"Bir arkadaşımın gönderdiği, 1 Aralık 2017 tarihinde yayınlanan “Liberal ahmaklık ve bir uyuşturucu olarak ‘fikir özgürlüğü’” başlıkl...
"Bir arkadaşımın gönderdiği, 1 Aralık 2017 tarihinde
yayınlanan “Liberal ahmaklık ve bir uyuşturucu olarak ‘fikir özgürlüğü’”
başlıklı yazısı beni pek şaşırtmadı da acı acı güldürdü. Bütün hırslar gibi
yazar olma hırsı da insanları nerelere sürüklüyor, nasıl da mantığını
kaybetmesine neden oluyordu. Bu mantık ve izan dışı yazıyı yayınlayan “Sol”
sitesinin sorumlularına ise artık pek bir şey demeyeceğim. Onları yönlendiren,
genelde politik hırslarıdır. Yazarlarının mantık hatalarını göremeyecek kadar
gözleri kararmış demek ki"
Bir zamanlar bu sitede de yazıları ve tartışmaları
yayınlanan ve halen de okumak isteyenlere açık olan Taylan Kara arkadaş düştüğü
bayırdan aşağı yuvarlana yuvarlana en sonunda TKP denilen hilkat garibesinin
yayın organı “Sol” adlı sitede kendine bir köşe bulmuş. Önceleri makul bir
arkadaş gibi görünüyordu. Hatta edebiyat ve sanat ödüllerine karşı ilk
çıkışlarını, cesur yazılarını bir süre desteklemiştim. Fakat bir noktadan
sonra, giderek saldırgan bir hal almaya ve mantığı zorlamaya başladı
eleştirileri. İlk çıkış noktasının doğrultusunda yürümeye devam etseydi, çok
iyi yerlere varabilecekti. Ne yazık ki, tam tersi yönde ilerledi veya geriledi.
Bir arkadaşımın gönderdiği, 1 Aralık 2017 tarihinde
yayınlanan “Liberal ahmaklık ve bir uyuşturucu olarak ‘fikir özgürlüğü’”
başlıklı yazısı beni pek şaşırtmadı da acı acı güldürdü. Bütün hırslar gibi
yazar olma hırsı da insanları nerelere sürüklüyor, nasıl da mantığını
kaybetmesine neden oluyordu. Bu mantık ve izan dışı yazıyı yayınlayan “Sol”
sitesinin sorumlularına ise artık pek bir şey demeyeceğim. Onları yönlendiren,
genelde politik hırslarıdır. Yazarlarının mantık hatalarını göremeyecek kadar
gözleri kararmış demek ki.
Benim açımdan ve okur açısından oldukça zahmete yol açsa da
Taylan Kara’nın yazısını birkaç noktada ayrıntısıyla ele almak zorundayım.
Çünkü bakış ve mantık yanlışları yazının her satırına sinmiş durumda. Hiç de
sevdiğim bir şey değildir bu, ama işte hayat insanı sevmediği şeyleri yapmaya
da zorluyor. Oysa bu öğleden sonrayı, Arkadaş Yayınları’nın 2008 yılında
bastığı, Anne Applebaum’un Gulag (çev: Ufuk Demirbaş) adlı kitabının
tanıtmasını yazmaya ayırmıştım.
Taylan Kara, yazısının başına, kendisini tamamen yalanlayan,
Rosa Luxemburg’un şu sözünü bir epigraf gibi koyarak başlamış:
“Özgürlük her zaman ve istisnasız farklı düşünene
tanındığında özgürlüktür. (R. Luxemburg, Rus Devrimi,Yazılama yayınları, 2009)
Taylan Kara, Rosa Luxemburg’un tamamen katıldığım bu sözünü
eleştiren tek bir laf etmeden yazısına devam etmiş. Bu acaba R. Luxemburg’a
gizli bir eleştiri midir? Yani Taylan Kara, “yuh be, R. Luxemburg bile ‘liberal
ahmaklığa’ kapılmış” mı demek istemiştir? Eğer bunu demek istemişse Rosa’ya
eleştirisini neden açık açık yapmamıştır? Belki de sağa sola bol bol üfüren
Kara, bu kadarına cesaret edememiştir de, bu alıntıyı kendisine karşı
getirecekleri şimdiden engellemek için yazısının başına koymak yoluna
gitmiştir. Yoksa TKP’lilerin yayınevi olan Yazılama Yayınları’nın kısa yoldan
reklamından yararlanmak isteyen “Sol” editörleri mi bu alıntıyı koydular
özellikle? Aman canım, ben de öküz altında buzağı aramaya başladım.
Taylan Kara, bundan sonra Voltaire’e “mal edildiğini”
belirtmek gereğini duyduğu şu ünlü cümleyi alıntılamış:
“Fikrinize katılmıyorum ama fikrinizi açıklamanız için
canımı veririm.”
Sonra da şöyle bir ara başlık atmış:
“Voltaire böyle bir cümle söyledi mi?”
Hımm, demek bu cümle aslında Voltaire’e ait değil, en
azından kuşkulu bir durum var diye düşünüyorsunuz. Zaten Taylan Kara da
ağzındaki baklayı çıkarıveriyor:
“Voltaire’in böyle bir cümlesi yoktur…Voltaire’in hiçbir
kitabında geçmez.”
Tam, demek ben yıllardır yanlış biliyormuşum, diye düşünmeye
hazırlandığınız sırada, Taylan Kara bu sefer şöyle söyleyiveriyor:
“Bu yalan, Voltaire’in bir papaza yazdığı mektupta bambaşka
bir bağlamda geçen ‘yazdıklarınızdan nefret ediyorum ama yazmaya devam etmeniz
için canımı veririm’ ifadesinden çıkmıştır.”
Burada biraz durmamız gerekiyor. “Yalan” sözcüğü sadece
olgulara ilişkin kullanılır, fikirler için kullanılan sözcük “yalan” değil,
“yanlış” olabilir ancak. Öte yandan, Taylan Kara bu cümlesiyle, yukarıdaki,
“Voltaire’in böyle bir cümlesi yoktur” cümlesini nakzetmektedir. Kara,
“bambaşka bir bağlamda” demiş ama bu bağlamı açıklamadığı için bu deyişi de
tamamen havada kalmış. Yoksa Kara, Voltaire’nin ifadesini kitapta değil de
mektupta geçtiği için yok saymaktan mı yana? “Cümle” ile “ifade” arasında bir
fark olduğunu mu söylemiş oluyor? Öyle olsa bile “yoktur” diye kesin ifadeler
kullanması olacak şey değildir. Kara’nın yazdıklarından hareket edecek olsak
bile, Voltaire’nin cümlesinin “yok” değil, “var” olduğunu bir kere daha görmüş
oluyoruz. Diyelim ki Voltaire’in böyle bir cümlesi yok, otoritelerden bu kadar
korkmaya ne gerek var ki? Rosa Luxemburg’dan kendini nakzeden alıntılar koy,
fakat onun otoritesinden korktuğun için tek bir söz etme. Keza Voltaire gibi
büyük bir ismin manevi otoritesinden korktuğun için tutarsızlık üzerine
tutarsızlık yaparak “var olsa da yoktur” anlamına gelecek saçmalıklara sap.
Oysa ben olsam, Voltaire yanlış söylemiş der geçer, okur ve eleştirmenleri boşu
boşuna akıl yürütmek ve kalem sallamak zorunda bırakmazdım.
Buraya kadarı bir şey değil, hatta sadece girizgâh. Esas
saçmalamalar bundan sonra başlıyor. Konuya şöyle girmiş Taylan Kara:
“Bu ülkede hiçbir iktidar sosyalistlere ‘fikrinize
katılmıyorum ama fikrinizi açıklamanız için canımı veririm’ demedi.”
Tamam da, acaba Taylan Kara’nın özgürlük düşmanı
iktidarlardan böyle bir beklentisi vardı da, hayal kırıklığına mı uğradı? İyi
ya işte, iktidarlar bunu demediyse (ne de olsa özgürlükçü Voltaire ile özgürlük
düşmanı iktidarlar arasında bazı farklar olması gerekiyordu) sadece özgürlüğe
karşı oldukları için dememişlerdir, başka bir nedeni olamaz. Taylan Kara’nın
başından sonuna kadar devam eden mantık çarpıklığı burada ilk kez net bir
şekilde su yüzüne çıkıyor. Eğer iktidarlar, esasında hiç de öyle olmadıkları
halde buna benzer bir cümle etselerdi, Taylan Kara o zaman belki biraz haklı
olurdu. O zaman diyebilirdi ki, “bakın, bunlar böyle söyler ama fiiliyatta
tersine yaparlar.” Oysa Kara, öyle demiyor da, “demediler” diyor. Bu ise sadece
iktidarların özgürlük karşıtlığı konusundaki tutarlılıklarını ortaya koymaktan
başka bir işe yaramıyor.
Bundan sonra Taylan Kara, sanki çok ispatlanmaya muhtaç bir şeymiş
gibi, yukarıdaki özgürlük karşıtı “kuvve”lerini “fiile” geçirerek şöyle diyor:
“ ‘Fikirlerine katılmadıklarını fark ettikleri’ sosyalistler
hapse atıldı, öldürüldü, toplumdan kazındı.”
Taylan Kara, bundan sonra da başka bir sürü örnek vererek
zahmet etmiş, fakat bunlar zaten bilinen şeyler. Yani iktidar sahipleri her
zaman böyle yaparlar. Voltaire’in sözlerini söylemeyenler meşreplerine uygun
davranıp özgürlüklere ve muhaliflere saldırmışlar. Bunda da şaşılacak hiçbir
şey yok.
Taylan Kara’nın mantıksızlıkla malul bütün cümlelerini
buraya alırsak bu yazı bitmez, inanın bana. Onun için, bundan sonra ister
istemez seçme yapmak zorundayım. Yazının ortalarına doğru Taylan Kara bu sefer
şöyle demiş:
“Toplumdaki güç dengesini ve iktidarda kimin olduğunu dikkate
almadan “her görüş özgürce açıklansın ilkesi”savunulduğunda ortada kalacak olan
tek şey iktidarın görüşüdür.”
Mantık çarpıklığının zirve noktalarından biridir bu
satırlar. Görüşlerini istedikleri gibi ortaya koyabilenler kim: İktidardakiler.
Peki görüşleri baskı altında olanlar kim: İktidarın karşında olan görüşler,
öyle değil mi? Peki, böyle bir durumda “her görüş özgürce açıklansın” talebi,
görüşleri yasaklayanların mı işine yarar, yoksa yasaklananların mı?
Affınıza sığınıp ilkokul beşinci sınıf düzeyinde bir örnek
vererek anlatmaya çalışayım: Diyelim ki, bir pazar var. İnsanlar gelip bu
pazarda mallarını sergiliyor ve satıyor. Bazı zorbalar pazara hâkim olmuş,
kendileri dışındakilerin pazarda mallarını sergilemesini ve satmasını
engelliyor. Böyle bir durumda “her pazarcı malını pazarda serbestçe
satabilmelidir” talebi kimin işine yarar? Zorbaların mı, yoksa malını pazara
süremeyenlerin mi?
Zaten Taylan Kara yazıya şaşkın ördek misali tersten daldığı
için sık sık kendini nakzeden şeyler söylemekten geri kalmamaktadır:
“İktidarın fiili özgürlüğü, ‘fikir özgürlüğü’ne sığmaz. Eski
çağlardan bu yana iktidarda olan, elindeki silahlı güç ve propaganda aygıtları
ile zaten muazzam bir ‘ifade özgürlüğü’ne sahiptir… İktidardaki görüşün kendini
ifade etmesi için demokrasiye veya bu ilkeye ihtiyacı yoktur.”
Doğruyu kendisi söylemiş. O zaman “herkese fikir özgürlüğü”
demek, ona ihtiyacı olmayanların değil, ihtiyacı olanların talebidir her şeyden
önce.
Ne var ki, Taylan Kara tersten dalmaya devam ediyor ve
yukarıda söylediklerini bir kere daha nakzediyor.
“Bu ‘fikir özgürlüğü’ ilkesi adı altında iktidarın, kendini
zaten fiilen her yerde ifade edebilenin, güçlünün ifade özgürlüğünü savunmak,
su katılmamış bir liberal ahmaklıktır.”
Bu durumda yeniden belirtmek zorundayım. İktidar “fikir
özgürlüğü”nden zaten yararlandığına göre sınırsız fikir özgürlüğünü savunmak
muhalefete yarar ve iktidarı sıkıştırır. Çünkü onun bu özgürlükten fazla bir
kazancı yoktur ama muhalefetin çok büyük kazancı vardır. Örneğin, “Ülkenin
zenginliklerinden herkes yararlansın” dendiği zaman, bu zenginliklerden zaten
bol bol yararlanan zenginler memnun kalmaz bu slogandan. O zenginlikler
kendisinden esirgenen emekçiler ister bunu.
“Bu ahmaklık, Nazi Almanya’sında Nazilere karşı mücadele
edenleri “Ama Nazilerin de sizin kadar görüşlerini ifade etmeye hakkı var”
diyerek despotlukla suçlayabilir, Nazilerle Nazi karşıtlarını eşitleyebilir,
Nazi karşıtlarının Nazilere karşı mücadelesini “baskıcı” ve “totaliter”
bulabilir. “Naziler sizin görüşünüzü engelliyor ama siz de Nazilerin görüşünü
engelliyorsunuz. Aslında iki taraf da despotik” diyerek ahmaklığın doruğuna çıkabilir…
Nazi Almanya’sında fikir özgürlüğünün anlamı nedir? 1942’de Adolf Hitler’in bir
radyo konuşmasını kesmek, A. Hitler’i bir tartışma programında protesto edip
konuşturmamak fikir özgürlüğünü kısıtlamak mıdır?”
Taylan Kara’nın mantığındaki çarpıklık burada doruğa
çıkıyor. Nazi Almanya’sında özgürlüğün kırıntısını bile bırakmayan Nazilere
karşı mücadele, özgürlük mücadelesidir. Dolayısıyla kimsenin bu mücadeleyi
“baskıcı” ve “otoriter” bulması söz konusu olamaz. Olsa olsa bu saçmalığı
Naziler ileri sürebilir belki ama onların bile aklına böyle “dahiyane” bir
suçlama gelmemiştir. “Naziler görüşünüzü engellemiyor” gibi bir argüman Taylan
Kara’nın dışında kimsenin aklına gelmemiştir bugüne kadar.
Nazi Almanya’sında fikir özgürlüğünün anlamı Nazilerin ezdiği
özgürlükleri savunmaktır. Dolayısıyla bu özgürlükleri savunmak Nazilerin
aleyhinedir. Öte yandan Taylan Kara, aç tavuk kendini arpa ambarında
zannedermiş misali, Nazi Almanya’sıyla ilgili hayaller görmeye başlamış…
1942’de Hitler’in radyo konuşmasını kesmek gibi. Özgürlükler tamamen
bastırıldığından bu imkânsız bir şeydir ama diyelim ki, Hitler’in toplantı
yaptığı masanın altına bomba yerleştiren Claus von Stauffenberg gibi bir
kahraman bunu gerçekleştirmiş olsun, bu eylem özgürlükçü bir eylem olurdu.
Çünkü karşıt fikrin özgürlüğünü savunmak ne kadar özgürlükçü bir tutumsa,
özgürlüğü bastıran tiranı susturmak da o ölçüde özgürlükçü bir eylemdir. Öte
yandan, Hitler’in konuşmasını yarıda kesmekle, iktidarda olmayan Nazi
taraftarlarının propagandasını engellemek aynı şey değildir. Böyle bir şey
yapıldığında, özgürlükçü olunmaz, gelecekteki özgürlük düşmanlığının yolu
açılmış olur.
1980’lerde bir Karl Popper modası başlamıştı. Ben de merak
etmiş, onun Açık Toplum ve Düşmanları kitabını edinip okumuştum. Popper’in
başka eserlerindeki bilimsel alana ilişkin saptamaları gerçekten önemliydi ama
bu kitaptaki siyasi saptamaları beni pek çekmemişti. Dahası, bazı fikirleri,
bırakın çekmeyi, itmişti de. Karl Popper, özet olarak söyleyecek olursam,
gelecekte özgürlüğünü ortadan kaldıracak olanların (örneğin “proletarya
diktatörlüğü” taraftarlarının) özgürlüğünü şimdiden bastırmanın bir zorunluluk
olduğunu ileri sürüyordu.
Taylan Kara “liberalizm”e çok esip üfürüyor ama kendi
özgürlük karşıtı fikirlerinin bu libero-muhafazakâr görüşten pek de bir farkı
yok. Hepsi aynı kapıya çıkıyor: Birilerinin özgürlüğünü şu ya da bu gerekçeyle
elinden almak, bastırmak.
Özgürlüğü bastıran kendi özgürlüğünün bastırılmasının da
yolunu açar.
Özgürlük her zaman ve istisnasız farklı düşünene
tanındığında özgürlüktür.
Bu yazıya daha fazla devam etmek belki mümkündü ama beni
affedin, gerçekten gücüm tükendi. Eskiler bu benim yaptığıma “abesle iştigal
etmek” derlerdi.
(Gün Zileli - 2 Aralık 2017 - www.gunzileli.com - gunzileli@hotmail.com)
Taylan Kara’nın yukarıdaki yazıma bir gün sonra verdiği cevap
aşağıdadır:
GÜN ZİLELİ’YE YANIT
(Okunma: 722 - İnsan bu sitesi)
Gün Zileli’nin yazımla (1) ilgili yazdığı yazıyı (2) okudum.
Normalde yazılarımla ilgili açıklama yapmayı doğru bulmam. Yazıda yazan neyse
odur. Ancak G. Zileli’nin yazısında benim yazıma atfedilen yanlış çıkarımları
açıklamak gerekiyor.
***
1.Bu yazı “fikir özgürlüğü”nü reddetmez. Verilen örneklerde
gösterdiği gibi liberallerin ve Gün Zileli’nin linkteki yazısında savunduğu
şeklini reddetmektedir.
Bu yazının özeti, yazıdaki şu alıntıdır:
“Özgürlük Nazi Almanya’sında Yahudilerin, İsrail’de Filistinlilerin,
Suudi Arabistan’da gayrimüslimlerin ifade özgürlüğüdür.” R. Luxemburg alıntısı
da bunu söyler: “farklı düşünenin, azınlığın, güçsüz olanın, muhalif olanın
fikir özgürlüğü”.
Yazı bunu savunmaktadır. Oysa G. Zileli bunu savunmaz. G.
Zileli “farklı düşünenin” değil “herkes
için fikir özgürlüğü”nü savunmaktadır. O “herkes”in içinde Obama, 500 korumayla
gelen bakan, Kissinger, Vietnam kasabı Kommer de vardır. G. Zileli’nin görüşü
ile bu yazının ayrıştığı temel nokta burasıdır.
Linkteki tartışmada G. Zileli, “Obama’nın fikir
özgürlüğünden söz etmek artık komedidir.” diye yazan bir yorumcuya şu yanıtı
verir (3):
“Böyle bir ayrım yok. İfade özgürlüğü herkes için söz
konusudur. Diyelim ki, bir yerde Obama’nın kendini ifade etmesini engellersen
ona da karşı çıkarım. Bu, benim Obama ile gerçekten mücadele edebilmem için
gereklidir her şeyden önce. Bu kadar zor mu bunu kavramak. Sadece güçsüz
olanların ifade özgürlüğünü savunurum demek, güçsüz olanın ifade özgürlüğünün
kısıtlanmasının koşullarını da yaratırım demekten farksızdır.”
*
G. Zileli’ye şöyle bir eleştiri gelir:
“Bushun ortadoğu teorisyeni Bernard Lewis, emekli olmuş
artık devlet görevi kalmamış milyonların katili Kissinger, vietnam kasabı
Kommer… Brezinski… CIA nın eski şefi… Mantığınıza göre hepsi şu an sadece eli
kalem tutan insanlar, devlet güçleri yok. Hepsinin fikir özgürlüğü var. ..Fikir
özgürlüğü, sadece azınlığın, kendini ifade etmesi sınırlanmış, güçsüz olanınki
ise anlamlıdır. Burada Obamanın fikir özgürlüğünden söz etmek artık komedidir.”
G. Zileli, bu eleştiriyi de yukarıdaki aynı paragrafla
yanıtlar.
*
Oysa yazısında, benim verdiğim Nazi örneklerini çürüteceğim
diye G. Zileli kendisine ters düşmektedir.
“Nazi Almanya’sında özgürlüğün kırıntısını bile bırakmayan
Nazilere karşı mücadele, özgürlük mücadelesidir. Dolayısıyla kimsenin bu
mücadeleyi “baskıcı” ve “otoriter” bulması söz konusu olamaz.”
Kommer’e, Kissinger’a, Obama’ya karşı mücadele neyin nesidir
peki?
Obama’nın konuşma özgürlüğünü savunmasının nedeni “Obama’nın
özgürlük kırıntısı” bırakması mıdır? Bu çerçevede düşünüldüğünde Obama ile
Nazilerin farkı nedir?
*
G. Zileli’ye şöyle bir soru sorulur:
“birkaç yıl önce burhan kuzu ankara siyasal bilgiler fakültesinde
konuşturulmadı. ifade özgürlüğü engellendi, mutlak özgürlük ise onun
konuşturulmaması, yumurta atılması da yanlıştı. öğrenciler sadece protesto
edebilir, sorular sorarak onu zor duruma sokabilirlerdi.
ne düşünüyorsun?
ikincisi mesela abdurrahman dilipak ya da abdulkadir selvi
gibi yazı yazzarak hükümeti destekleyen isimler için de bu özgürlüğü
istiyorsun, bunu anlıyorum yazdıklarından. mesela gezi direnişi sırasında
dilipak gezi parkına gelip camide içki içildiğini, kabataşta başörtülü bacımıza
saldırıldığını söylemek istese buna ne tepki verirdin? pratikte ne olurdu.”
G. Zileli’nin yanıtı aşağıdaki gibidir:
engellenmesine her durumda karşıyım. Orhan (burhan) Kuzu
sorularla sıkıştırılmalı ama konuşması engellenmemeliydi. tabii ki, onun bu soruların
sorulmasına ne kadar izin vereceği ayrı bir konu. Eğer bunu engellemek isterse
kendisinin konuşturulmaması da ifade özgürlüğü açısından bir gerekliliktir.
aynı şeyi Dilipak için de söyleyeceğim. diyelim ki, Dilipak Gezi’ye geldi ve
bilinen iftiralarını yaptı. Onu orada sorularla ve karşı konuşmalarla bir güzel
sıkıştırmak varken konuşmasını engellemek yanlıştır. Böyle örnek bir tutum
gezi7nin özgürlükçülüğüne ve yeni bir toplum vaadine uygun olurdu. kaba saba
yasakçılığın doğru olabileceği hiçbir durum yoktur.
Yazımı eleştirdiği yazısında ise bu söylediklerinin zıddını
söyler:
“Çünkü karşıt fikrin özgürlüğünü savunmak ne kadar
özgürlükçü bir tutumsa, özgürlüğü bastıran tiranı susturmak da o ölçüde
özgürlükçü bir eylemdir. “
*
G. Zileli, 500 korumayla gelen bakanın konuşmasını, bu bakan
özgürlükçü olduğu için mi savunmaktadır? Yok eğer bu bakan “özgürlüğü bastıran
biri” ise onu konuşturmayan öğrencilere niçin laf etmektedir?
***
2. Hiçbir teorik tartışmaya girmeksizin şunu söyleyeyim:
Örneklerde de görüldüğü gibi G. Zileli’nin “fikir özgürlüğü”
anlayışının pratik sonucu Obama’nın, 500 korumayla gelen bakanın fikir özgürlüğüdür. Herkes için eşit
olanakların olmadığı bir dünyada “HERKES için fikir özgürlüğü” bir palavradır.
Tutarlı bir ilkeymiş gibi görünen “herkes için fikir
özgürlüğü” anlayışınızın pratik sonucu asla “HERKES için fikir özgürlüğü”
olmamış, daima fikrini “zaten sınırsızca ifade edenlerin özgürlüğü”
olagelmiştir.
*
Gün Zileli, 500 korumayla gelen bakanı sorularla sıkıştırmayı
önermekte , “bunu engellemek isterlerse kendisinin konuşturulmaması da ifade
özgürlüğü açısından bir gerekliliktir”
diye yazıyor.
Burada, “Auschwitz tatsızlığı ve sorularla terleyen Naziler”
başlıklı yazıyı öneriyorum (4).
Eminim G. Zileli’nin de haberi olmuştur. Bu protesto için 11 öğrenci için 4 yıl
hapisle yargılanmış, 2 öğrenci 6 ay hapis cezası almıştı (5,6). Okul idaresinin
öğrencilere verdiği uzaklaştırma ve disiplin cezalarını ise saymıyorum.
G. Zileli’nin mantığına göre milyonlarca insanın katili
Bush’a ayakkabı fırlatarak onu konuşturmayan gazeteci Muntazar El Zeydi
“Bush’un fikir özgürlüğü”nü çiğnemiştir.
Zileli’ye göre El Zeydi’nin yapması gereken şey onu
konuşturmak ve sonrasında da kendisinin konuşmasıdır. Ya konuşturmazlarsa? Tutuklarlarsa
(7)?
Çünkü Zileli için:
“Özgürlükte görecelik diye bir şey olmaz. O somut anda ağzı
tıkanan kim, ben ona bakarım. Yoksa 300 kanalda konuşurmuş, beni bu
ilgilendirlmez. ilke ilkedir. Görecelik olmaz.”
*
Kısacası G. Zileli’nin “fikir özgürlüğü” anlayışı ile bu
yazıda savunulan anlayış birbirinden tamamen farklıdır. G. Zileli’nin savunduğu
“Herkes için fikir özgürlüğü” pratikte güçlünün, kendini zaten ifade edebilenin
özgürlüğüdür.
Oysa bu yazıda
“herkes için özgürlük” ifadesinin bir palavra olduğu örneklerle
gösterilmiş ve özetle “fikirler arasında ayrım yapılmalıdır” denmektedir.
Çünkü fikir özgürlüğü “herkes için” değil, “azınlığın,
farklı olanın, muhalefetin” fikir özgürlüğüdür.
R. Luxemburg’un dediği gibi
“farklı olanın” özgürlüğüdür. Farklı olan Obama, Bush ya da 300 korumalı
bakan değildir.
Bu ayrım temel bir ayrımdır.
***
3. G. Zileli pazarcı örneğini vermiş.
“Diyelim ki, bir pazar var. İnsanlar gelip bu pazarda
mallarını sergiliyor ve satıyor. Bazı zorbalar pazara hâkim olmuş, kendileri
dışındakilerin pazarda mallarını sergilemesini ve satmasını engelliyor. Böyle
bir durumda “her pazarcı malını pazarda serbestçe satabilmelidir” talebi kimin
işine yarar? Zorbaların mı, yoksa malını pazara süremeyenlerin mi?”
G. Zileli’nin mantığından yanıtlayayım. “Herkes malını
satsın” sözünün zorbalar üzerinde hiçbir etkisi yoktur, olmamıştır. Zorbanın
gücü varsa zaten diğerlerini engellemektedir. Bu ilke, sadece “zorbalığa
uğrayanların üzerinde” etkilidir. Zorbaya direnen olduğunda, pazarda belli bir
yerde zorbaya karşı çıkıp zorbaları engelleyenlere G. Zileli şöyle der:” lütfen
zorbaları engellemeyelim, herkes pazarda malını satabilmelidir”. G. Zileli’nin ilkesi, zorbaların zorbalıklarını
pekiştirici, direnenlerin direnişini kırıcı bir etki yapmaktadır.
***
4. Voltaire’e mal edilen cümlenin onun olduğuna dair hiçbir
sağlam kanıt yoktur. Bu cümlenin temel kaynağı, Voltaire’in ölümünden tam 128
yıl sonra biyografisini yazan Evelyn Beatrice Hall’den ibarettir. Voltaire’in
kitaplarında geçmez, aktarımlarında yoktur.
Hall’ın kitabında, bu ifade tırnak işareti içinde
geçmektedir. Bu nedenle Voltaire’in söylediği yanılgısına düşüldüyse de,
aslında yazar bir özet geçtiği için tırnak içine almıştır. Hall, 1935 yılında
Sunday Review’a bir açıklama yapmıştır. Bu açıklamasında, aslen Voltaire’in
“Kendinizi düşünün ve diğerlerinin de bu ayrıcalığa sahip olmasına izin verin.”
sözünü özetlerken bu sözcükleri kendisinin seçtiğini belirtmiştir (8,9). Yazının
ana konusu bu olmadığından detay verilmemişti ancak detayları merak eden
okurlar linklere bakabilir, başkaları da var.
Yazıda, iddianın çıktığı kaynağı belirtmek amacıyla mektup
bilgisi verilmiştir.
Kısacası bu sözün Voltaire’e ait olduğu görüşü sadece bir
iddiadır, kanıtı yoktur. Yokluk kanıtlanamaz, varlık kanıtlanır.
***
5. Konu sadece teknik anlamda “bir cümle Voltaire’e ait
midir?” olsaydı, bunu ifade ederken “yalan” yerine “yanlış” sözcüğü daha doğru
olabilirdi; Gün Zileli’nin bu eleştirisi doğrudur.
Ancak konu, pratik çıktıları son derece tehlikeli, “şişede
durduğu gibi durmayan” bir aktarımdır.
Bu “yanlış” aktarımla bu ülkede bir refleks kırıldıysa, Fethullahçılık
ve siyasal islam meşrulaştırıldıysa o artık bir “yanlış” değil “yalan” hatta ve
hatta “koca bir yalan” olur.
***
6. “Voltaire’in manevi otoritesinden korkmak, otorite,
cesaret edememe” vs. Bu tür yakıştırmalar tamamen G.Zileli’nin yanlış
çıkarımlarıdır. Yazıyla ilgisizdir.
***
7. R. Luxemburg alıntısını Solportal editörleri değil
yazının yazarı olarak BİZZAT BEN koydum.
Yazıyla ilgisini 1. maddede açıkladım. “Yazılama yayınlarının kısa
yoldan reklamından yararlanmak isteyen Sol editörler” ifadesine yanıtı ise yine
G. Zileli vermiş : “öküz altında buzağı aramak”…
Benim yanıtım ise sadece şu olacak:
“Pes”!
Bu negatif bakışın, bu “nereden laf çaksam” tavrının
kaynağını anlamakta zorlanıyorum.
***
8. G.Zileli’nin yazısında şu cümleler geçmektedir:
-“düştüğü bayırdan aşağı yuvarlana yuvarlana en sonunda TKP
denilen hilkat garibesinin yayın organı “Sol” adlı sitede kendine bir köşe
bulmuş. “
-“giderek saldırgan bir hal almaya ve mantığı zorlamaya
başladı eleştirileri.”
-“sağa sola bol bol üfüren Kara, bu kadarına cesaret edememiştir
“
Yazdığım her cümlenin, iddianın kaynağı yazının altında
belirttiğimi, yazılarımı takip eden okurlarım bilir. Bu tür ifadeler
yakışıksızdır, fikir tartışmasını zedeleyen bir üsluptur. Ayıptır. Bir yazara yakışmaz. Hiç kimseye
yakışmaz.
Konuyu bu kadar kişiselleştirmek, tartışma zemini
oluşturacak bir üslup değildir. Bu nedenle bu yazıyı tartışma açmak için
yazmadım.
Bu yanıtı okuyanlar için yol gösterici olması açısından
yazma gereği duydum. Benim yazımı ve G. Zileli’nin yazısını okuyan okurların
değerlendirmesine sunarım.
Saygılarımla
Taylan Kara
taylankara111@gmail.com
Kaynaklar
1.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/liberal-ahmaklik-ve-bir-uyusturucu-olarak-fikir-ozgurlugu-219210
2. http://www.gunzileli.com/2017/12/02/fikir-ozgurlugunu-kim-savunur-kim-savunmaz/
3.
http://www.gunzileli.com/2014/12/25/orhan-pamuk-olayindan-hareketle-mutlak-ozgurlukten-yana-degilseniz/#ixzz507u0lrHK
4. http://www.insanbu.com/eski/a_haber2a9a.html?nosu=1037
5. http://www.haber7.com/ic-politika/haber/767842-burhan-kuzuya-yumurtaya-4-yil-hapis
6.
http://www.ulusal.com.tr/m/gundem/kuzuya-yumurta-atan-11-ogrenci-beraat-etti-h18302.html
7.
http://bianet.org/bianet/bianet/111377-busha-ayakkabi-firlatan-gazeteci-el-zeydi-yalniz-degil
8. https://quoteinvestigator.com/2015/06/01/defend-say/
9. https://www.wikizero.com/en/The_Friends_of_Voltaire