MÜLTECİNİN BAYRAMI

“Çalıştıkları işyerinde ölen Suriyeli çocuklar, bayramda memleketine gidenlerin 100’de biri kadar gündem olamıyor.”

Bayramdan hemen önce atıldı bu tweet, çalışma arkadaşım Mithat Fabian tarafından. İyi de yaptı Mithat, duygularımıza tercüman oldu.

Çünkü bayramda memleketlerine giden Suriyeliler hedefe konmuştu. Ve onlar için edilen ağır hakaretler toplumda küçümsenmeyecek bir destek bulmuştu.

Oysa ki...

Sinkaflı sözlerin havada uçuştuğu, vicdandaki adalet terazisinin fena halde şaştığı bu talihsiz dönemde Suriyeli bir çocuk, Yasin al Ali, iş cinayetine kurban gitmişti. Yasin 18’ine yeni girmişti. Sakarya’da, çalıştığı inşaattan düşerek yaşama veda etmişti. Bayrama küçük bir harçlıkla girmek yahut ailesinin biraz olsun yüzünü güldürebilmekti belki onun bütün çabası. Kim bilir?

Vicdan nöbetinde uykuya dalanlar küfürde birbirleriyle yarışırken; her zaman medarı iftiharla andığım İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) şu bilgiyi paylaştı:

“Yasin al Ali, bu yıl iş cinayetlerinde hayatını kaybeden 63’üncü mülteci”

Ama duyan kim?

Gören kaç kişi?

Yasin’den sonra da nefret dili dinmedi, iş cinayetleri devam etti.

Bayrama üç kala acı haber bu kez Antep’ten geldi:

Bir terlik ve ayakkabı imalathanesinde yangın çıkmış ve 2 Suriyeli çocuk gece uykudayken işyerinde dumandan zehirlenmişti. Hamza Nasır’dı biri, 18 yaşında. Ve Mahmut Maruf diğeri, o da 16 yaşında.

Hamza ve Mahmut, (Yasin’den sonra) bu yıl içinde ölen 64’üncü ve 65’inci mülteci işçilerdi. Mahmut evi olmadığı için gece atölyede yatıyordu, tıpkı diğer binlerce çocuk işçi gibi. Hamza ise babası Suriye’ye gittiği için 2 gündür fabrikada kalıyordu.

Mültecinin bayramı işte böyle bir şeydi!

***


“Amannnnnn sen de” seslerini duyar gibiyim.

Dikkat edin...

Bu “aman sen de” diye söze başlayanlar, “Arap Bedevi yalakası” diye lafın devamını getirebilirler;  Ya da “Bırakın Polyannacılığı, hele siz gelin bir de bizim oradaki Suriyelileri görün...” diye söze devam edebilirler.

Polyannacı olan kim?

Suriyeliler için de savaş zenginler yok mu? Var kardeşim!

İnsan tacirleri, çocuk dilendirenler, organ mafyası yok mu? Var kardeşim!

Eline kan bulaşmış sapkın savaşçılar yok mu? Onlar da var kardeşim!

İşçi simsarları da var üstelik; kendi insanının emeğini gurbette gasbedenleri de al yanına sen koy.

Ama bu örneklerden kalkarak...

4 milyonluk mazlum bir halkı da suçlamaya kalkma, kalkmayın!

Ve şunu da aklınızdan çıkarmayın:

Bizim ülkemizdeki savaş zenginleri yol vermese onlarınki bu kadar rahat türemezdi.

Bizdeki şebekeler organize etmese onların insan tacirleri bu kadar kolay büyümezdi.

İşçi simsarlığı ve sömürüde nam salmış patronlarımız olmasa onların simsarları böyle mantar gibi çoğalmazdı.

7 yıldır Suriyelilere mülteci statüsü tanınsa; garibanlar bütün bu melanetlere açık hale gelmezdi.

Hem bir yerde “onlar” ve “biz” de yok kardeşim!

Bir yanda Suriyelisi Türkiyelisiyle işçiler, mülteciler, modern köleler ve baldırı çıplaklar dünyası var (Ki bizler de o dünyanın bir parçasıyız); diğer yanda silah taciri, göç fırsatçısı ve emek hırsızı zenginlerin dünyası. Mesele bu!

***

Neler duymadık ki şu son bir haftada?

“All Syrian go home!” diye yazmış biri. “Turken Raus!” diye duvara yazı yazan faşist dazlaktan ne farkı kaldı bunun, hele gelsin biri bana söyleyin.

Moğol istilacılarına benzetmiş mültecileri, bir başkası.

O zaman, 1071’de bu topraklara gelenlere ne diyeceğiz? Ve onlardan önce, onlarla birlikte sonra; bu topraklarda yaşayan kadim halkları nereye koyacağız?

***


Bugün kurban bayramının birinci günü...

“Savaş kaygısı olsa oraya gitmezlerdi” diyor kimi yurttaşlarımız, Suriye’ye bayrama gidenler için. “Bizim başımıza gelse savaşır vatanımızı terk etmezdik” diyenler de az değil.

İyi de...

Sınırı açan, kapatan kim? Suriyeliler mi? Değil. O zaman mültecilerin bunda ne suçu var?

Ne yani açılan kapıdan gitmesinler mi? Sevdiklerinin mezar taşlarına bir yüz sürmesinler mi?

Bizdeki 12 Eylül darbesini hatırlayın.

Kaç yüz bin insanımız kaçmak zorunda kaldı Türkiye’den, işkenceden, cezaevinden? Kim onları korkaklıkla suçlayabilir?  O zaman iklim biraz değişse ve kapılar açılsaydı eğer, “gelmeyin mi?” diyecektik?

***

Ha bu aralar bir de mültecilere sıklıkla yapılan “uluslararası hukuk” hatırlatmaları var ki sormayın gitsin! Neymiş efendim, ülkesine geri dönenler artık “mülteci” sayılamazlarmış.

Sen 7 yıldır bu insanlara mülteci statüsü mü verdin de bu soruyu soruyorsun?

Hangi hukuk, hangi uluslararası hukuk?

Bak; 1951 Cenevre Sözleşmesi ayaklar altında. Mülteci haklarını ne Trump’ın ne de AB’nin salladığı var. Üstelik “geri kabul” anlaşmasıyla bizi de bu hukuk tanımazlığa ortak etmediler mi?

Hal bu iken…

Bir savaş yangının ortasında kalmış evlatlarının mezarına bir tas su dökülmesini, gelin mültecilere çok görmeyin. Karar vericiler, ferman yazıcılar yerine mültecileri suçlamayın.

Sınırı geçen 20 bin mültecinin hali böyle…

Peki, bayramı, yedinci yılında ve hâlâ burada, Türkiye’de karşılamak zorunda kalan 4 milyon mültecinin hali?

Size bir şey söyleyeyim mi?

Gelin bu bayramda farklı bir şey yapın; Suriyeli bir emekçi ailesini ziyaret edin. Mültecilerle bayramlaşmanın evrensel (enternasyonal) mutluluğunu yaşayın.

Sendikalara da tavsiyem; iş cinayetlerine kurban giden mülteci işçilerin ailelerini ziyaret etmeleri.

***


Ha bu arada biri…

Hem beni hem de gazetem Evrensel’i kastederek, şöyle kinayeli bir tweet atmış: “Siz mültecileri savunmaya devam edin!”

Ne sandın ya; edeceğiz tabi.

Çünkü biz emekçileri dinine, diline, milliyetine, ten rengine göre değil, ayrımsız sevenlerdeniz.

Türkiye işçi sınıfımızın ve elbette onun bir parçası olan bütün mülteci işçilerin Kurban Bayramı kutlu olsun.

TALİHSİZ NOT: Yazıyı bitirdiğim şu an yine bir iş cinayeti ile sarsıldım. Mardin Kızıltepe'de inşaattan düşen 18 yaşındaki  Suriyeli işçi Ahmet Sino hayatını kaybetmiş. (ERCÜMENT AKDENİZ - EVRENSEL)
Daha yeni Daha eski