SEÇİMDEN ÖNCEKİ SON SEÇİM: KAYBEDEN ELENİR!
Hayalperestlikle umutlu olmak arasındaki ince çizgide ‘böyle
giderse’ kuvvetle muhtemel 9. yenilginin ardından, muhalifler açısından trajik
bir ‘balkon konuşmasına’ şahit olacağız. Şok etkisi yaratacak kimi tasvirler
ise zamanla alışkanlığa dönüşecek. Başkan Recep Tayyip Erdoğan, Taksim
Camii’nde namazdan çıkıp, İstiklal Caddesi’ni hıncahınç dolduran kitlesine
seslenecek. Rejim değişikliği, kendinden olmayana ‘nefes alma imkânı bile
sunmayan’ eli sopalı otoriter bir sistemle bütünleşip kurumsallaşacak.
Hanedanlık modeli
Henüz inşaat halindeki Taksim Camii’nin sık sık tepeden yeni
görüntüleri servis ediliyor. Erdoğan’ın dilden dine ‘revizyon’ ifadeleri
çoğalıyor. Afrin’i, Çanakkale ile kıyaslıyor, İstiklal Marşı’nın güftesini
sözleri kadar beğenmediğini dile getiriyor. Mehter benzeri bir marş için
görevlendirme yapıyor. Erdoğan’a yasama, yürütme ve yargıyı bir elinde tutması
yetmiyor. Yaşam tarzı, ahlak ve dine de format atarak, bunları da diğer elinde
toplamak istiyor. Ne devlet ne de ahlak başkasının tekelinde olabilecek seyler
değil artık; bunun adı Hanedanlık modeli.
Ucube düzen inşası
Taksim Camii ve İstiklal Caddesi, siyasi İslam ile neo
liberalizm kırması ucube bir düzenin inşasıyla örtüşen anlamlı örnekler,
semboller. Çünkü yasallaşması için son hazırlıkları yapılan rejim sadece yaşam
tarzlarına artan müdahale olmayacak, sınıfsal anlamda köleliği de
resmileştirecek. Erdoğan’ın kafasındaki, modeli ‘Sultanizm’ diye tanımlayanlar
var. Uygun düşüyor. ‘Sultanlık rejimi’ isteği aynı zamanda Türkiye sağ
siyasetinin, koyacağı büyük notayı da temsil ediyor. ‘Sultan’ ödeşecek. Bu
anlamda akıl almaz şeylere tanıklık etmemiz olası.
Yaşam tarzını da işçi sınıfını da silecekler
Misal bir Cuma günü Taksim gül suyuyla yıkanacak. Böylece,
‘sözüm ona’ eğlencenin, rakı kadehinin izleri, ‘öteki’, LGBTİ’nin Onur Haftası
Yürüyüşleri, 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü kalabalığı ve Gezi korkusu silinecek.
Bundan başka İstiklal’de sermayeye peşkeş çekilen binaları, parayla takas
edilen yeşil alanları altın vuruşla ve büyük bir şovla taçlandırmaları mümkün.
Belki bir Ramazan günü, caddeye boydan boya görgüsüz masalar kurup, sermayenin
önde gelen temsilcilerine zemzem suyu ikram edecekler. “Burası artık işçiden,
sendikadan, direnişten, 1977 yılının 1 Mayısı’ndan çok uzak bir yer” mesajı
verecekler.
Kaybetme şansı yok
Erdoğan iktidarı el yükseltiyor, algı ölçüyor, sembolleri
kullanarak son hazırlıklarını tamamlıyor. AKP ve Erdoğan, Süleyman Demirel
tarafından sarf edilen ve Türkiye siyasi tarihi hafızasına kazınan “Şapkamı
alır giderim, isterlerse yine gelirim’ repliğinden de masumiyetinden de uzak.
Kendisi açısından kazanmaktan başka seçeceği yok. Erdoğan bu nedenle kendini
her daim uyanık tutuyor. Ancak topluma yön vermesi gerekenler, büyük bir
muhalefet kitlesini temsil edenler derin uykuda. Hayalperestlikle umutlu olmak
arasında ise keskin bir ayırım var.
Hep kaybetti
Ana muhalefet lideri ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu
emin, sakin. Ancak duruşunun kimseyi tatmin etmesi mümkün değil.
Oy hırsızlığı yasallaştı
‘Sakin ve kendinden emin duruşun’ tatmin edici olmayışının
ikinci ve daha önemli nedeni; iktidar ve küçük ortağının el birliği ile
seçimlerde oy hırsızlığını yasallaştırmış olması. Pek çok uygulama gibi
geceyarısı, tekme tokat Meclis’ten geçirilen 7102 sayılı ‘ittifak yasası’nı Cumhurbaşkanı
imzaladı. Bilindiği gibi zarflar ve pusulalar mühürsüz olsa da kabul edilecek,
yüzde 10’u dahi geçemeyen herhangi bir parti ittifakla Meclis’e girecek. Aynı
binada oturanların farklı sandıklarda oy kullanacak, komşu denetimi ortadan
kalkacak. Sandık başında iktidarın ağırlığı artacak, Valiler sandıkların yerini
değiştirebilecek, kolluk görevlileri dilediğini sandık başından
uzaklaştırabilecek.
İki seçim arasında 602 kişi öldü
Henüz Kılıçdaroğlu’nun CHP İstanbul Belediye Başkanı olarak
girdiği 29 Mart 2009 yerel seçimi sonrasındaki tepkiler dikkat çekiciydi:
“Bilgisayar sistemi çökmüş, elektriklerde kesilmeler oldu. Bu tablo bizi
rahatsız ediyor, endişeliyiz.” Bu sözler bizzat CHP’li Kılıçdaroğlu’na aitti.
Sonraki seçimlerdeki “sandıkları terk etmeyin” uyarıları gibi. 30 Mart 2014
yerel seçimlerinde, ‘trafoya kedi girdi’, 7 Haziran’la başlayıp, 1 Kasım’la
devam eden ‘kanlı seçim sürecinde’ ise sadece oylar değil insanların yaşamları
da çalındı. İnsan Hakları Derneği (İHD), iki seçim arasında “sivil, asker,
polis, gerilla olmak üzere beş ayda toplam 602 kişinin yaşamını yitirdiğini”
açıkladı.
Mevziler kaybedildi
16 Nisan 2017 referandumu ise iktidar tarafından adeta
‘mühürsüz seçimlerin’ test aşamasıydı. YSK şaibeli seçimi saydı; muhalefet
kazanırken kaybetti. Önemli bir detay şuydu. Seçim sonrası halkın beklentisi
gibi HDP’nin CHP’ye teklifi de benzerdi. Kılıçdaroğlu’na, toplumsal
birlikteliği bir arada tutmak için seçim protestosu önerildi ama kabul görmedi.
Cevap açıktı: “Kanunlar çerçevesinde kalacağız.” Kanunsuzluğun kaynağının
iktidar, toplumsal muhalefet ve karşı koymanın hak olduğu unutuldu.
Bir bildiği mi var?
Hatırlatmalar; “Her ne olursa olsun seçimi kazanacağız, sel
olup akacağız, oylarımıza sahip çıkacağız” açıklamasına istinaden. CHP’nin oy
ortalaması 7 seçimde yüzde 26’yı geçmedi, ‘oy hırsızlığı yasal halde değilken
bile’ her türlü hile, şaibe dahası, istikbal korumak için ‘kaos’ bile göze
alındı. Bu şartlar altındaki bu ifadeler ise bu nedenle tamamen destekten
yoksun, karşılıksız. Kimi zaman ise “Herhalde Kılıçdaroğlu’nun toplumun,
aydınların hesaplayamadığı başka bir öngörüsü var” dedirtiyor.
Boykot tartışmaları
‘Keşkeler’ yerine projeler lazım. 7102 sayılı ‘ittifak
yasası’ kaçırılan trenlerden biri oldu. Seçimde boykot, yapılmasa dahi iktidarı
uyarmak açısından önemli bir silah olarak dillendirildi. Bu önemli. Bu arada
bunlar zaten çalacak diye ‘sandığa gitmemek’ de doğru tavır değil. CHP’li İlhan
Cihaner Meclis boykotu yapmayı önerirken seçim boykotunu ise bir silah olarak
görüyor: “İktidarın yönetmek için hala meşruiyete ihtiyacı var. Hukuki ve
siyasi meşruiyeti ortadan kalkmış bir iktidar sadece şiddetle baş başa kalır.
Ve salt şiddetle ülkeyi yönetemez. Yönetmeyi denese dahi bunu sürdüremez.
Türkiye’de bir demokrasi varmış gibi davranarak, o meşruiyeti iktidara biz
vermiş oluruz. Boykotun yuttaşlar idin siyasi bir alternatif üzerine düşünülmesi
gereken bir fikir olduğuna inanıyoruz. Eğer asgari adil ve güvenli bir atmosfer
sağlanmazsa seçimler boykot edilmeli.”
Aslında seçim öncesi bir seçim daha var!
Türkiye’nin 2019’a kadar ‘seçim güvenliği’ ile yatıp
kalkması, suni gündemlerin peşine takılmaması lazım. İş ne kadar ciddi?
‘Kimsenin kaybetme şansının olmadığı’ bir seçim dayatıldı. Türkiye, belki de
tarihinin en kritik sınırında. Aslında seçim öncesi, bir seçim daha var.
‘İttifak yasasının iptali için’ mücadeleye hazır durumdaki çoğunluğu örgütlemek
mümkün. Boykot hala bir seçenektir. ‘Mış gibi’ yapmaya devam etmek, topluma
sahte hayaller pompalamak, aynı zamanda AKP’ye ‘zarf atmaktır’ ki; o ucube
düzeni acımadan hayatımızın ortasına inşa ederler.
(ERK ACARER – BİRGÜN - 17.03.2018)