Tutukluluk zulmüne devam... Suç da yok, delil de yok,
tahliye de yok
Cumhuriyet gazetesinin yayın politikasının suçlama konusu
edilerek, asılsız ve akıl dışı iddialarla Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu,
İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, muhabir Ahmet Şık ve muhasebe çalışanı Emre
İper’in tutuklu bulunduğu davaya bugün İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde
görüldü. Mahkeme heyeti ara kararda tutukluluk halinin devamına karar verdi,
bir sonraki celse 25-26 Aralık'ta görülecek.
“1 yıl önce bugün yapılan operasyonla gözaltına alınarak
tutuklanan yazar ve yöneticilerimizin yargılandığı davanın 4. duruşması
Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi görüldü. Gazetemizin yayın politikasının
soruşturma konusu yapıldığı dava kapsamında 367 gündür tutuklu yargılanan
Cumhuriyet İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay ve gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni
Murat Sabuncu ile 306 gündür tutuklu bulunan muhabirimiz Ahmet Şık ve 209
gündür tutuklu bulunan muhasebe servisi çalışanımız Emre İper’in tahliye
istemleri reddedildi. Mahkeme heyeti Atalay, Sabuncu ve Şık hakkındaki kararı
oyçokluğuyla alırken bir üye hâkim karara tahliye yönünde şerh koydu. Emre İper
hakkındaki karar ise oybirliğiyle alındı. Bir sonraki duruşmanın 25-26 Aralık
tarihlerinde yapılmasını kararlaştıran mahkeme, gazetemizin eski
yöneticilerinden Doğan Satmış ile eski çalışanları Mehmet Faraç ve Leyla
Tavşanoğlu’nun tanık olarak dinlenmesine hükmetti.
İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dün görülen duruşmanın
başlangıcında mahkeme başkanı Abdurrahman Orkun Dağ, gazetemizin eski
yöneticilerinden Doğan Satmış’ın “gazeteciler.com” sitesine verdiği röportajın
delil niteliği kabul edilerek savcılık tarafından dosyaya gönderildiğini bunu
değerlendireceklerini belirtti. Dağ, dosyada atama yazısı, hazırladığı raporda
ise ismi bulunmayan ve duruşma sırasında isminin Ahmet Keçeci olduğu öğrenilen
bilirkişiye ait yemin ve evrak tutanağının savcılık tarafından dosyaya
yollandığını kaydetti. Dağ, dinlenmeyen tanıkların Mehmet Faraç ve Leyla
Tavşanoğlu olduğunu belirterek 2 duruşmadır tanık olarak çağrılan ancak
duruşmaya gelmeyen Aydınlık gazetesi yazarı Mehmet Faraç’ın yine gelmediğini
söyledi. Dağ, tebligat gönderdiklerini ancak Faraç’ın Aydınlık’ta
çalışmadığının söylendiği kaydetti.
Husumet içinde
Faraç’ın duruşmaya gelmemesine ilişkin konuşan avukat Tora
Pekin de “Faraç’ın celselere gelmeme konusundaki istikrarına dikkat çekmek
isterim. Kendisine celp gelmediğine ilişkin tweet atmış. Dinlenmesinden
vazgeçilsin, tanık olarak tarafsız değildir” dedi. Pekin, Faraç’ın Aydınlık
gazetesindeki köşesinden sanıklara ettiği hakaretleri sıralayarak, “Bu nefret
söylemlerinin sebebi 2010 yılında işine son verilmesi. Soruşturmaya konu
tarihlerde gazetede çalışmıyor, tanıklığı yok. Hem kişisel husumeti nedeniyle
hem Aydınlık yazarı olarak husumet içinde. Savcılık aşamasındaki ifadesinden de
belli, suç yaratmak için çağrılmıştır” dedi.
Duruşma savcısı Hacı Hasan Bölükbaşı da Satmış’ın tanık
olarak dinlenmesi talebinin dosyadan çıkarılması isteminin reddini, Faraç’ın
dinlenmesi gerektiğini, bilirkişi Beşikçi’nin de bu aşamada dinlenmesine gerek
olmadığına ilişkin görüşünü bildirdi. Ara kararını açıklayan heyet, bilirkişi
Beşikçi’nin dinlenmesine, Satmış’ın röportajının dosyaya delil olarak konulmasına
ve Faraç’ın tanık olarak dinlenilmesinden vazgeçilmesi talebinin reddine karar
verdi.
Kavala’dan belge geldi
Duruşmanın öğleden sonraki bölümünde bilirkişi Beşikçi tanık
olarak dinlendi. Beşikçi’nin dinlenmesinin ardından mahkeme başkanı Dağ, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’ndan dosyaya
duruşma günü 2 tane belge gönderildiğini söyledi. Dağ, bunların birinin Anadolu
Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala’nın yazarımız Aydın Engin ile
birinin de eski Genel Yayın Yönetmenimiz Can Dündar ile WhatsApp üzerinden
yaptığı konuşma olduğunu belirtti. Başkan Dağ, duruşmada söz konusu konuşmaları
okudu. Bunun üzerine söz alan avukat Fikret İlkiz, “Kavala ile ilgili
soruşturmayla bağlantılı olmak üzere bilgi sızdırılıyor ve biz duruşmada tanık
oluyoruz” dedi. Avukat Ergin Cinmen de söz alarak, “Bu görevi kötüye
kullanmaktır. Bununla ilgili mahkemeniz suç duyurusunda bulunmalı” dedi. Başkan
Dağ da, “Bu husus davanın neresinde, ne şekilde yer alacaktır, alacak mıdır, almayacak
mıdır mahkeme bunun değerlendirmesini şu aşamada yapmayacaktır” dedi.
Şık: Karardan kaçtınız
Bu sırada muhabirimiz Ahmet Şık, heyete seslenerek, “Siz
gözden kaçırdınız demeyeceğim, karar almaktan kaçtınız. Haberlerde terör örgütü
arıyorsunuz. Duruşma savcısının ağzıyla yazılmış sahte bir belge dolaşıyor ama
bunun kaynağını sormuyorsunuz. Örgütün yerini size söyledim. Örgüt bu binanın
içinde hâkim savcı kılığında, işbirlikçileri de medyada” dedi.
Gelecek celse mütalaa
Ardından başkan Dağ, bilirkişi raporlarında eksik olduğunu
kaydederek, “Bunun dışında Faraç’ı zorla getireceğiz. Bunu da gelecek celse
yapacağız. Gelecek celse mütalaa almayı düşünüyoruz. Sonra 1 hafta esasa
yönelik beyanlarla konuşabileceğimizi düşünüyoruz. Bundan sonraki celseyi 2 gün
vermeyi düşünüyoruz. Leyla Tavşanoğlu’nun adresi ile ilgili sorun var. Gelmezse
yargılamayı uzatmasına izin vermeyiz” dedi.
Savcı: Tutukluluğa devam
Duruşma savcısı Hacı Hasan Bölükbaşı taleplere ilişkin
mütalaasında Sabuncu, Atalay, Şık ve İper’in tutukluluğunun devamına karar
verilmesini istedi. Savcı aynı zamanda Emre İper’in telefonunda inceleme
yapılması için mahkemenin atadığı bilirkişinin hazırlayacağı raporun
beklenmesini, Mehmet Faraç ve Leyla Tavşanoğlu’nun tanık olarak dinlenmesini,
Doğan Satmış’ın tanık olarak dinlenmesine karar verilmesini talep etti.
Murat Sabuncu, Akın Atalay ve avukatların savunmalarının
ardından kararını açıklayan mahkeme heyeti, tahliye istemlerini reddetti.
Mahkeme heyeti Atalay, Sabuncu ve Şık hakkındaki kararı oyçokluğuyla alırken
bir üye hâkim karara tahliye yönünde şerh koydu. Emre İper hakkındaki karar ise
oybirliğiyle alındı. Bir sonraki duruşmanın 25-26 Aralık tarihlerinde
yapılmasını kararlaştıran mahkeme, gazetemizin eski yöneticilerinden Doğan
Satmış ile eski çalışanlar Mehmet Faraç ve Leyla Tavşanoğlu’nun tanık olarak
dinlenmesine hükmetti.
BİLİRKİŞİ, EMRE İPER’LE İLGİLİ İDDİALARI ÇÜRÜTTÜ
ByLock yok
Duruşmada Poyrazköy, Balyoz ve OdaTV gibi sonradan kumpas
olduğu kabul edilen davalarda verilen beraat kararına dayanak yapılan bilirkişi
raporunun sahiplerinden olan adli bilişim mühendisi Tuncay Beşikçi tanık olarak
dinlendi. İper’in 26 Ağustos - 13 Eylül 2014 tarihleri arasında ByLock
sunucusuna bağlandığının iddia edildiğini anımsatan Beşikçi, “ByLock kurulu
olmadığını çok rahatlıkla söyleyebilirim” dedi. Beşikçi, İper’in telefonunun
yedeklemesinde içerik araması da yaptığını belirterek, “FETÖ ile ilgili anahtar
kelime araması yaptım Eagle gibi. Ama böyle bir irtibat da bulamadım. Bir tek
Fuat Avni’yi takip ediyor. Onu ben de takip ediyorum” dedi.
Kuzu Kuzu’yu dinlemek istemiş
Beşikçi, İper’in telefonunda ByLock ile ilgili hiçbir iz
olmadığını ancak kayıtlarda ByLock sunucusuna bağlandığına ilişkin iddia
olduğunu kaydederek, “Bunu ancak başka bir uygulama yapmış olabilirdi. Bir
müzik programında bir kod var. O kod sayfaya giren herkesi ByLock sunucusuna
yönlendiriyor. Müzik dinlemek isterseniz ByLock sunucusuna bağlanıyorsunuz”
dedi. İper’in telefonunda Freezy isimli müzik programının olduğunu belirten
Beşikçi şunları söyledi: “3 Ağustos bu kodun ilk tespiti. 22 Haziran sanığın
Freezy adlı programı yüklediği tarih. 26 Haziran’da ilk ByLock ağına bağlanma
tespiti var. Son tespit de 12 Eylül’de. 11 Haziran’da bu programı kaldırıp
başka bir uygulama yüklüyor” dedi.
ByLock’un FETÖ iltisaklı kişiler tarafından yazılıp
yaygınlaştırıldığını kaydeden Beşikçi, “Sanık ByLock kurmamıştır. Freezy
üzerinden yönlendirilmiştir. Bu yönlendirmeyi yapan kişiler de FETÖ ile
ilgililerdir. Sanıkla aynı konumda olan çok kişi olabilir” dedi. Bunun üzerine
Mahkeme Başkanı Dağ, Freezy programı ile Litvanya’daki ByLock sunucusuna
yönlendirmenin mümkün olup olmadığını sordu. Beşikçi de “Mümkün. Web sitemde
bunu açıkladım. Sanık 3 Haziran’da Tarkan’dan Kuzu Kuzu’yu dinlemek istemiş ama
ByLock kullanmış gibi görünüyor” dedi. Beşikçi, başkan Dağ’ın Ağustos 2014’te
neden yoğun kullanım olduğuna ilişkin sorusuna ise, “Aralarda gün gün açıp
kapadığını söyleyebilirim. Haziran, ağustos ve eylülde bu kod var programda”
diye yanıt verdi. başkan Dağ, “Bir telefonda ByLock izine rastlanmamış olması o
kişinin ByLock’çu olmadığına ilişkin delil teşkil eder mi” diye sordu. Beşikçi
de, “Etmez çünkü başka telefonu da olabilir. Bilgisayardan da girmiş olabilir”
dedi.
AKIN ATALAY VE MURAT SABUNCU HAKLARINDAKİ İDDİALARI BİR KEZ
DAHA ÇÜRÜTTÜ
Haklı olanlar kazanacak
SUÇLAMA DEĞİŞTİ:
Tutuklulukta bir yılı doldurduk. İlk defa
tutuklandığımız tarihten, iddianamenin mahkemenize verilmesine kadar geçen
yaklaşık beş aylık sürede çeşitli sulh ceza hâkimleri tarafından verilen
tutukluluğun devamı kararlarında bizlere yöneltilen suçlamanın Türk Ceza
Kanunu’ndaki karşılığı “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme”
olarak gösteriliyordu. Ancak 7.5 aylık soruşturma sürecinde, ortaya örgüt adına
işlenen bir suç çıkaramayan savcılık, düzenlediği iddianamede suçlamayı bu defa
terör örgütlerine yardım etmeye çevirdi. O tarihten bugüne kadar geçen yedi
aylık sürede ise, heyetiniz, değiştirilen bu yeni suçlamadan dolayı
tutukluluğumuzun devamı kararları veriyor.
GEREKÇE DEĞİL BAHANE:
Aslında tutukluluğun devamı
kararlarında yer verdiğiniz gerekçeye değinmek, bu gerekçe üzerinde
değerlendirme yapmak istemiyordum. Çünkü açık ve samimi konuşmak gerekirse,
sürecin başından beri bizim tutukluluğumuzun, yasal veya hukuki bir gerekçeye
dayanmadığını, bir siyasi plana ve karara dayalı olduğunu; tutukluluğun devamı
kararlarında gerekçe olarak yer verilen ifade ve sözlerin ise bir gerekçe
olmaktan çok bir bahane, bir yasal kılıf bulma çabası olduğunu düşünüyordum;
hâlâ da öyle düşünüyorum. Böyle düşünmek ve bu düşüncemi ifade etmek, umarım ki
savunma hakkı kapsamındadır.
TUTUKLAMA DEĞİL TAHLİYE GEREKÇESİ:
İlk duruşma oturumundan
itibaren tutukluluğun devamı kararlarında yasal dayanak olarak gösterdiğiniz
dört tane yasa maddesi var. Şöyle diyorsunuz: “CMK 100, AİHS 6, AİHS 10/2,
Anayasa 28/2 madde birlikte değerlendirilip tutuklama tedbirinin gerekli ve
ölçülü olacağı yönündeki mevzuat ve kanaat dikkate alınarak (...) TUTUKLULUK
HALLERİNİN DEVAMINA...” Tutukluluğun devamı kararına dayanak olarak
gösterdiğiniz ilk madde, “Tutuklama nedenleri” başlıklı CMK.’nin 100.
maddesidir. Hangi şartların gerçekleşmesi durumunda, hangi durumlarda tutuklama
kararı verileceğini, yani doğrudan tutuklamayı düzenleyen maddedir. Burada
şeklen bir sorun yok. Ama yasal dayanaklar arasında saydığınız diğer yasa
maddelerini anlamakta, anlamlandırmakta gerçekten zorlanıyorum. Çünkü hayatın
olağan akışına, sözün sözlükteki karşılığına, anlambilimine uygun olanı, bu
maddelerin tutukluluğun devamının değil, tersine tahliyenin gerekçesi ve
dayanağı olabileceğidir.
TUHAFLIK İÇERİYOR:
“Basın hürriyeti” başlığı ile anayasaya
konulmuş, birinci fıkrasında “Basın hürdür, sansür edilemez”, ardından gelen
fıkrasında, “Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri
alır” yazılı olan bir yasal düzenlemenin bizlerin tutukluluğuna gerekçe olarak
gösterilmesini yadırgamamızı lütfen yadırgamayın. Çünkü bu durum neresinden
bakılırsa bakılsın bir tuhaflık içermektedir.
Tutukluğun devamı kararının yasal
dayanakları arasında belirttiğiniz bir diğer yasal düzenleme ise AİHS’nin 6.
maddesidir. Bu maddenin birinci fıkrasında, herkesin yasayla kurulmuş, bağımsız
ve tarafsız bir mahkemede, makul bir süre içinde ve kamuya açık bir şekilde
yargılanma hakkı olduğu belirtilmektedir. İkinci fıkrada, masumiyet karinesi,
üçüncü fıkrada ise şüpheli ve sanıklara tanınması gereken asgari haklara yer
verilmiştir. Maddenin tutuklama tedbiri ile bir ilgisi yoktur.
DEMOKRASİNİN TEMELİ:
Demokrasinin, demokratik bir toplum
olabilmenin olmazsa olmazlarından biri yargının bağımsızlığı ise diğeri de
özgür ve bağımsız bir basının varlığıdır. Basının özgür ve bağımsız olmadığı
yerde gazetecilerin gerçeği haberleştirmeyip tersine haberden gerçeklik
yaratmaya çalıştıkları görülür. Yargının bağımsız olmadığı, siyasi iktidarın
güdümünde ve kontrolünde olduğu yerde de ceza yargılamalarının amacı maddi
gerçeği bulmak, adaleti tesis etmek değil, siyasi iktidarın talimatlarını
yerine getirmek, iktidarı rahatsız eden, eleştiren kişileri cezalandırmaktır.
VİCDANIM RAHAT:
Dünyaya yüz defa gelecek olsaydım, her
defasında bu davada savunma makamında bulunmayı tercih ederdim. Çünkü adalet,
özgürlük ve demokrasi değerlerinin yanında saf tutmak onurdur. Çünkü vicdanım
rahat ve huzurluyum. Elbette bu davada ilk kararı heyetiniz verecek. Ama bunun
nihai karar olmayacağı ve bu kararla bu davanın bitmeyeceği şimdiden hepimizin
öngörebildiği bir durum. Bu nedenle heyetinizin hakkımda vereceği kararlar beni
ne endişelendiriyor, ne de korkutuyor. Bu yargılamanın, bizlerin aklanması,
suçlama yöneltenlerin ve mağduriyet yaşatanların ise haksız olduklarının
tespiti ve mahcubiyetiyle biteceğinden hiç şüphe duymuyorum. Adalet,
hakkaniyet, insaf ve vicdan duygusunu koruyan herkese şunu söylemek isterim.
Hiç merak etmeyin; hiç şüpheniz olmasın, bugün güçlü gibi görünenler değil
haklı olanlar kazanacaktır.
KÜLLİYEDE İŞİMİZ YOK:
Tutukluluğumuzla ilgili olarak son
sözlerim şudur: Bizler burada Türkiye’nin en eski, köklü ve itibarlı
gazetelerinden birini temsilen bulunuyoruz. O gazeteyi temsil edenler de,
gazetenin kendisi de bunun gibi badirelerden, zorlu dönemlerden çokça geçti,
sınandı. Bu sınavlardan, her defasında alnının akıyla, onuruyla geçti. İktidar
sahiplerine kapıkulu olmayı, gerçeği gizlemeyi ya da iğdiş etmeyi, gazeteciliği
kirletmeyi her zaman reddetti. Kimseden aman dilenmedi, merhamet istemedi.
İçinde bulunduğumuz dönemin gazetecilik ve yargı realitesi karşısında,
gazetemizin ileride utanacağı, başını öne eğeceği bir talepte ve arayışta
bulunmamızı hiç kimse bizden beklemesin. Bizimki gibi yargılamalar bakımından
adalet talebi ve arayışının, adliyede değil külliyede olduğunun işaret edildiği
bir durumda, bizlerin külliyelerde arayacağı, oralardan talepte bulunacağı
herhangi bir husus yoktur. Bunu hem kendimiz, hem gazetemiz açısından zul
sayarız; aynı zamanda da hukuka ve yargıya karşı yapılmış ağır bir saygısızlık
olarak görürüz. Bu nedenle, tutukluluğun sona erdirilmesi bakımından bu
koşullar altında daha fazla söze gerek görmüyorum.
Gazeteciliği sizden mi öğreneceğim?
DAVANIN SAVCISI:
Soruşturmayı başlatan, bizleri tutuklatan
iddianamenin yazımında başrol oynayan savcı Murat İnam. FETÖ’den
ağırlaştırılmış müebbetle yargılanan bir isim.
DAVANIN BİLİRKİŞİSİ:
Savcının bilirkişisi de özel olmalıydı
tabii. Adliye bilirkişi listelerinde adı olmayan bir isim bulundu. İsmi Ünal
Aldemir. Kendisi Cumhuriyetin dört yıllık manşetlerini inceleyerek aralarından
cımbızladığı çoğu hakkında daha önce basın savcılarınca soruşturma bile
açılmamış manşetlerden, bizi ülkedeki tüm terör örgütlerine yardımla itham
etti. Peki kimdi bu bilirkişi? Hayatında hiç gazetecilik yapmamış, bilgisayar
mühendisliği mezunu bir isim. Yaşı da hayli genç. Benim meslek hayatım kadar.
Ya da Orhan Erinç’in meslek hayatının yarısı kadar.
DAVANIN TANIKLARI: Gruplara ayırmak lazım.
- Birinci grup: Gülen’in adamları. Ömürlerinin büyük kısmını
25-30 yılını onun emrinde geçirip bugün dava konusu olan pek çok oluşumun
kurucusu, yöneticisi, hatta sözcüsü. Hüseyin Gülerce’den Latif Erdoğan’a
isimler. Mahkeme Başkanı olarak siz de onları dinlemeye gerek görmediniz. Zira
ifadeleri de “tahmin” ve ona bağlı iftiralar üzerine kurgulanmıştı.
- İkinci grup: Cumhuriyet’te uzun yıllar beraber çalıştığımız
arkadaşlarım. Zaten iddianameye de bize atılı iftiralar ile ilgili sözleri
yansımamıştı. 11 Eylül’deki davada da sizler de dinlendiniz, sorguladınız.
Hemen hepsi savcı ile uzun süre konuştuklarını, bunların kısaltılarak bir
kısmının anlamından saptığını söyleyip lehimize tanıklık yaptılar. Hatta bir
tanesi zoraki tanıklık kavramını kullandı.
- Üçüncü grup: Aslında o tek bir kişi ama tek başına bir
grup gücünde. Türkiye’nin en çok okunan yazarı. Öyle önemli ve güvenilir bir
tanık ki Gülen’den ödül almış, sonra iade etmiş, iade ettikten sonra Gülen
lehine yazı yazmış. Avukatımız Tora Pekin iadeden sonra yazdığı o yazıyı
hatırlattığında “patronunun isteğiyleemriyle” yazdığını da itiraf etti. Burada
küçük bir parantez açayım. Biz bugün niye tutukluyuz, bugün toplam 17 kişi niye
yargılanıyoruz biliyor musunuz? Çünkü biz hiç kimseden emir almayız. Cumhuriyet
çalışanına emir verecek kişi henüz doğmadı. Bugüne mahsus bir şey mi bu? Tabii
ki hayır. Bu gazetenin genlerinde var bu. Demokrasi dışına çıkılan her dönem
Cumhuriyet’e yani bağımsız sese, gazeteciliğe tahammül edemeyenler bu gazetenin
yazar ve yöneticilerini işkenceyle, hapisle, gazeteyi kapatarak, ekonomik
olarak boğmaya çalışarak susturmaya çalışmış. Ama Cumhuriyetçiler hiç yılmamış,
yılmadı, yılmayacak.
Gelelim üzerinde konuşacağım son tanığa, Alev Coşkun’a...
Onun gazeteyle ilgili “ağlatan görüntüye”. İki tarihten bahsediyor ikisi
hakkında da konuşacağım. Önce Gülen haberi.
(23 Mayıs 2015 tarihli gazetenin 1. sayfasını göstererek). 3
yıl önce alevlenen eski koalisyon ortakları FETÖ - AKP savaşında Fethullah
Gülen’in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın damadını ima ederek “Berat Albayrak da
burayı ziyaret etti biliyor, fakirhaneme malikâne dediler” haberi. Yerini
beğenmiyor Alev Coşkun burada olur mu diyor? Şekil şartıyla itham edilmesi pek
rastlanılır durum değil. Ağlatan haberin altında Konya merkezli FETÖ
operasyonuyla ilgili bir haberi veriyor. Alev Coşkun’a göre üst taraf
FETÖ’cülük alt taraf Atatürkçülük.
Gelelim 2. habere. Bu haber Türkiye’nin en önemli
sosyologlarından Prof. Dr. Tayfun Atay’ın “Parti, Tarikat, Cemaat” dizisi. Eğer
Alev Coşkun sadece fotoğraflara bakmayıp içini okusaydı bilimsel içerikli bir
makale okumuş olacaktı. Küfürle değil yazıyla da bugün FETÖ diye anılan grubun
nasıl eleştirildiğini görecekti. Bu diziyi okusaydı esas ağlaması gerekenin
Cumhuriyet’in haberciliği değil kendisinin iftiralarla eski gazetesini ihbar
ettiği makamların bu yapıyı nasıl büyütüp ülkeyi kaosa sürüklediği olacaktı.
SİZDEN Mİ ÖĞRENECEĞİM:
Duruşmalarda sizin en çok
gerildiğiniz, kızdığınızda söylediğiniz şu: “Mesleği sizden mi öğreneceğim.” 26
Temmuz günü sayın savcı: “Biz de eğitim aldık, sizin bizi sorgulama hakkınız
yok” diyor. Bir üye hâkim “Çok biliyorsanız siz gelin oturun” diyor. “Mesleği
sizden mi öğreneceğiz” diyorsunuz. Peki, bize gazeteciliği mahkemelerden mi
öğreneceğiz? Yaşı kadar gazetecilik yaptığım bilirkişi mi öğretecek biz
gazeteciliği?
CEZA DA ALACAĞIZ...
24 Temmuz ile 28 Temmuz arasındaki ilk beş günlük
duruşmaların ardından ara kararın hemen öncesinde bir konuşma yaptınız. Dediniz
ki bir bölümünde “bu yıl bitmeden davayı bitirmek istiyorum.” O gün kendi
kendime dedim ki “başkan aralık ayında yapmayı hedeflediği son duruşmaya kadar,
yani beş ay daha içimizden birkaç kişiyi tutuklu yargılayacağını söylüyor”. Bu
konuşmanın üstünden 2 duruşma 3 ay geçti. Tahminim doğru çıktı. Aralık ayında
ya da 2018’in ilk aylarında bitebilecek bu davada sonuna kadar tutuklu
kalacağız. 7 kişiyi 9 ay, 1 kişiyi 11 ay, 2 kişiyi şimdilik 12 ay tutuklu yargıladığınız
bir davada muhtemelen ceza da alacağız.
İYİ OLANI TARİH YAZACAK
Buradan çıktıktan sonra hemen kapının yanındaki odada bize
kelepçe takılacak, asansörle aşağı indirileceğiz, Silivri hapishanesine
gönderileceğiz. Hava kararmış da olsa İstanbul’u görmeye çalışacağız, bir ay
daha göremeyeceğiz ne de olsa. Ben bir alışkanlık edindim. Dönünce yaptığım ilk
şey Sokrates’in savunmasını okumak. Demir parmaklıklı pencerenin yanındaki
yatağıma geçiyorum oradan tellerle kapatılmış gökyüzüne bakıyorum. Düşünce ve
ifade özgürlüğünü kullandığı için tutuklanan gazetecileri, hak savunucularını,
milletvekillerini düşünüyorum. Ezberledim ama yinede kitaptan bir daha
okuyorum. Şöyle diyor Sokrates savunmasının sonunda: Artık ayrılma vakti geldi
çattı. Ben ölmeye, sizler de yaşamlarınızı sürdürmeye gidiyorsunuz...
Hangisinin daha iyi olduğunu tarih yazacak...
Aynısını tekrarlıyorum size: Artık ayrılma vakti çattı...
Ben Silivri’ye, hücreye, sizler de yaşamlarınızı sürdürmeye gidiyorsunuz...
Hangisinin daha iyi olduğunu tarih yazacak...