AKP’nin harcını karmış olanlar “16 sezondur izlediğimiz dizi”nin kadrosundan geldi geçti, çıktı, çıkarıldı. İlk sezondan bugüne ise değişme...
AKP’nin harcını karmış olanlar “16 sezondur izlediğimiz
dizi”nin kadrosundan geldi geçti, çıktı, çıkarıldı. İlk sezondan bugüne ise
değişmeyen tek aktör var: Erdoğan…
TEK KİŞİLİK OYUN: AKP
AKP denen siyasi oluşumun harcını karmış olanlar; sonrasında
bünyesine katılıp yıllarca emek vermiş olanlar; onlardan da sonra ortaya çıkıp
daha “taze” bir iştahla bu iktidar makinesinin parçası olmayı arzulamışlar...
Hepsi, “16 sezondur biteviye izlediğimiz dizi”nin
kadrosundan geldi geçti, çıktı, çıkarıldı. AKP bugün neredeyse 4’üncü nesil
aktörleriyle sahne almaya hazırlanırken ilk sezondan bugüne değişmeyen tek
aktör var karşımızda.
Ruşen Çakır 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde Erbakan
liderliğindeki Refah Partisi’nin (RP) büyük başarısının hemen ardından
yayımlanmış “Ne Şeriat Ne Demokrasi: Refah Partisi’ni Anlamak” başlıklı
kitabının sonunda şu değerlendirmeyi yapar:
RP içinde, kitle partisine dönüşüldüğünün farkında olan ve
bu yeni döneme damga vurmak isteyen farklı odaklar var. Bu odakların başında
‘yenilikçiler’ geliyor. 1984-89 arası ANAP tarzı belediyeciliğe yakın olduğu
izlenimi veren R. Tayyip Erdoğan’ın başını çektiği bu kanat, RP’nin ruhuyla 83
ANAP ruhu’nu harmanlayabilir. Böyle bir yaklaşım, Türkiye’deki İslami
hareketliliğin en dinamik akımı olan ‘İslami liberalizmi’ RP kanallarından
akıtabilir. Bunun sonucunda RP’den, ‘yeni ve daha İslami bir ANAP’ çıkabilir.
RP’nin ANAP’laşmasının karşısındaki ihtimal ‘2000’li yılların Milliyetçi
Cephesi’ne dönüşmesidir. Bu noktada R. Tayyip Erdoğan’ın rakibi olarak Melih
Gökçek sivriliyor. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı tüm sağ partilerin
milliyetçi muhafazakâr kanatlarıyla yürüttüğü karmaşık pazarlıklarla kazanan
Gökçek, aynı zamanda 1991 seçimlerindeki RPMÇP- IDP ittifakının mimarlarından
biriydi. Erdoğan’ın globalleşmeyi gözeten liberal-kentli stratejisinin
karşısına Gökçek’in İç ve Doğu Anadolu’daki ‘ezan-bayrak’ duyarlılığını gözeten
faşizan-taşralı stratejisinin çıkması ihtimal dâhilindedir.”
Bu uzun alıntıdaki öngörülerin hepsi gerçekleşti: “RP ruhu
ile 83 ANAP ruhu”nu harmanlamış bir AKP oldu; “İslami hareketin en dinamik
akımı olan İslami liberalizm” (ılımlı İslam), RP’den değilse de ondan
türeme-kopuşla ortaya çıkmış AKP kanalından akıtıldı; “RP’den yeni ve daha
İslami bir ANAP” olarak AKP çıktı; öte yandan “2000’lerin Milliyetçi Cephesi”
mahiyetinde bir AKP de gördük ve şu ara görmeye devam ediyoruz; İç ve Doğu
Anadolu’daki, hatta tüm memleket sathındaki “ezan-bayrak” duyarlılığını gözeten
“faşizan-taşralı” bir stratejiyle yol alan ve almaya devam eden bir AKP de var
bugün karşımızda...
16 sezondur değişmeyen tek isim
Bu öngörülerin hepsi çıktı, ama şu farkla: Bunların hepsini
bir tek kişi, “vakti-saati” iyi ayarlayarak, konjonktürel dikkatle hayata
geçirdi 2000’ler başından bugüne kadar...
Alıntıda zikredilen ve 20 küsur yıl felaket bir “Ankara
baronu”na dönüşmüş, Ankaralıların demokratik yollardan tüm çabalarına rağmen
yerinden edilememiş Melih Gökçek ise yine o “tek” kişi marifetiyle “tık” diye,
bir çırpıda silindi gitti.
Sadece o mu?.. AKP denen siyasi oluşumun harcını karmış
olanlar; sonrasında bünyesine katılıp yıllarca emek vermiş olanlar; onlardan da
sonra ortaya çıkıp daha “taze” bir iştahla bu iktidar makinesinin parçası
olmayı arzulamışlar... Hepsi, “16 sezondur biteviye izlediğimiz dizi”nin
kadrosundan geldi geçti, çıktı, çıkarıldı.
AKP bugün neredeyse 4’üncü nesil aktörleriyle sahne almaya
hazırlanırken ilk sezondan bugüne değişmeyen tek aktör var karşımızda.
Parti, siyaset, iktidar, her şey de onunla ve onda artık...
Her şeyi kendisi için yaptı
Tayyip Erdoğan yeri geldi liberalizme oynadı, “din partisi
değiliz” dedi, milliyetçiliğe mesafe koydu... Yeri geldi “ezan-bayrak” retoriği
eşliğinde milliyetçileşti, “dindar nesil istiyoruz” dedi. Yeri geldi, “Millî
Görüş’ün ruhuna Fatiha” okuduğu anlamına gelebilecek Batı-merkezli, Batı’ya
endeksli ilişkilerin başında oldu; yeri geldi Millî Görüş’ü gömüldüğü mezardan
çıkarıp hortlatacak Batıkarşıtı girişim ve söylemlerin pratisyeni oldu.
Yeri geldi, Kürt meselesinde “barış süreci”nin önünü açıp
Öcalan’ın mesajını Diyarbakır semalarında çınlattırdı ve Kandil’e barış
elçileri göndertti. Yeri geldi, Kürt meselesinde “savaş süreci”nin önünü açarak
Demirtaş’a zindanlardan “ketıl”la tweet atmayı reva gördü, Kandil’e bombalar
gönderdi.
Bunların hepsini yaptı ama kendisi için yaptı.
Erdoğan’ı yakından tanıyanlar için bu tablo, daha işin
başında, o imam-hatip sıralarında otururken şekillenmeye başlamıştı bile...
İlk mezunlarından olduğu Fatih’teki İstanbul İmam-Hatip
Okulu’nda hocaların öğrencilere en sık ve sıkı telkini şuydu: “Siz, ileride
Türkiye’yi yöneteceksiniz.”
Kültürel, ideolojik ve politik bilinci bu sıralarda çatılmış
Erdoğan’ın daha o yıllarda kendisini geleceğin cumhurbaşkanı olarak gördüğünü
söyleyenler var. Bu bağlamda belki kimilerine iddialı (ve “determinist”)
gelebilecek bir söz sarf etmeden geçemeyeceğim: Bugünden bakıldığında
Türkiye’de İslamî siyasetin 1970’ler ortasından bu yana kat ettiği yolun “özel”
bir okuması da bu hareketin içinde kabına sığamayan bir “Ego”nun aşağıdan
yukarıya, tabandan tavana, dipten zirveye önlenemez yükselişidir.
Refah’ın ‘gizli özne’si
Yine de bazı kaynak kişiler bunu fark edip önlemek isteyen
birinin olduğunu ileri sürmekteler. Bu, Necmettin Erbakan’dır.
Aynı kişiler, RP’nin yükseliş döneminde özellikle
İstanbul’daki çalışmalara bakıldığında liderlik koltuğunda Erbakan olsa da
partinin “gizli özne”sinin daha o zamanlar Erdoğan olduğunu da ifade ediyorlar.
1980’lerin ikinci yarısından itibaren RP’nin, onu önceleyen
MSP’den farklı olarak bir “kitle partisi”ne dönüşmesinde Erdoğan asli rol
oynadı.
Kahvehanelerden meyhanelere, pavyonlardan genelevlere kadar
kapı kapı dolaşarak partisinin propaganda ağını alabildiğine genişletip
yaygınlaştıran odur; aynı kanalları kadın kollarına açıp onların da kapı kapı
dolaşmasına öncülük eden odur; araştırma şirketi kurdurtarak kamuoyunun nabzını
sürekli tutmaya dönük stratejileri ilk geliştiren de odur.
Nihayet Beyoğlu ilçesinde yüzde 2-3’lerde dolaşan oyları
yüzde 23’lere taşıyan da odur. Bilenler böyle söylüyor.
AKP’nin ‘prehistoryası’
Dolayısıyla gidişat o zamandan bellidir ve Erbakan
engellemeye çalışmıştır Erdoğan’ın yükselişini. Özellikle de 1994 yerel
seçimlerinde İstanbul büyük şehir belediye başkanlığı için desteğini Ali
Coşkun’dan yana koyarak... Ancak tabanın, yani “kitle”nin Erdoğan talebi
karşısında direnememiş, teslim olmuştur.
Bu bile Erbakan liderliğinde 1970’lerden 90’lara süre gelmiş
siyasi hareketin Türkiye’de “Refah” adı altında kitleselleşmesinin Erdoğan’a
borçlu olunduğunu düşünmeye yeter bir veri.
Demek ki AKP iktidarının, daha özel olarak Erdoğan
hegemonyasının 2000’lerin başından itibaren izlenebilen bir tarihi olduğu gibi
bir “prehistoryası”, yani tarih-öncesi de var ve bu da RP yıllarına, özellikle
onun 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesine kadar geriye
gitmekte.
Erbatur Çavuşoğlu: İnşaat tarikatı
-AKP, bir siyasi hareket ve kimlik olarak ilk ortaya çıktığı
2000'ler başından bugüne, nereden nereye geldi ve nereye gidiyor?
AKP’yi 2000’lı yıllarda temsil eden kadrolar, 1980’lerin
sonlarında kazanılan yerel yönetimlerde “mekân” üzerinden zenginlik üretme,
bunu yandaş sermaye gruplarını güçlendirerek yapma ve yine bu zenginliği yandaşlara
dağıtma mekanizmalarını deneyimlemişlerdi. Hem yerel hem de merkezi iktidar
alanı genişleyip hegemonik hale geldikçe sermaye üretme, biriktirme ve transfer
etme modellerinde çok daha kararlı ve yetkin bir politika izlenmeye başladı.
AKP giderek yandaş sermayesini yaratan ve seçmenlerine de küçüklü büyüklü
rantlar dağıtmayı başaran, tepeden tırnağa bir saadet zinciri şeklinde işleyen
bir suç örgütüne dönüştü denilebilir.
2000’li yılların Türkiye’si tarım ve hayvancılıkta kendi
nüfusunu doyuramayan, sanayi üretiminde ucuz montaj ve tekstil üretiminden
fazlasını yapamayan, dünya piyasasına bir avuçtan fazla kültür, sanat, bilim
insanı sunamayan, turizmde cüzi bir ucuz turist akışından başkasına sahip
olmayan, kısaca üretmeyen ve sağlıksız büyüyen bir ülke konumunda. Türkiye’nin
işleyen tek sektörünün inşaat olduğu, ancak inşaata dayalı büyüme
politikalarının sürdürülebilir olmadığı da açık.
-İnşaat kapitalizmi, maneviyatları oldu
İnşaat sektörü kalkınma fetişine sahip bir toplumu manevi
olarak beslerken, mekân üzerinden defaten çoğaltılabilir artı değer üretebilen,
bu artı- değeri paylaştırarak yandaş kazanan bir sihirli araç durumunda.
Yaratılan “inşaat tarikatı”nın üyeleri normalde reel gelirleriyle yıllar
sürecek bir birikime, bir imar değişikliği kararıyla ve ayrıcalıklı bir inşaat
müsaadesiyle sahip olabilmekteler. Başlangıçta inşaata dayalı büyüme modeli bir
kalkınma alternatifi iken bugün bu sektörün işlemesinin sürmesi için sürekli iş
icat etmek gereken bir noktaya gelindi. AKP dönemindeki dev yatırımların çoğu
toplumsal ihtiyaçlardan ziyade inşaat sektörünün devamlılığı için üretilmekte.
Elbette bu büyüme, büyük bir çevre katliamına, emek sömürüsü ve sayısız iş
cinayetine ve kentlerin tarih ve hafızasının yok edilmesi pahasına
gerçekleşmekte. AKP inşaat kapitalizmini sürdürebilmek için bütün medya
araçlarını devreye sokarak modernleşme, kalkınma, büyüme gibi vaatlerle ikna
üretmeye çalışırken, yasalar, buldozer, polis gücü gibi zor ve baskı araçlarını
da sıkça kullanmakta.
-Tayyip Erdoğan, 1970’lerde MSP Gençlik Kolları’nda
başladığı siyasi serüveninde o zamanlardan bugüne nereden nereye geldi, nereye
gidiyor?
2000’li yıllarda Türkiye siyasetinin en önde gelen figürü
olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın rövanşist siyaset tarzı, tehditkâr üslubu ve
söylemleri Türkiye toplumunu son derece olumsuz etkilemiş ve giderek
muhaliflerini bile aynı üslup içine çekmeye başlamıştır denilebilir. Bu siyaset
tarzının ülkeye verdiği hasarları, toplumun kamplaşması, gündelik hayatın
şiddet ve nefret ile sarmalanması ve toplumun içe patlaması olarak görüyor ve
yaraların sarılması için sadece iktidar değişiminin yeterli olmadığını, yeni
bir siyasal kültür inşasının gerektiğini, toplum kesimleriyle, doğayla,
şehirlerimizle, yağmalanan ve ötekileştirilen her şey ile maalesef epeyce uzun
sürecek bir yüzleşme ve barışma sürecine ihtiyaç duyacağımızı tahmin ediyorum.
*Erbatur Çavuşoğlu, İstanbul Mimar Sinan Üniversitesi Şehir
ve Bölge Planlama Bölümü’nde 20 yıl öğretim üyeliği yaptı. “İnşaata Dayalı
Büyüme Modelinin Yeni- Osmanlıcılıkla Bütünleşerek Ulusal Proje Haline Gelişi:
Kadim İdeoloji Korporatizme AKP Makyajı” ve “İslâmcı Neo-Liberalizmde İnşaat
Fetişi ve Mülkiyet Üzerindeki Simgesel Hale” başlıklı çok önemli iki makalenin
yazarı (“İnşaat Ya Resulullah” kitabı içinde, İletişim, 2016).
(TAYFUN ATAY - CUMHURİYET)
(TAYFUN ATAY - CUMHURİYET)