Kadın Sağlığı Hareketinden Sesler isimli devasa derlemenin
ikinci cildi, Nisan ayında, Ayizi Yayınları tarafından yayınlanacak. İlk cildi
2014 yılında çıkan bu derleme, beden politikalarının somut görünümlerine
ilişkin son derece ilham verici bir çalışma. Meselenin Michel Foucault ya da
Judith Butler’la değil de vajinamızla, göbeğimizle, saçlarımızla, cinsel
şiddetle yahut ilaç şirketleriyle ilgili olduğunu hatırlatıyor. İlk cilt daha
çok kadın sağlık hareketinin tarihi, doğumun medikalizasyonu, doğum kontrolü
meseleleri ve annelik etrafında dönüyordu; bu kez “Seks” bölümüyle başlıyor,
“Psikoloji ve Kadınlar”, “Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar”, “Yaşamın Sonu
Meseleleri” gibi bölümlerle daha geniş bir alana yayılıyor. İki cilt de
korkutucu hacimlerine karşılık, çok sayıda ve farklı “dillerde” yazılmış
bölümden oluştuğu için, her meraktan okurun ilgisini çekebilecek nitelikte.
Kitaptan tadımlık olarak yazar Elaine Weiss’ın “Suistimalci
Bir Partneri Terk Etmemenin Elli Yolu”* adlı yazısını 5Harfliler’in sevgili
yazarı Biray Anıl Birer‘in çevirisiyle paylaşıyoruz.
Suistimalci Bir Partneri Terk Etmemenin Elli Yolu
Ev içinde istismar; işsiz kocası birasını içip mobilyaları
sağa sola fırlatırken çürükler içinde kalmış, depresyona girmiş, çekingen bir kadının
evin içinde parmak ucunda yürümesi görüntüsünü akla getiriyor. Aile içi
şiddetin gerçek dehşetiyse şudur: İstismarcı bir evliliği olan kadınlar, herkes
gibi görünür. Bana benzerler.
Ben doktor bir baba ve üniversite eğitimi almış bir annenin
çocuğuyum. Yahudilik, okuma yarışmasına seçilen ilk öğrenci ve voleybolda
seçilen son oyuncu olacak kadar kimliğime işlemişti. En iyi kız arkadaşlara
sahiptim. Erkek arkadaşlarım da vardı; çoğu satranç oynayan ya da klarnet
çalan, gözlüklü Yahudi çocuklarıydı. Üniversitedeki ikinci yılımda onlardan
birine âşık oldum. 1967 yazında evlendik. Sekiz yıl, yedi ay ve yirmi bir gün
sonra onu terk ettim.
Yirmi yılımı o evliliğin dokusunu oluşturan fiziksel ve
sözlü istismarın sıkıca örülmüş iplerini sökmekle uğraşarak geçirdim. Neden
uğraşıyorsun ki? Neden sadece ayrılmayı göze alabilecek cesareti bulduğun için
minnettar olmuyorsun? Çünkü hâlâ kâbuslar görüyorum. Çünkü Carousel ne kadar
güzel olursa olsun Billy Bigelow’u Julie Jordan’a vururken izleyemiyorum– ve
kadının onu affetmesini de. Çünkü Charles Boyer’in Ingrid Bergman’ı metodik bir
şekilde ve yavaş yavaş çıldırttığını görünce ağlıyorum. Çünkü O. J. Simpson’un
gözaltına alınmasının ardından güzellik salonunda bir kadının “Biliyor musunuz,
istismara izin veren kadınlar en az onları istismar eden erkekler kadar
hastadır. Ona elini ilk kaldırdığında terk etmeliydi. Ben olsam öyle yapardım”
dediğini duydum.
Terk etmeliydi – istismar gören kadınlara düşünmeden
verdiğimiz cevap. Anne Frank ve ailesine saklanmaları için yardım eden Miep
Gies, Amsterdam’da şunu duymuş. “Bu korkunç şeyler Yahudilerin başına
geliyorsa, çok kötü bir şeyler yapmış olmalılar.” Günümüzde kadını doğrudan
suçlamamamız gerektiğini biliyoruz; onun yerine terapi görmeliydi diyoruz.
Polise haber vermeliydi. Hakkını savunmalıydı. Daha yumuşak başlı olmalıydı.
Yani sanki ilişkinin neden olduğu acı yetmezmiş gibi, bir de kadınlara suçun onlarda
olduğunu söylüyoruz. Kadın ‘yapmalıydı’yı duyuyorlar – asla erkek
‘yapmalıydı’yı değil. “Ona karşı durmalıydı” var – ki ideal olarak bunu yapmalı
– ama “istismarcı olmayı bırakmalıydı” asla yok.
Kolay olmadığını biliyorum. Kadınlara şiddet uygulayan
erkeklerin de acı çektiğini biliyorum. Bu davranışlarının kontrolü ellerinde
tutmak için umutsuz bir çaba olduğunu biliyorum. Duramadıklarını ve profesyonel
yardıma ihtiyaçları olduğunu biliyorum. Tıpkı alkoliklere ve madde
bağımlılarına anlayış gösterdiğim gibi onlara da anlayış gösteriyorum. Artık
eski kocama karşı öfkeli değilim (bunu başarmak yıllarımı aldı). Ama “kadınlar
neden çekip gitmiyor?”u her duyduğumda şiddetle ve hararetle öfkeleniyorum.
Benim için bu söz, bir tren kazası kurbanına “neden o sabah işe arabayla
gitmedin?” diye sormak kadar anlamsız. İşte benim cevabım.
Terk etmedim, çünkü istismarın benim gibi kadınların başına
gelmemesi gerekiyordu. 1967’de eş istismarı ifadesi yoktu. Kimse bunun
varlığını kabul etmediği için kimse bu iki kelimeyi bir araya getirmeyi akıl
etmemişti. Veya gerçekleşse bile, bu yalnızca işsiz alkoliklerle evlenen
eğitimsiz kadınların başına gelirdi. Elbette ki, Weschester County, New York’lu
tatlı Yahudi kızların başına gelmezdi; onlar üniversiteye gider, iyi Yahudi
çocuklarıyla evlenir ve bir aile kurardı. İstismar konusunda endişelenmelerine
gerek yoktu, çünkü Yahudi erkekleri eşlerini dövmez. O yüzden istismar
başladığında – evliliğin ilk haftasında – olanları ifade edebilecek hiçbir yol
yoktu elimde.
Terk etmedim, çünkü benim suçum olduğunu düşünüyordum.
Evlilik deneyimim, nezaket ve sevgiye tanık olduğum anne ve babamın evinde
geçen on yedi yıldan oluşuyordu. Evliliğim onlarınkinden bu kadar uzaksa, bir
şeyleri yanlış yaptığımı varsaydım. Kocam beni duvara savururdu – sonra da beni
“onu dolduruşa getirmek”le suçlardı. Gece yatağımda yatarken yanlış yaptığım o
anı bulmaya çalışırdım. Ve her zaman aradığımı bulurdum. Akşam yemeğinin iğrenç
olduğunu söylediğinde gülüp geçmeliydim. Bana şişko mankafa dediğinde onu
duymazdan gelmeliydim. Başka kadınlarla yatmak istediğini söylediğinde
ağlamamalıydım – ve bu hoşuma gitmiyorsa, güvensiz ve mütehakkim biri
olmalıydım.
Terk etmedim, çünkü ilişkiyi tamir edebileceğime
inanıyordum. Sevgililik dönemimizde hassas ve şefkatliydi. Bana dünyadaki en
harika “kız” olduğumu söylerdi. Dolayısıyla ben de bir zamanlar sevgi dolu
erkek arkadaşım olan adamın imgesine sıkıca tutundum. Bana değiştiğimi, artık
evlendiği saf, parlak kız olmadığımı söyledi – ve ben de onun haklı olduğunu
düşündüm. Aklı başında insanlar kışkırtma olmadan aniden şiddet eğilimi
göstermediği için, onu kışkırtıyor olmalıydım. Doğru yolu bir bulabilsem, bana
tekrar iyi davranacak diye düşünürdüm.
Terk etmedim, çünkü kendi kendime aşırı tepki gösterdiğimi
söyledim. Evet, ara sıra karnıma yumruk atar ya da boğazımı sıkardı – ama en
azından gözümü morartmıyor ya da kolumu kırmıyordu. Evet, sokakta obez bir
kadına işaret edip “senin popon onunkinden de büyük” demekten zevk alırdı – ama
herhalde benim de biraz kilo vermem gerekiyordu (o zamanlar, şimdi olduğum gibi
6 bedendim). Evet, uzun, sarışın, balık etli ve uzun bacaklı bir başka kadını
gösterip beni “Sen neden böyle görünmüyorsun?” diye azarlardı. Ama
1960’lardaydık, Beach Boys hepimizin California kızları gibi olmasını diliyordu
ve belki de ufak tefek bir kumral onlar kadar çekici bulunmayı hayal bile
etmemeliydi. Evet, bazen uyurken yüzüme bir yastık koyardı, sonra da yarı
boğulmuş halde uyandığımda mesafeli bir ilgisizlikle beni izlerdi – ama rüya
görüyor olmalıydım, değil mi?
Terk etmedim, çünkü hikâyemi anlatacağım ve “Sorun sen
değilsin – sorun o. Doğru davranmanın bir yolu yok, çünkü umutsuzca hata
yapmana ihtiyaç duyuyor” cevabını alacağım hiçbir yer yoktu. Herkes Yahudi
erkeklerin eşlerini dövmediğini bildiği için konuyu bir hahama hiçbir zaman
açmadım. Onun yerine bir psikiyatra gittim. Kocamın davranışlarını tam olarak
anlatmak için uygun kelimeleri bulmaya çalıştım: Benden önce bir kapıdan
geçiyor ve kapının geriye savrulup bana çarpması için onu özellikle daha da
sert itiyor. Bana o kadar çirkinsin ki artık yeni lakabın çirkin ördek diyor.
Sanki durmadan yumurta kabukları üzerinde yürüyormuşum gibi hissediyorum.
Psikiyatr kocamın bensiz yapamayacağı konusunda ısrar etti, onun iyi davranmak
isteyeceği türden bir eş olmanın bir yolunu bulmam gerektiğini söyledi. Bu
adamı her hafta ziyaret ederek iki yılımızı harcadık. Hiçbir şey değişmedi.
Terk etmedim, çünkü bir yalanı yaşamaya alışmıştım. Sevgi
dolu görünümümüzü sürdürmek ikimizin arasında gizli bir komplo haline gelmişti.
O buna “kirli çamaşırları havalandırmamak” adını verdi ve ben de bunu kabul
ettim. Ne de olsa, davranışının suçlusu bendim ve onu mutlu edebilsem bana iyi
davranacaktı. Kocasını mutlu etmeyi bilmeyen bir eş – neden bunun herkes
tarafından bilinen bir şey haline gelmesini isteyeyim ki? Bu maskaralığa razı
oldum ve rolümü çok iyi oynadım. Muhtemelen bu da onu terk ettiğimde insanların
bu kadar harika bir evlilikten ne diye kaçtığımı anlamamasını açıklıyor.
Ve sonra bir gün terk ettim. Tamamen yabancı biri bu süreci
hızlandırdı. Kocam prestijli bir New York hukuk firmasında çalışıyordu ve ben
de Columbia Üniversitesi’nde lisansüstü eğitimime başlamıştım. Bir akşamüstü
şehir merkezindeki bir yaya geçidinde dururken, teraslı çatısında muhteşem bir
bahçesi olan sevimli, eski bir bina gördüm. “Şu bina çok güzel, değil mi?”
dedim. “Hangisi?” dedi dudak bükerek; “sokaktaki diğer tüm binalara tıpatıp
benzeyenden mi bahsediyorsun?” Yanımızda duran bir kadın aniden bize döndü.
“Biliyor musunuz, aslında karınız haklı. Bina güzel – ve siz de ahmağın
tekisiniz.” Işık yeşile döndükten sonra kadın uzaklaşırken bu adamın asla
değişmeyeceğini fark ettim. Bir yıl geçmeden de onu terk edeceğimi
açıklamıştım.
Evet, onu terk etmem için bu tek karşılaşmadan daha fazlası
gerekti. Öğrenci arkadaşlarım, yakın dostlarım oldu. Profesyonel ve kişisel
başarılar sayesinde kocamın istismarını üzerimden atmak daha kolay hale geldi.
Evliliğin sona erdiğini ona söylediğim gün (yirmi sekizinci doğum günümdü),
ağladı ve onunla kalmam için yalvardı. Değişeceğini söylerken yeminler etti.
Kuracağımız yeni hayatın cennet gibi bir resmini çizdi. Ama sesi kulaklarıma
erişmiyordu bile.
Ben şanslılardan biriyim. Beni tehdit etmedi. Takip edip
rahatsızlık vermedi. Beni öldürmedi. Bazı erkekler bunları yapıyor. Şansı yaver
gidenlerdenim. İntihar etmedim. Evsiz kalmadım. Huzuru uyuşturucu ya da alkolde
aramadım. İstismarcı ilişkiler zincirine girmedim. Bazı kadınlar bunları
yapıyor.
Onun yerine doktoramı tamamladım ve başarılı bir danışmanlık
işi kurdum. Yeniden evlendim. Kocam ve ben güçlü bir evliliğe ve shalom bayit’e
– evde huzura – sahibiz. Hayat güzel. Ama hâlâ kâbuslar görüyorum. Hâlâ
kadınlara şiddet uygulanan filmleri izleyemiyorum. Ve hâlâ biri “bu kadınlar
neden çekip gitmiyor?” diye sorduğunda şiddetli bir acı hissediyorum. Ve daima
da hissedeceğim herhalde.
***
Kitabın “Seks” başlıklı bölümünden bir başka tadımlık yazı
burada, “Yaşamın Sonu Meseleleri” başlıklı bölümden bir diğer yazı da burada.
*Elaine Weiss, “Fifty Ways Not to Leave an Abusive Spouse”
[Suistimalci bir Partneri Terk Etmemenin Elli Yolu], Hadassah, Aralık 1998.
İzin alınarak yeniden basılmıştır.
Kadın Sağlığı Hareketinden Sesler
Derleyenler: Barbara Seaman, Laura Eldridge
Çevirenler: Biray Anıl Birer, Gül Varlı Karaarslan, Selma
Koçak, Nagehan Tokdoğan
Yayına Hazırlayanlar: Selma Koçak, Gül Varlı Karaarslan
(http://www.5harfliler.com/suistimalci-bir-partneri-terk-etmemenin-elli-yolu/ - Ana görsel: Peter Horvath, İzometrik)