Dış ilişkilerin kurumsal bağlarından ne kadar uzaklaştığını önce AB daha sonra ABD ile yaşanan krizlerde bir kez daha gördük. Karşılıklı güven ve çıkarlara dayalı ilişkiler birikimsiz ve öngörüsüz kadrolarla ziyadesiyle üçüncü kanallara yaslandı ve diplomaside ‘kayıt dışı’ oranı arttı. Neredeyse kritik tüm dış temaslara MİT Başkanı’nın eşlik etmesi sıra dışılığın en yalın göstergesi...


ÇAL KEMANCI

– Batıyoruz kaptan…

– Yok kemancı, sen çal, çal ki namımız yürüsün…

Türkiye’nin ahvaline bakarken Titanic’teki batış sahnesi aklıma geldi.

Hiçbir kalıba sığmayan acayip bir iş çevirme biçimi her alanı sarmaladı.

Yanlışına yanlış demeyen, diyeni insanlıktan ihraç eden, lafının üzerine laf söyletmeyen, hesap vermekten münezzeh, hesap sormakta mütekebbir!

Yaptığı en iyi şey gürültüyle hakikatleri tepelemek; tahrif etmek!

Değerlerin içini boşaltmak; metalaştırmak!

Ortak varlığı kendi zümresi için şahsileştirmek; talan etmek!

Cüssenin iler tutar yanı kalmadı bari gölgeyi heybetli tutalım yeter; uzun ve iri.

Yanlışı düzeltecek bütün denge ve fren mekanizmalarını iptal eden tek adam rejimi, kendi elleriyle yarattığı enkazdan ‘milli mücadele’, ‘kurtuluş savaşı’, ‘diriliş’ hikâyesi çıkarmaya çalışıyor. Din ve hamaset, bitik siyasetin en bitmek bilmeyen sermayesi.

***

Dış politika açısından Türkiye’nin NATO’daki müttefiki ABD ile yaşadığı krize ‘köklü değişim’ gibi üst perdeden anlamlar yükleniyor. Sanırsınız büyük devrimciler yürüyor. Sadece Türkiye’de değil Batı’da da yorumlar çok bonkörce. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Yeni dostlar buluruz” çıkışı, AB ile ortaklık süreci rayından çıktığından beri gündemden düşmeyen eksen kayması tartışmasında yeni bir rest gibi algılandı. Bunun altına dolgu malzemesi olarak Rusya ile S-400 anlaşması, Suriye için Astana süreci, İran’a karşı yaptırımlardan yan çizme ve ABD’nin Suriye’de Kürtlerle ortaklığı giriyor. Bunlar krizin ciddiyetine dair önemli gerekçeler olsa da verilen tepkiler, Türkiye’nin ABD’yle boşanmaya hazır olduğu ya da eksenini değiştirdiği anlamına gelmiyor. Hele ki bloklar üstü bir istikamet aldığı anlamına hiç gelmiyor. Anti-emperyalist olmanın içini dolduracak ne niyet var ne de kapasite.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “ABD gerçek dostun kim olduğunu bilmiyor, göremiyor” sözleri kalp dünyalarındaki hissiyata daha fazla denk düşüyor. Evet, bu tam anlamıyla bir hayalkırıklığı. Gerçek bir hesaplaşmanın kenarından bile geçmeyen Amerikan karşıtı retoriğe rağmen dostluğu kurtarmaya çalışan bir ortağın feveranı. Amerika ile ilişkilere katma değer olarak ‘saygı’, ‘onur’, ‘eşit’ ve ‘karşılıklı’ gibi kavramlar girecekse aşağılanmalara verilen karşılığın bunu karşılaması lazım. Laflar büyük. Lafın büyüğü iddialı çözümleri ve alternatifleri gerektirir. Kast ettiğim yaptırımlara sınırlı misillemelerin ötesinde bir şey. İki taraf da kendi iç kamuoyuna yönelik hesaplarla el yükseltiyor. Fakat rüzgârı tersine döndürmek için ‘itibarlı çark’ fırsatını da bekliyorlar. Hem de dört gözle.

O yüzden dillere pelesenk “Yeni bir dünya kurulur” efelenmesi, ödünç bir duruştan ibaret. Bu tür bir elbise üzerlerinde sırıtıyor.

Bu kadar çok gürültü, eğer ki ittifaklar manzumesi değişiyorsa ve ülke uluslararası alandaki yerini yeniden tanımlıyorsa bir anlamı olabilir. Bu olmadan bir yönetim, dün de var olan mevcut sorunlara rağmen, birlikte olmaktan gurur duyduğu bir ortağıyla aniden papaz olduysa krizin stratejik değeri tartışmalı hale gelir. Liderlerin iş tutma tarzından dolayı aşırı şişen kriz hâlâ konjonktürel duruyor.

***

Ekonomistlerin en az iki yıldır beklediği çöküşün sorumluluğunu bir papaz üzerinden tamamen ABD’ye bağlamak, kitleleri ‘milli mücadele’ parantezine alarak faturanın hazmını kolaylaştırmak bakımından uyanıkça taktik. Bunu yaparken de “AK Parti başlangıçtır, hicrettir, Malazgirt’tir, Selçukludur, Osmanlıdır, fetihtir, Çanakkale’dir, bugündür, gelecektir” diyerek kendine ‘ezeli ve ebedi lider payesi’ çıkartıyor.

16 yılda milli olan ne varsa satıp nakde çevirmiş, tarım ve hayvancılığı bitirmiş, buğdaydan samana, patatesten pamuğa, tohumdan ete temel tüketimi ithalata bağlamış, ovalarını ve derelerini yağmalatmış bir iktidarın yerliliği de milliliği de kriz tablosunun bize anlattığı kadardır.

Aşırı fırsatçı ve şark kurnazı oyunlarla bozduğunu aynı yollarla düzeltmeye çalışıyor. Bu krizden çıkmaya çalışırken güçler arası çelişkileri kullanma yeteneğine, kurulan özel ilişkilere ve (Körfez’de yaşanan krizde yalnız bırakmadığı Katar’ın sunduğu cansuyunda olduğu gibi) ‘minnet bağlarına’ güveniyor.

Yeni dostlar elbette bulunur. Kendi ekonomik varlıklarını bitpazarında haraç-mezatlık hale getirdikten sonra başka pazarlardan alıcı bulmak bir marifet sayılmaz. Bu sanıldığı gibi eksen kayması falan da değil. Eksen kayması ekseni olanlar için geçerli. “Yeni bir dünya kurulur” diye caka satan adamın alternatif bir dünya tahayyülü yok. Alternatifi olsaydı zaten ekonomi bu şekilde çakılmazdı. Bir alacaklıdan kurtulmak için başka bir alacaklının kapısına giden borçlunun dünyaya sunabileceği alternatif ne olabilir ki!

Şimdi ABD Başkanı Donald Trump’a karşı Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’la uç veren olası ortaklığa övgüler diziliyor. Yandaş medyada düne kadar birinin yaftası “Nazi artığı” diğerininki “küstah” idi. İkisi de Türkiye’nin büyümesini hazmedemeyen üst akıl idi! ABD ile sorunlar yaşayan AB ekonomisi, yıkılmış bir Türkiye’yi göze alamaz. Bunun ötesinde kriz kapıya dayandıysa alacaklılar için öncelik borçlunun istikrarıdır. Aksi halde kapitalist bağımlılığın sürmesi nasıl mümkün olabilir?

Bu zor zamanda Rusya ve Çin’in çıkacağı dirsek de elbette çok kıymetli. Fakat sanıldığı gibi ittifak düzeninde bir kayma varsa bunu Moskova ve Pekin’in daha ciddi bir şekilde ödüllendirmesi gerekir. Ama görülüyor ki ikisi de çok temkinli. Çünkü bu ülkelerle güven ilişkisi tesis edilebilmiş değil. Erdoğan’ın Trump’la yeniden dost ve müttefik pozu vermek için can attığını düşünüyorlar. Bu, defalarca test edilmiş bir sonuçtur.

***

Ne yazık ki Türkiye’nin dış ilişkiler ağı virüs yemiş gibi epey zamandır tutarsız, anlamsız ve nevrotik tepkiler veriyor. Dış ilişkilerin kurumsal bağlarından ne kadar uzaklaştığını önce AB daha sonra ABD ile yaşanan krizlerde bir kez daha gördük. Karşılıklı güven ve çıkarlara dayalı ilişkiler birikimsiz ve öngörüsüz kadrolarla ziyadesiyle üçüncü kanallara yaslandı ve diplomaside ‘kayıt dışı’ oranı arttı. Neredeyse kritik tüm dış temaslara MİT Başkanı’nın eşlik etmesi sıra dışılığın en yalın göstergesi.

Bu kriz bir toparlanmaya, çeki-düzene, hamasetin yerini rasyonalitenin alacağı bir yenilenmeye vesile olacaksa nihayet düştüğümüz yerden kalkıyoruz diye avunabiliriz. Ama değil! Korkarım izlediğimiz, tek adam rejiminin inşasını kolaylaştıran başarısız darbenin ardından çekilen “Allah’ın Bir Lütfu” filminde ikinci fasıl. (FEHİM TAŞTEKİN - GAZETE DUVAR)
Daha yeni Daha eski