HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

Seçimin iki sonucu – Samut Karabulut

Seçimlerin iki sonucu var ve iki ayrı tutum izlenecektir. Şimdi yeni rejimin kurallarıyla siyaset yapmak isteyenler ile yeni rejime karşı m...

Seçimlerin iki sonucu var ve iki ayrı tutum izlenecektir. Şimdi yeni rejimin kurallarıyla siyaset yapmak isteyenler ile yeni rejime karşı mücadele edenleri, sapla samanı ayrıştırma zamanıdır…


24 Haziran seçimlerinin iki ayrı sonucu var. Biri, yeni rejime geçişe “Hayır” derken eski rejime “Evet” diyenler; diğeri yeni rejime “Hayır” derken eski rejimden de kurtulmaya çalışanlar (Geziciler) açısından olmak üzere iki ayrı sonucu var. Birinciler, sonuçları kabullenmekte zorlanmadılar, yeni rejim içerisinde oynayacakları rollerle ilgililer, hemen yerel seçimleri işaret etmeleri de bunun göstergesidir. Ancak ikinciler sadece seçim sonuçlarının elde ediliş süreci, şeklini değil bundan sonra yol açacağı sonuçları da kabullenmek istemiyorlar. Birinciler, gelecek seçimlerle rejim içinde konum kazanmaya çalışacaklar; ikinciler ise, rejimden kurtulmak üzere yeni mücadele araç ve biçimleri üzerine düşünmeye başlayacaklar.

***

Seçimler bitti ve rejimin dönüşümünün önündeki son engel de aşılmış oldu. Artık Erdoğan başkan ve tüm yönetim yetkilerini elinde toplamış durumda. Burjuva demokrasisinin “alameti farikası” olan kuvvetler ayrılığı ilkesinin yerini kuvvetler birliği aldı. Böyle bir siyasal rejim, siyaset biliminde monarşi, otokrasi, diktatörlük, faşizm gibi kavramlarla adlandırılır ancak demokrasi olarak adlandırılmaz. Kimin nasıl adlandıracağını kısa sürede göreceğiz, adlandırma rejimle uyum içinde mi olunacağı yoksa mücadele mi edileceği açısından önemli olacak.

AKP, faşizmi siyasal yapıda kurumsallaşmasının gerekli imkanlarını elde etmiştir, şimdi yukarıdan aşağı toplumsal yapıyı da buna uydurmak üzere bir süreç işletecek. Zira karşısında Gezi’nin ardından seçimlerde de kendini gösteren direngen bir toplumsal yapı var. Erdoğan’ın gücünün kaynağı olan, besleyip büyütüp iktidarını dayandırdığı milliyetçilik, mezhepçilik ve gericilik, toplumun yarısında yaşamsal kaygıları da büyütmüştür. Büyük kitleleri Aleviler, Kürtler ve laik kesimlerden oluşan bu toplumsal yapının dönüştürülme imkanı da yoktur. İçerilmeleri ise iktidarın dayandığı ideolojik temel nedeniyle mümkün görünmemektedir[1].

Yeni rejimin karakteri ve nasıl mücadele edileceği soruları önümüzdeki sürecin en önemli tartışma başlıklarını oluşturacaktır. Biz yine seçimlere dönelim ve ortaya çıkan tabloyu değerlendirmeye çalışalım.

AKP ile MHP’nin toplam oyu %53,5’e, İyi Parti’nin %10 oyu da eklenince sağ blok oyu toplamda %63,5 oldu. Erdoğan, Akşener, Karamollaoğlu toplamı alındığında ise sağ blok %60,7 ediyor. CHP, HDP toplamı %34,3 olurken; İnce ile Demirtaş toplamı %39 ediyor. Özetle sağ blok %60-64 arasında, sol blok ise %34-39 arasında salınan bir oya sahip. Bu hesaplamalara devlet olanaklarının kullanımı, OHAL, baskılar, Demirtaş’ın tutuklu olması gibi hilelerin payı dahil değildir. Haziran 2015’teki %38 ile kıyaslandığında Muharrem İnce estirdiği rüzgarın fazla abartılmaması gerektiği de söylenebilir.
2015 seçimlerinde bu oranlar haziran ve kasımda sırasıyla; sağ blok %59,3’ten 61,4’e yükselirken; sol blok %38,1’den 36,1’e gerilemişti. Bu oranlardaki oynamaların kaynağında katliamlar, baskı ve tutuklamalar olduğunu hatırlayalım.
Erdoğan’ın kaybetme olasılığını muhalefetin gündemine sokan şey, sol blok oylarında önemli bir yükseliş beklentisinden değil, sağın parçalanmasının daha fazla olacağı beklentisiydi. Oysa İyi Parti ve Saadet Partisi referandum sonuçlarının ve anketlerin altında oylar aldılar ve İyi Parti, CHP’den de hatırı sayılır oy aldı.
CHP’den İyi Parti ve HDP’nin her birine 1,5-2 puan arasında oy kayması görünüyor. İnce hem HDP’den hem de İyi Parti’den oy almış ve İyi Parti’den aldığı oyların (%2,67) asıl yekunu CHP’den, İyi Parti’ye geçen oylar oluşturuyor.
Seçim sürecinde miting meydanlarını dolduran kitleler sol bloka ait kitlelerdi, sağın tamamında kitle enerjisi düşüktü. Gece 2’de Bağdat Caddesi’ni dolduran onbinler de, Ankara, İzmir, İstanbul’da meydanları dolduran yüzbinler de CHP örgütünün veya Muharrem İnce ekibinin çalışmasıyla değil, diktatörlüğe karşı bir şey yapma azmi ve enerjisiyle alanlara akmışlardı. Aynı şekilde HDP açılışlarına ve mitinglerine akan kitleler de operasyonlarla oldukça zayıflatılmış HDP örgütünün çalışmalarından çok kendi azim ve enerjileri ile harekete geçmişlerdi. HDP’ye ve İnce’ye oy akışları da aynı azim ve enerjinin ürünüdür[2].
İstatistiki sonuçlar bunlara işaret ediyor. Peki hile işlerinde durum nedir? CHP ve Adil Seçim Platformu ellerindeki ıslak imzalı tutanakları ve kaç sandıktan sonuç alamadıklarını veya görevli bulunduramadıklarını açıklamadan hesaplanması zor olmakla birlikte 24 Haziran gecesi yaşananlardan bir fikir edinmek mümkündür.

AA’nın sonuçları Erdoğan’ın açık ara kazanmakta olduğu verileri geçerken AKP Sözcüsü Mahir Ünal’ın sokaklara çıkanları tehdit edip ama zafer açıklamaması; Bülent Tezcan’ın ikinci tura kaldığı açıklamaları ve Erdoğan’ın balkon konuşmasını ertesi güne ertelemesi bir fikir vermektedir. İktidar, CHP’nin elinde ne tür veriler olduğunu bilmediğinden asıl olarak temkinli davranıyor ve kendi kitlelerini sokağa çağırmıyordu. CHP’nin elinde kayda değer bir şey olmadığını anladıktan sonradır ki Erdoğan, karar değiştirerek ertelediği balkon konuşmasını gece 3’te yaptı. Anlaşılan o ki beklediklerinden kolay bir sonuç almışlardı; ne CHP ne de Muharrem İnce kitlelerin usulsüzlüklere direnme beklentilerine yanıt verememişlerdi[3]. Kim tehdit etti, kimi neyle tehdit etti bilemeyiz ancak iktidarın resmi baskı aygıtları dışında iç savaş tercihine sahip olduğunun çeşitli göstergeleri öteden beri CHP’liler tarafından da bilinen, hatta dile getirilen şeylerdi. Muharrem İnce’nin o gece sokaktaki kitleleri yalnız bırakması, bir açıklama yapmaması, gelecekte nasıl bir siyasal çizgi izleyeceğinin de direnme eğilimindeki kitlelere ne verebileceğini de göstermiştir.

CHP ve Muharrem İnce’nin bir yandan “Oylar çalınmış mıdır, çalınmıştır” dedikten sonra sonuçları kabullenmesi, hatta tebrik etmesi sadece seçimleri meşrulaştırmadı, aynı zamanda OHAL’i de, KHK’leri de, mühürsüz oy kararlarını da, kararı alan YSK’yi de, manipülasyoncu AA’yı da, devlet olanaklarının ve medyanın hoyratça kullanımını da, “on milyonu bulmayan” oy hırsızlığını da meşrulaştırmış oldu. Ardından gelen açıklamaların bu vahim durumu düzeltmek yerine tescil edecek tarzda olması da ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur.

İç savaş korkusu mu?

İç savaş korkusuyla bu tutumlar alınıyorsa bilinmelidir ki, iç savaş tehdidi karşısında teslim olmanın sonucu iç barış değildir. Muhalefetin üzerinde terör estirilmesi, tutuklamalar, baskı politikalarının ağırlaşması, yoksulluk, yolsuzluk, savaş, katliamlar, kadın köleliği, inkar, Kürtlerin, Alevilerin ezilmesi, cahil-dindar-kindar nesil, gericileştirme kısacası iç savaş koşullarının süreklileşmesidir. Solun yükseldiği her tarihsel kesitte faşizm şiddeti devreye sokmak için meşru gerekçeye ihtiyaç duymamıştır. Onun meşruiyetinin kaynağı şiddet uygulayabilme kapasitesidir. 70’li yıllarda CHP’nin oylarına da yansıyan solun yükselişinin önünün kesilmesi için 1. ve 2. MC (Milliyetçi Cephe) hükümetleri kurulmuş, Maraş Katliamı, İstanbul Üniversitesi’nden çıkan öğrencilerin ortasına bomba atılması gibi bir dizi katliamlar yapılarak sol sindirilmeye çalışılmıştır. Aynı şekilde 7 Haziran 2015 yükselişine de katliamlarla yanıt verilmiştir. Katliamların büyüklüğü özsavunmanın zayıflığı oranında artmakta tersi durumda ise (Çorum) küçülmektedir. Yani iktidar tercih ettikten sonra iç savaştan kaçınmak bir siyaset olarak benimsenemez çünkü sonuçları kaçınılmazdır, doğru tutum iç savaş girişimlerinin geri püskürtülmesidir.

Seçimlerin hemen ardından Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanı makamından HDP ve CHP’ye; Bahçeli’nin ve gözdesi Alaattin Çakıcı’nın gazetecilere yönelik tehditlere başlamaları nasıl bir siyaset izleyeceklerinin göstergesidir. Ancak Soylu’nun kendilerine yönelik tehditlerine tepki veren CHP’nin aynı konuşma içerisinde HDP’ye yönelik tehdide sessiz kalması ortada uslanmayan bir gaflet durumu olduğunu gösteriyor. Yakınlaştıklarında güç haline gelebilen demokratik muhalefet bileşenlerini birbirinden uzaklaştırarak zayıflatmak ve dağıtmak  amacı ortada dururken, sırasını beklemek üzere geri çekilmenin sonuçlarını düşünmemek için bilincin kapanmış olması gerekir. Terörist sayılmamanın biat etme dışında bir güvencesi yoktur. “Makul muhalefet” olmaya dönük tarz ve söylemler bulmaya çalışmak kimseyi Maraş[4] siyasetinden azade hale getirmeyecektir.

İktidar nasıl bir yönetme tarzı izleyeceğini ilk mesajları ile vermiştir.

CHP, milliyetçi-muhafazakar seçmenlere göz diktiğini ve sağ söylemlere ağırlık vereceğini beyan etmiştir (Bülent Tezcan).

HDP nasıl bir çizgi izleyeceğini henüz ortaya koymadı ancak HDP’li olmayan sol kitleler tarafından başkanlığa geçişe karşı seçimlerde bir bariyer olarak görülen HDP’nin önünde, bu kitlelere (seçimler dışında) kendisini ne tür bir işlevle sunacağı, beklentilere ne kadar yanıt verebileceği gibi bir sorun duruyor.

Sosyalistlerin ise önünde daha köklü politik ve programatik sorunlar duruyor. Art arda kritik seçim süreçleri yaşanması ve direnen kitlelerin sandığı direnişin bir biçimi olarak değerlendirmeleri, sosyalistleri de asli aktörü olmadıkları bu alan sürükledi. Bu, üzerinde ayrıca durulması gereken çeşitli sorunlara neden oldu. Seçimlerin rejimin dönüşümüne ket vurması belki mümkün olabilirdi, ancak kurulan rejimin değiştirilmesini sağlayamaz.

Evet, seçimlerin iki sonucu var ve iki ayrı tutum izlenecektir. Şimdi yeni rejimin kurallarıyla siyaset yapmak isteyenler ile yeni rejime karşı mücadele edenleri, sapla samanı ayrıştırma zamanıdır.

Yeniden, yaşasın sosyalizm! (SAMUT KARABULUT – SENDİKA.ORG)

Dipnotlar

[1] İşçi sınıfı, kadınlar ve diğer dinamikler ayrıca ele alınmayı gerektirdiği için bu yazıda girmedik.

[2] İzmir ve İstanbul mitinglerine katılıma dair verilen 3-5 milyon rakamları gereksiz abartılardı. Nitekim İstanbul mitingine katıldığı söylenen sayı ile alınan oy arasındaki fark “kedi-ciğer” fıkrasını aratmadı. Oysa gerçek rakamlar dahi Erdoğan’ın mitinglerini katlayan, çok büyük sayılardı ve abartıya hiç gerek yoktu.

[3] Akşam oy toplama merkezleri ile YSK önlerine çağrı da zayıf kaldı. CHP, sadece görevlilere “Sandık başlarını terk etmeyin” çağrısı yaptı, her etkinlikte başvurdukları üyelerini SMS ile çağırma işini de yapmadılar. CHP ve İnce adeta YSK’nin “adaletine” teslim oldular.

[4] Maraş, Alevi esnafın çarşısında hakim olduğu bir şehir iken özsavunmaya dönük örgütlenme ve silahlanma çabalarına uzak durduğundan, katliam karşısında tamamen savunmasız kalmıştı. Gericiler ve faşistler, asker ve polisin şehirden çekilmesinin kolaylığı ile üç gün boyunca serbestçe katliam yapmışlardı.

Business News