'Siyasi karar alma süreçleri ile yürütmenin aynı elde
merkezileştiği bir dönüşüm sürecinin gözden çıkardığı ilk safradır Adnan Oktar
Cemaati.'
Sarıklı, sakallı, cübbeli adamların zikir törenlerini
gösteren video kayıtlarına pop ya da rock müzik parçası döşenerek yapılmış
sosyal medya paylaşımları; orijinalinde tefler, ziller ve davul benzeri
vurmalılara karışan ritmik alkış sesleri eşliğinde raks edilerek yapılan
ibadeti parodi haline getirir. Müzikli, danslı zikir Antik Çağ’ın Dyonisos
tapımlarında, Ortadoğu ve Anadolu’daki Şaman ritüellerinde, 13. yüzyıl
sufilerinin ibadetlerinde vardır. Resmi İslam kendisinden önceki danslı-müzikli
ibadet biçimlerini yasaklasa da Batıni İslam, yani Kur’an’ın görünür anlamını
değil içerdiği manayı yorumlamaya eğilimli tür, ritüeli günümüzde de devam
ettirir.
A9 adlı televizyon kanalında, ‘Ankara’nın Bağları’ çalarken
raks eden kadınlara, bir Orta Çağ dervişi vakarıyla oturduğu koltuktan eşlik
eden Adnan Oktar sosyal medya parodilerinin yaptığının fazlasını yapar. Bir
parodiyi gerçeğe dönüştürür. Çıplak vücutlarına hırka geçirivermiş, tefli
cümbüşlü dolaşan saçsız sakalsız Batınilerin birbirine benzetilmiş bedenleriyle
verdikleri mesaj, dünya, para tanrısının hükmüne girdiğinde yerini estetik
cerrahların silikonlaştırdığı uzuvların söylemine bırakmıştır. Kadınlar sarıya
boyanmış saçlarını, şişirilmiş dudaklarını, genişletilmiş kalçalarını; erkekler
takım elbiseyi, biçimli sakalı, dolgun cüzdanı bedenlerine bir hırka gibi
giyerler. Dini vecdin yerini cinsel esrikleşme alır. Tevekkül yerini hedonizme
bırakır; İslamın 5 şartı daha aza, namaz 2 vakte iner; müritlik ise kendisini
mehdi sanan meczubun mürşidliğine boyun eğmiştir. Ahalinin yardımıyla
geçinmenin yerini ise holding kârları, bonolar, bol miktarda nakit alır.
Bünyesinde herkesin birbirinin kuyusunu kazdığı, tecavüz ve
borçla bağlanmış kediciklerin birbirinin gözünü oyduğu tarikat çeteleşmiş,
Batıni yorumculuğun dibine vurarak bir şeytanlar meclisi haline gelmiştir
sonunda.
Bu cemaat, A9 vasıtasıyla kendisini popüler kültürün içine
ite kaka sokmaya çalışmadan önce de vardı. Her tür tarikatın devlet
imkanlarından yararlanmak için devlet kapısının önünde beklediği, devletin de
nizamın hizmetine girenleri ihya ettiği koşullarda Adnan Hocacılar göze batmaya
başlamışsa bunun tek sebebi Kanal 9’daki ‘ahlaka mugayir’ çalgılı çengili
eğlenceler değildir. Yani tek başına değildir!
Selçuklu ve Osmanlının yaptığı gibi, tarikat-tekke gibi
yapılara sisteme uyumlulaştırmaya çalışarak ve eldeki hazır örgütsel ağlar
sayesinde etki alanını genişletmeyi umarak sahip çıkan; ama aynı zamanda
bunları bölüşüm sisteminin bir parçası haline getirerek ticari ilişkilerine göz
yuman bir devlet yapısının Adnan Oktar Cemaati nezdinde revizyona karar vermeye
başlaması A9 alemlerinden daha esaslı gerekçelere dayanır.
Mesela Fethullah Gülen Cemaati devlette örgütlenme
imkanlarının nereye kadar zorlanabileceğinin, mal mülk şehvetinin onu büyük bir
sermaye tekeli haline getirecek kadar nasıl yoğunlaşabildiğinin bariz
örneğiydi. O sınıra gelinceye kadar örgütün sebeplendiği ihsan her tarikatın
içinde gömülü, böyle bir güç olma arzusunu kışkırtan bir rol oynadı. Adnan
Oktar cemaatiyle ilgili sızdırılan bilgiler bu gücü kasetlere, şantaja bağlasa
da ona “Yürü ya kulum” diyen, Gülen Cemaatini FETÖ’ye dönüştüren çağın ruhu
olmuştur.
Evrim teorisini güya çürütmek üzere kitaplar yayımlarken,
Komünizm, PKK, Terörizm üzerine yazdığı kitaplarda devlet tezlerine kur
yaparken, yani Adnan Oktar’ın Harun Yahya olduğu zamanlarda, paranoid şizofren
tanılı meczubun, çizmeyi aştığı kısa bir dönem boyunca tutuklu kalması dışında,
burnunun sürtülmesini gerektiren bir şey yoktu.
Cemaatin ajanlık yaptığı, devlet bilgilerini başka
devletlere sattığı iddiasının operasyona dair bir piar çalışması olduğunu
varsaysak bile, örgütün girdiği uluslararası ilişkiler, İsrail yetkilileriyle
görüşmeler, Zarrab davasına burnunu sokarak
Amerikalılarla ara buluculuk görüşmesi yapmalar Oktar tarafından
yalanlanmamıştır. Yalanlanmadığı gibi, bunları yaparken Yahudiliği ve Hıristiyanlığı
Muhammedi bir çatıda buluşturmak maksadını güttüğünü söylemiştir. Demek ki
kendisine çizilen sınırları aştığı bir rivayet değildir. Ama zaten bir lokma
bir hırka sufilerinin tevekkül aleminde bile bu sınır yokken, kendi kurallarına
uyan her burjuvayı ihya etme potansiyeli taşıyan serbest piyasa dünyasında hiç
olmayacaktır. Bu sınırı, kendisiyle boy ölçüşme derecesini belirleyen siyasi
iktidar koyar. Bu bakımdan tarih, çizmeyi aşan Batınilerin resmi dini temsil
eden iktidarlar tarafından ezilmesinin örnekleriyle doludur. Piyasaya sirtakiler,
fidaydalar vb. eşliğinde kıvıra kıvıra giren, elde ettiği güçten siyasi fayda
devşirmeye teşne bir lütuf yontucusu yapıya çekilen operasyon da böyle bir
siyasetin cilvesidir.
Tek adam rejiminin inşası sırasında da kadim ittifakların
gözden geçirilmesi, uyumlulaştırılması, özerklik hayallerinin sükuta
uğratılması, öyle anlaşılıyor ki hedeflerden biridir. O halde kıssadan çıkan
hisse şudur; Sermaye birikiminin kontörlünün tek elde toplandığı, siyasi karar
alma süreçleri ile yürütmenin aynı elde merkezileştiği bir dönüşüm sürecinin
gözden çıkardığı ilk safradır Adnan Oktar Cemaati. Zincirin zayıf halkasıdır.
28 Şubat post modern darbesi tutacağı halkayı Aczmendi
tarikatından Müslüm Gündüz’ün uçkur hikayesiyle yapılandırmıştı. Yani ahali
siyaset sahnesinde bel altından vurmalara alışıktır. Ama Adnan Oktar Cemaati,
bu kozu bile bile verdiğinden özel bir muameleye bile gerek olmadı.
Her neyse; Gülen Cemaati popülizminin vitrinine Türkçe
olimpiyatları, hizmet aşkı, dinler arası diyalog gibi göz boyayan faaliyetlerini
yerleştirmişti. Diğeri kedicikler, çalgı çengi, cinsel ima ve maşallahlı
kediciklerle bu popülizmin suyunu çıkardı. Cemaatler/tarikatlar, vatandaşı bu
malzemeyle oyalarken gemicikler yüklü para açık denizlerde yol almaya devam
etti. Kedicikler gemicikleri yürütenlerin yeryüzünde kendileri için imal ettiği
hedonizm cennetinin bir yan ürünüdür olsa olsa.
Bu maceranın Kanal 9 ekranında okunmayan hali; içinde geçen
istismar, turnike, tecavüz, uyuşturucu, bacılar-kardeşler, kediler, ajanlar
gibi sözcükler sayesinde bir siyasi-iktisadi boy göstermenin hikayesidir. Hazin
sonlanmıştır. Ama öte yandan, deizm gençler arasında itibar görürken, siyasi
söyleminin büyük hacmini dine ayıran iktidar için Adnan Oktar’ınki kadar
heterodoksi fazla gelmiştir!
Şimdi Oktar’ın elinde tuttuğu kaset koleksiyonu bu tarikatla
içli dışlı, ona bir şekilde bulaşmış siyasilerin üzerinde bir Demoklesin Kılıcı
gibi sallanıyor. Ama kaset koleksiyonu gibi basit bir iş bile tek-elleşme
sürecinde uğursuz ellerde bırakılacak değildir! Mehdi, kendisini koruyacağını
zannettiği zırhından, başka hiçbir şeye değil de popüler kültür mantarlığına
tamah etmiş gibi, hamilerinin gözünün önünde oynatarak sayelerinde şantaj
rezervini sürekli açık ettiği kediciklerinden vuruluyorken kaset tekeli de
kuruluyordur belki. (NURAY SANCAR – EVRENSEL)