Endüstriyel futbol, Franco’nun 3F kuralı, kapitalizm ve daha neler neler. Paraya tapanların ve paradan sapanların dünyasına hoş geldiniz!


Günümüz futbolunun, hatta daha geniş perspektifle bakacak olursak, günümüz spor dünyasının ‘samimiyetsizleşmesinin’ ve herkesin zevk aldığı organizasyonların şova dönüşmesinin başlıca sebeplerinden biri de, sporun gün geçtikçe endüstriyelleşmesi. Basketboldan futbola, tenisten golfe hemen hemen aklımıza gelebilecek her türlü spor dalı, bu kanserojen durumun içine batmış durumda. Nasıl ki günümüz dünya kapitalistleri, kapitalizmi bir bir eleştiri yağmuruna tutmaya başladıysa, endüstriyelleşmiş sporun içindeki profesyonel isimler de bu konuyu eleştirmeye başladı. Taraftar ve izleyicilerin heyecanlı duygularını paraya dönüştüren bu kirli sisteme son olarak Manchester United’da forma giyen futbolcu Juan Mata isyan etti:

“Modern futboldan nefret eden insanları anlıyorum. Eskisi gibi değil. Basında çok daha fazla yer alıyoruz ve pastadan pay almaya çalışanlar çok. Bir baloncukta yaşıyor gibiyiz. Saçmalık derecesinde paralar kazanıyoruz. Futbol dünyasına göre normal bir maaş alıyorum ama İspanya’nın %99’u ve dünyanın kalanına göre abartı kazanıyorum. Kazancımızı belirlerken diğer futbolcuların kazandıklarını parametre olarak kullanıyoruz. Normal bir hayat yaşamıyorum. Bazen ne kadar korunduğumu gördükçe korkuyorum. Yaşadığım en ufak sorunda birileri gelip benim için halledecek. Normal bir hayat yaşamadığımızın belirtilerinden birisi de bu. Futbolun endüstri tarafından hoşlanmıyorum. Eğer daha az endüstriyel futbol olacaksa maaşımdan kesintiyi kabul ederim. Sporu, antrenmanı ve rekabeti seviyorum. Genç oyuncuların üzerinde çok fazla baskı oluyor. Kendilerini rock yıldızı gibi görüyor ve pahalı arabalara biniyorlar. Onlara sadece çok azlarının en tepeye ulaşabileceği ve %99.9’unun oralara gelemeyeceği öğretilmeli.”

Mata bunlarla ne demek istedi?

Her spor dalı geçmişte gerçekten samimi bir öge, stres atma aracı, belki sevgi belki de akıtılan gözyaşıydı. Dolayısıyla spor, toplumların inşasında da üzeri kapanamayacak derecede önemli bir rol oynadı. Ta ki sporcuların üstleri sırtlarına kadar reklamlarla donatılana dek. Postmodern futbol işin içine ne zaman teknik ve teknolojiyi soktu, o zaman bu eğlence tamamen bir para hırsına dönüştü. Futbola sunulan ekonomik, bilimsel ve teknolojik destek dünyaca ünlü futbolcular için çok büyük gelişmeler niteliğinde olsa da, amatör futbolcular ve seyirciler düzeyinde herhangi bir karşılığı hiçbir zaman olmadı. Çünkü desteklenen kulüpler tam olarak birer iş merkezine dönüştü. Bu evrede kulüp yetkililerince taraftarın eş anlamlısı ise para oldu. Taraftar, eskiden söylenildiği gibi “12’inci adam” değil, takımın materyallerini satın alan ve karşılıksız olarak takımından desteğini esirgemeyen birer gelir kapısıydı. Ayrıca bu denli oluşan büyüme karşısında gerekli formları karşılayamayan spor kulüpleri ise, devletle kol kola vermek durumunda kalıp, ortaya endüstriyel futboldan öte daha vahim olarak, iktidar ve politika futbolu gibi durumlar oluşmaya başladı. Çünkü aynı zamanda spor ve endüstri, dünyadaki politik/ekonomik atmosfere göre de şekillenebilir. Mata da bunlara dayanarak futbolun artık bir spor dalı olmadığını, tam olarak bir sektöre dönüştüğünü ve bunların modern futboldan nefret etmek için yeterli sebepler olduğunu düşünüyor.

Astrononomik ücretler lafını her büyük transferde duyar duruma geldik. “Ronaldo astronomik bir ücretle Real Madrid’e transfer oldu.” Transfer ücreti, aylık ücret, maç başı, gol ve asist başı prim, haksız fesih tazminatı, jübile gelirleri, reklam gelirleri gibi başlıklar toplandığında, sporcu için akıl almaz bir gelir kapısı oluşuyor ve bu durum da endüstriyel futbolun çıkmazlarından biri olarak göze çarpıyor. Çok da kafa yormaya gerek yok aslında bu durumun anormalliğine. Belki adını bile duymadığınız herhangi bir futbolcu, herhangi bir ülkenin cumhurbaşkanından kat be kat daha fazla para kazanıyor. Bu bile mantığa ve amatör ruha başlı başına ters bir durum. Çünkü bir sektör haline getirilen spor, tam olarak da sporcuların rüya gibi paralar kazanabilmesi için dizayn edilmiş vaziyette. Hal böyle olunca madalyonun diğer yüzünde ise kulüplerin borç yükü ağırlaşıyor. FIFA gibi denetleyici kurumlar ise geçmişte bunun önüne futbol kulüplerinin Avrupa müsabakalarına katılabilmek için belli bir miktar borcun yukarısına çıkmaması şartını getirdi ancak hiçbir zaman işe yaramadı. Tam aksine, paralarla oynadıkça işin içerisine egemenlerin bir organı olan mafya, vergi kaçırma, şike ve şantaj gibi olgular eklendi. Hatırlayacağınız gibi ise en son Dünya Kupası’nın canlı yayın haklarının satışında usulsüzlük yapmakla suçlanan FIFA Başkanı Blatter ve FIFA’dan 2011’de aldığı iki milyon dolar para için belge gösteremeyen UEFA Başkanı Platini, sekiz yıl tüm futbol organizasyonlarından men edilmişti.

Sermayenin genç yetenek avı burada önemli bir rol oynuyor. Sporcudan daha çok, bir ürün olarak bakılan ve üzerinden gelir sağlamak amacıyla izlenen amatör sporcuları gözüne kestiren yöneticiler, çok ufak ancak bir amatör kulübün reddedemeyeceği teklif ile giderek sporcuyu alıp dönüştürüyorlar. Sporcu ise erken yaşta karıştığı bu yükselmenin bedelini reklam panosuna dönüşerek ve endüstriyelleşerek ödüyor. Bunun sonucunda artık ona sahip olan yöneticilerin ve menajerlerinin gölgelerinin üzerinde adım dahi atamaz hale gelip, yeri geldiğinde ağızlarını bile açamayacak bir pozisyona evriliyorlar. Normal bir hayat yaşayamadan, sürekli korunamamak, insancıl duygu ve hislerinden uzaklaştırıyor. Ayrıca amatör futbolcuların bile para ile içli dışlı olmaya başladıkça, kendi amatör ruhlarına ket vurduğunu görmek mümkün.

Peki bu sisteme hiç olmazsa direnç gösteren kurumlar yok mu? Tabi ki var. Almanya’nın Borussia Dortmund ve St. Pauli takımları geçtiğimiz yıllarda bu ‘profesyonellik’ten uzak durmaya çalıştı, çalışıyor. Dortmund 2000’li yıllarda yakalandığı mali krize rağmen uluslararası arena da dahil bir çok başarı yakaladı. Bu başarıda en büyük pay ise taraftarının ve Beşiktaş’ın FEDA kampanyasına benzer bir şekilde tasarlanan “Wir Sind Borussia” (Biz Borussia’yız) kampanyasınındı. Dortmund kulübü hiçbir yardım kabul etmeden, bilet fiyatlarını aşağıya çekerek taraftarının gönlünü kazanmayı bildi ve hiçbir zaman taraftarını gelir kapısı olarak görmedi. Astronomik ücretlerle gerçekleştirilen transfer politikasına son verip tamamen genç yeteneklere ve altyapıya yöneldiler.

Maçlarına AC/DC’nin parçaları ile çıkan St. Pauli’de de mücadele pek farklı yürümüyor. ‘Endüstriyel futbol ürünü’ diye elektronik skorboard’a bile 2007 yılına kadar direnen St.Pauli, sezon öncesi hazırlık kamplarını imkanları el verdikçe Küba’da geçiriyor. Bu takımların varlığı, futbolun sadece para olarak görüldüğü günümüz dünyası için oldukça önemli.

Ülkemizde endüstriyel futbola karşı direnmesiyle tanınan oluşumlardan biri ise Adana Demirspor. Hatta 4 Eylül 2009 tarihinde, İtalya’nın sisteme karşı takımı olarak tanınan Livorno ile gerçekleştirdikleri dostluk maçı medya tarafından “Kızıl gece” olarak adlandırılmıştı. Türkiye’deki mücadeleye ket vuran son eylem ise, Passolig uygulaması oldu. Her ne kadar yetkililer tarafından stadyumdaki şiddeti engellemek amacıyla yapıldığı söylense de, işin iç yüzünün öyle olmadığını görüyoruz. Taraftar gruplarının ise bu uygulama ile ilgili ortak söylemi oldukça net:

“Meşale ateşi ile aydınlananlar, bir şehirden bir şehre ayakta yolculuk edenler oturarak maç izleyemeyenler, çorba ile suyu pay edenler bayrağının gölgesi ile yetinenler, aşkını pankartlara işleyenler, tribüne hayat vermişleriz. Onların belirlediği bir bankanın, onların belirlediği şahıslar ile üyesi olup, tuttuğu takımın sevdasını aldığı kartlar ve yüklediği biletler ile birilerinin kasasında nakde çevirmeyi amaçlayan e-bilet sistemine ve uzantısı Passolig’e, okul içi kültür ile yaşayan Fenerbahçeliler olarak hayır diyoruz”

Spor, amatörlük ruhu ve o tatlı heyecanı barındırdıkça güzel. Dünyanın endüstriyelleşerek küresel bir fırtına içerisine dahil olması elbette ki sadece spor dallarını değil, bir çok şeyi etkileyerek samimiyetten uzaklaştırdı. İster sıradan birer vatandaş olalım, ister spor insanı olalım, ister bir rockstar olalım hiç önemli değil. Her alanda var olması için uğraş verilen amatörlük, yapılan eylemlerin amacından sapmaması için oldukça gerekli bir hal almaya devam ediyor.

Daha yeni Daha eski