye çalışıldığını da görmekteyiz. Müfredattaki laiklik karşıtı konular ve ifadelerin; Eğitim Bir Sen adlı sendikanın Ocak ayında hazırladığı “Gecikmiş Bir Reform: Müfredatın Demokratikleştirilmesi” başlıklı bir raporunun yansıması ve uzantısı olduğu anlaşılmaktadır.

Laiklik karşıtı anlayış, sadece dini dersler için değil pozitif bilimleri konu edinen dersler için de kendini göstermektedir. Söz konusu derslerin müfredatına da dinsellik zerk edilmiştir. Bu noktada verilebilecek en keskin ve en yalın örnek; Biyoloji ders müfredatından evrim kuramının çıkarılmış olmasıdır. Bu, canlı türlerinin kökenine ilişkin bilimsel açıklama yerine, yaratılış dogmasının öncelenmesinin hatta tek gerçek gibi ikame edilmeye çalışılmasının acıklı bir örneğidir. Buna ilaveten verilebilecek bir diğer örnek de, Anadolu Liselerinin haftalık ders saati sayısından Biyoloji dersinin bir saat düşürülüp yerine din dersi saatinin bir saat artırılması yanlışlığıdır.

Temel Dini Bilgiler, Peygamberimizin Hayatı ve Adab- ı Muaşeret adlı derslerin müfredatına konulan cihad kavramı, “ateist, mürted ve müşrikle evlenilmez” ifadeleri, “kadının kocasına itaat etmesi ibadettir” biçimindeki hükümler bu derslerin içeriğini hazırlayan kadronun, maalesef ne denli çağ dışı bir dini anlayışa sahip olduğunu gözler önüne sermektedir.

CİHAD VE FETİH YERİNE MİLLİ SAVUNMA

Cihadın can ve mal ile yapılan temel bir ibadet olarak nitelenmesi, cihatçılığın / fetihçiliğin devlet eliyle desteklenmesi gibi büyük bir soruna yol açacaktır. Can ile yapılan cihadın silahlı mücadele olduğu apaçık ortadadır. Ayetler yanlış yorumlanarak, yüzyıllar önceki siyasal, sosyal koşullar çerçevesinde oluşmuş anlayışlar, 21. Yüzyıla taşınmaya çalışılmaktadır. Bu, yakın zamanda uluslararası büyük sorunlara yol açacak bir durumdur. Cihatçılık ve fetihçiliğin günümüz dünyasında ve geleceğin dünyasında asla yeri yoktur, olamaz da... Cihad, artık sadece nefisle mücadeledir. Fetih de yalnızca bilimsel gerçeklerin keşfedilmesi olarak düşünülmek ve bu şekilde revize edilmek zorundadır.

Cihad ve fetih yerine, “Milli Savunma” ve dünya barışı kavramı güçlendirilmelidir.

Bir diğer konu olarak belirtelim ki, anayasasında laik olduğu yazılı olan bir devlet, eğitim kurumlarında nasıl olur da, kişilerin evliliği konusunda onların inanç durumlarını esas alan bir hükmü öğrencilere belletmeye çalışır? Müfredatta ne hakla, ateistle, mürted ve müşrikle evlenilmez ifadesine yer verilir? Bu, büyük bir insan hakları ihlalidir. Evrensel bir suçtur. Müfredatta buna benzer çok ciddi suç unsurları bulunmaktadır.

Kadının kocasına itaati ibadettir, ifadesi de erkek egemen ve cinsiyetçi bir anlayışı yansıtması bakımından, modern ve demokratik aile kurumunu imha etmeye yönelik bir kafa yapısını işaret etmektedir.

Kadın demişken bu noktada müfredattan çok acıklı bir örnek vermek isterim.

11. sınıf, Hz. Muhammed’in Hayatı adlı ders kitabının 36. Sayfasında aynen şu cümleler yazıyor:

“Erkek ve kadının örtünme şekli yeniden düzenlendi.

Böylece kadının şeref ve haysiyeti korunup itibarı arttı.”

Demek ki, müfredata göre kadın tesettürlü olunca daha haysiyetli ve daha şerefli oluyor. Ya tesettürlü olmayı tercih etmeyen kadınların durumu nedir?

Baş örtüsü inanç özgürlüğümüzdür, diye diye gelinen noktanın artık, yaşam tarzına müdahale aşamasına ulaştığı görülüyor.  Gerçekten hazin bir vaziyet...

Öte yandan Din kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin zorunlu oluşundan kaynaklanan pedagojik ve toplumsal sorunların, yargısal süreçlere değin varıp AİHM’de verilen bir kararla neredeyse içinden çıkılmaz bir hale gelmesi de hepimizce malumdur. AİHM kararında yer alan, söz konusu ders müfredatının, Türkiye’deki inançsal çeşitliliği yansıtmadığı ve ilaveten bilimsel ölçütlere uygunluk arzetmediği saptamasından hareketle, yapılan saptama doğrultusunda dersin içeriğinin düzeltilmesi ya da istemeyen öğrencilere muafiyet hakkının tanınması yönündeki talebe rağmen bakanlıkça ilan edilen taslak programın daha da sorunlu bir muhteviyata sahip olduğu görülmektedir.

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders müfredatının, AİHM kararına rağmen indokrine edici özelliğinin daha pekiştirildiği, yapılan geniş çaplı incelemeler ve davacıların itirazlarıyla net bir biçimde ortaya çıkmıştır.

Buna göre ders müfredatı, anayasadaki ifadesiyle, bir öğretim ve kültür dersinde olmaması gereken tabir ve ifadelerle doludur. Ders müfredatı, çeşitli din ve inançları ritüel ve inanç esaslarıyla tanıtma ve öğretme dersinin içeriği gibi değil de belli bir din ve inancı olumlulayan, telkin eden ve öğrenciye benimsetmeye çalışan, diğer din ve inançları ise olumsuzlayan bir dinci ders muhteviyatına sahiptir.

Buna göre Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde doğru ve yanlış inanç tasnifi yapılmaktadır. Oysa laik devlette hiçbir inanç doğru veya yanlış olarak nitelenemez. Ancak din devletlerinde nitelenir.

ŞU TESPİTİ YAPMALIYIZ

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinde İslam’ın sadece belli bir mezhebi ve belli bir anlayışı esas alınıp o mezhep ve anlayışın İslam’la özdeşleştirilmesi gibi inanılmaz derecede fahiş bir yanlışa düşülmektedir. Üzülerek belirtelim ki, müfredatta anlatılan İslam, Emevilerin başlattığı saltanatçı ve hilafetçi İslam’dır. Oysa Kur’an’da anlatılan ve Hz. Peygamberin tebliğ ettiği din, ne saltanatçı ne de hilafetçidir. Bundan dolayıdır ki, ders müfredatı trajik bir biçimde aslında İslam’a da aykırıdır.  Bu müfredat, Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği dini değil, Emevilerin uydurduğu dini esas almaktadır.

Dersle ilgili AİHM sürecinde Cem Vakfı ve Alevi yurttaşların davacı olarak yer almaları nedeniyle özellikle müfredata konulan Alevilikle ilgili konular üzerinde de birkaç cümleyle durmak istiyorum.

Öncelikle şu tespiti yapmalıyız.

Emevi İslam’ı ile ilgili bilgiler, ilkokul dördüncü sınıftan itibaren verilirken, Alevilikle ilgili bilgiler ise 7. Sınıfta başlamaktadır. Emevi İslam’ına ayrılan ünite ve konuların hacmi, ders müfredatının % 75 – 80’ini oluşturmaktadır. Yine Emevi İslam’ı ile ilgili konular, indokrine edici bir dile sahipken, diğer din ve inanışlarla ve tabii bu arada Alevilikle ilgili bilgiler ise yer yer olumsuzlayıcı yahut değerini düşürücü bir dille anlatılmaktadır.

Alevilik, bir inanç olarak değil de bir kültür ve düşünce olarak nitelenmekte, Alevi ibadetleri ibadet sözcüğü ile değil tören, ayin vb. ifadelerle anlatılmaktadır. Aleviliğin temel ibadetlerinden olan cem ibadeti, tarikatların zikir törenleri ile aynı seviye ve aynı tanımlamalarla tanıtılmaya çalışılmakta ve böylece Alevilik; Kadirilik ve Nakşibendilik gibi Sünni tarikatlarla aynı kategoriye dahil edilmektedir.

AİHM kararıyla Alevilerin ibadethanesi olarak nitelenen cem evleri, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi müfredatında ibadethane olarak kabul edilmemektedir. Müfredat neredeyse hiçbir bakımdan AİHM kararlarını karşılamamaktadır.

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi müfredatında halen yer alan trajikomik bir bilgiyi dikkatlerinize sunarak bu husustaki sözlerimi noktalamak istiyorum.

12. Sınıf ders kitabında; “Atatürk’ün Okulda Din Öğretimine Verdiği Önem” başlığı altında Atatürk’ün bir sözüne yer veriliyor.

“Her kişi dinini, din işlerini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da okuldur.”

Bu ifadeler, adında “Ahlak Bilgisi” geçen bir dersteki ahlaki bir sorunu haykırmaktadır. Bu cümleye göre, zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine karşı çıkarsanız aslında Atatürk’ün bu sözüne de karşı çıkmış oluyorsunuz. Demek ki Atatürk, zorunlu din derslerinden yanaymış. Zira ders kitabı öyle diyor. Zorunlu din derslerine Atatürk üzerinden meşruiyet sağlamaya çalışıyor. Ama işin gerçeği öyle değil. Bu düpedüz gerçek dışı bir bilgi. Atatürk bu sözü söylediğinde yıl 1925’ti. Ama aynı Atatürk, daha hayattayken 1930’da şehir okullarından, 1933’te ise bütün köy okullarından din dersleri tümüyle kaldırılmıştır. O halde şimdi biz Atatürk’ün 1925’teki sözünü mü, yoksa 1933’teki uygulamasını mı esas alacağız? Ders kitabı son derece ahlakî (!) bir tutumla 1933’teki uygulamayı görmezden gelip sırf işine geldiği için 1925’teki sözü dikkate alıyor.

HEM TRAJİK HEM GÜLÜNÇ

Bu tercihin temel bir ahlak kuralı olan dürüstlükle ne derece bağdaştığını idraklerinize sunuyorum.

Ahlak dersinde bile temel bir ahlak kuralının çiğnenmesi gerçekten hem trajik hem de gülünç görünüyor.

Gerek zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi olsun, gerekse seçmeli dini dersler olsun, tümünde istisnasız yer alması gereken Atatürkçülük ve laiklik konuları seçmeli dini derslere hiç konulmadığı gibi son yapılan değişiklikle, zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders müfredatından da çıkarılmıştır.

Bu durum laik eğitime ve bütünüyle laikliğe vurulan en büyük darbedir. Hatta bu durum doğrudan doğruya darbeciliğin kılıf değiştirmiş halidir. Zira bu ülkeye laikliği getiren, bir sistem olarak devlete yerleştiren kişi büyük devrimci Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Onunla ilgili konuların müfredattan çıkarılmasından daha büyük bir laiklik karşıtı eylem olabilir mi?

Bu ülkede, Atatürkçülüğü ve Atatürk’ü öğretmeden laik, bilimsel ve çağdaş bir eğitimden söz etmek mümkün değildir.

Zira, büyük Atatürk eğitimin amacını; “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek” olarak açıklamıştır. Eğitimde laikliğin en özlü ifadelerinden biri olan bu özdeyişin tersine çevrilmeye çalışıldığını görüyoruz.

Fikri cemaatlere, vicdanı tarikatlara, irfanı sözde şeyh efendilere bağlı nesiller yetiştirilme yanlışına doğru yol alınmaktadır. Bu yoldan acilen dönülmelidir. Zira bu yol, bilimden giden bir yol değildir. Bilim ise, büyük Atatürk’ün ifadesiyle yaşamdaki en gerçek yol göstericidir. 

(Cemil Kılıç / İlahiyatçı – Yazar – ODATV)
Daha yeni Daha eski