Mısırlı ekonomist Samir Amin yalnızca dünyamızın yüz yüze olduğu tehlikeleri değil sunduğu olanakları da gözlemlemişti...
Samir Amin, 12 Ağustos Pazar günü öldü. Nasırcılık zamanlarında büyüyen ve dünyayı mahvolmuş halde terk eden bir Mısırlı Marksistler nesli de onunla birlikte gitti. Amin 1931’de Kahire’de doğru. Cemal Abdülnasır ve Hür Subaylar, Mısır’ın Britanya güdümlü monarşisini devirip ülkelerini bağlantısız bir rotaya yönlendirdiklerinde Paris’te doktora öğrencisiydi.
Amin’in tezi (ekonomi üzerineydi) Fransız Komünist Partisi’nde etkin olduğu bir zamanda yazıldı. Tezinde, kendi memleketinin ve sömürgeci tehdit tarafından yağmalanan diğer ülkelerin sorunları üzerine kafa yoruyordu. Diğer bağımlılık teorisyenleri gibi Amin için de Üçüncü Dünya soygun ve yağmanın yanı sıra sanayisizleştirme ve eşitsiz değişimden mustaripti. Nasır’ın Mısır’ının da aralarında olduğu Üçüncü Dünya ülkeleri için politik alan geniş değildi. Kurtuluş zor olacaktı. Tekelci kapitalizmin boyunduruğunu kırmak, sömürgeciliğin yıkıntılarından doğrulmak ve zorunlu bir sosyalist geleceğe doğru ilerlemek cesaret istiyordu.
Amin, kendi kuşağından Hindistanlı Ashok Mitra ve Brezilyalı Celso Furtado gibi, hemen akademiye gitmedi. Ülkesine, Kahire’ye gidip 1957-1960 yılları arasında Nasır’ın Ekonomi Yönetimi Enstitüsü’nde çalıştı. Daha sonra Mali’nin başkenti Bamako’ya giderek 1960-1963 yılları arasında Planlama Bakanlığı’nda danışman olarak çalıştı. Amin, kendi ülkesi ve diğer Afrika ülkeleri için bir ajanda uygulamaya çalıştığı bu yılları daha sonra sevgiyle anacaktı. Dünyanın güçlü ülkeleri (ABD liderliğindeki emperyalist blok) ve tekelci kapitalist sistem tarafından oluşturulan sınırlamalar Mısır ve Mali gibi devletlerin büyük bir atılım yapmasını engelliyordu. Amin’in 1960’larda yayımlanan ilk kitabı Mali, Gine ve Gana’da uygulanan kalkınma deneyimi üzerineydi. Gelişmekte olan safiyane düşüncelere karşı uyarıda bulundu. Dünyadaki eşitsiz sistem güçlüler için kâr, zayıflar içinse yoksulluk üretiyordu.
Amin, kendisini bağımlılık teorisinin ön sıralarına getiren en önemli kitabı Dünya Ölçeğinde Birikim’de (1970), çevre ülkelerdeki kaynakların merkezdeki zengin ülkelere “emperyalist rant” diye andığı bir süreçle nasıl aktığını gösterdi. Amin, sistem 1970’lerde değişirken bu değişimleri ampirik ve teorik olarak takip etti. Tam da bu periyotta, çevre ülkeleri merkez ülkelerin baskılarından ve kalkınma ajandalarından uzaklaşmaya çağırdığı “Kopuş: Çok-merkezli bir Dünyaya Doğru” (1985) kitabını yazdı.
Büyük kaos çağı
SSCB’nin çöküşü ve ABD’nin rakipsiz bir güç olarak yükselmesiyle birlikte, Amin devasa eşitsizlik, güvencesiz emek, tarımın tahribatı ve politik dinden kaynaklanan tehlikelerle sonuçlanacak yeni bir çağ üzerine, “kaos imparatorluğu” üzerine yazmaya başladı. Amin’in 1992’de izini sürdüğü şey, 20 yıl sonra aynı temalara değindiği Günümüz Kapitalizminin İç-patlaması’nda açık seçik bir hale geldi. Tekeller, iş insanlarını “ücretli hizmetçi”lere ve gazetecileri de “medya ruhbanları”na dönüştürerek sistemin canını emmişti. Finansın hakim olduğu ve insanların bir güvencesiz işten bir başkasına dolanıp durduğu sürdürülemez bir dünya sisteminin insanlığın geleceğini tehdit ettiği görünüyordu. Dünyaya baktı ve bir vampir gibi dünyanın kanını emen tekel-hakimiyetindeki sisteme gerçek bir alternatif bulamadı. Bu, tarihin insanlığı uçuruma ittiği anlamına gelmiyordu. Diğer seçenekler önümüzde uzanıyor.
Amin, son 40 yıl boyunca Üçüncü Dünya Forumu’nu yönettiği Dakar’daydı (Senegal’in başkenti). Burada penceresinden dışarı baktı ve günümüz dünyasının karşı karşıya olduğu tehlikeleri ve de olanakları gözlemledi. Bu yıl Karl Marx’ın 200. doğum günüydü. Amin son yazılarından birinde Marx’ı yad ederken Komünist Manifesto’dan şu satırları alıntılamıştı: sınıf savaşı “ya toplumun tümüyle devrimci bir yeniden kuruluşuyla ya da çatışan sınıfların birlikte mahvolmalarıyla sonuçlanmıştır.” “Bu cümle,” diyordu Amin, “uzun süre düşünüşümün ön planında yer aldı.” Kafayı yenilgiye takmadı: “Kesintisiz devrim,” diyordu, “çevre için hala gündemdedir. Sosyalist dönüşüm sürecindeki restorasyonlar geri döndürülemez değildir. Ve emperyalist cephede, merkezin zayıf halkalarında kırılmalar tasavvur edilemez değildir.”
Durum ne kadar kötü olursa olsun (acımasızlık ve çirkinlik her yerde) mücadelelerimiz yenilmedi ve geleceğimiz hala meçhul. “Biz direndiğimiz sürece”, diyecekti, “özgürüz.”
[The Hindu’daki İngilizce orijinalinden Levent Kara tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Samir Amin, 12 Ağustos Pazar günü öldü. Nasırcılık zamanlarında büyüyen ve dünyayı mahvolmuş halde terk eden bir Mısırlı Marksistler nesli de onunla birlikte gitti. Amin 1931’de Kahire’de doğru. Cemal Abdülnasır ve Hür Subaylar, Mısır’ın Britanya güdümlü monarşisini devirip ülkelerini bağlantısız bir rotaya yönlendirdiklerinde Paris’te doktora öğrencisiydi.
Amin’in tezi (ekonomi üzerineydi) Fransız Komünist Partisi’nde etkin olduğu bir zamanda yazıldı. Tezinde, kendi memleketinin ve sömürgeci tehdit tarafından yağmalanan diğer ülkelerin sorunları üzerine kafa yoruyordu. Diğer bağımlılık teorisyenleri gibi Amin için de Üçüncü Dünya soygun ve yağmanın yanı sıra sanayisizleştirme ve eşitsiz değişimden mustaripti. Nasır’ın Mısır’ının da aralarında olduğu Üçüncü Dünya ülkeleri için politik alan geniş değildi. Kurtuluş zor olacaktı. Tekelci kapitalizmin boyunduruğunu kırmak, sömürgeciliğin yıkıntılarından doğrulmak ve zorunlu bir sosyalist geleceğe doğru ilerlemek cesaret istiyordu.
Amin, kendi kuşağından Hindistanlı Ashok Mitra ve Brezilyalı Celso Furtado gibi, hemen akademiye gitmedi. Ülkesine, Kahire’ye gidip 1957-1960 yılları arasında Nasır’ın Ekonomi Yönetimi Enstitüsü’nde çalıştı. Daha sonra Mali’nin başkenti Bamako’ya giderek 1960-1963 yılları arasında Planlama Bakanlığı’nda danışman olarak çalıştı. Amin, kendi ülkesi ve diğer Afrika ülkeleri için bir ajanda uygulamaya çalıştığı bu yılları daha sonra sevgiyle anacaktı. Dünyanın güçlü ülkeleri (ABD liderliğindeki emperyalist blok) ve tekelci kapitalist sistem tarafından oluşturulan sınırlamalar Mısır ve Mali gibi devletlerin büyük bir atılım yapmasını engelliyordu. Amin’in 1960’larda yayımlanan ilk kitabı Mali, Gine ve Gana’da uygulanan kalkınma deneyimi üzerineydi. Gelişmekte olan safiyane düşüncelere karşı uyarıda bulundu. Dünyadaki eşitsiz sistem güçlüler için kâr, zayıflar içinse yoksulluk üretiyordu.
Amin, kendisini bağımlılık teorisinin ön sıralarına getiren en önemli kitabı Dünya Ölçeğinde Birikim’de (1970), çevre ülkelerdeki kaynakların merkezdeki zengin ülkelere “emperyalist rant” diye andığı bir süreçle nasıl aktığını gösterdi. Amin, sistem 1970’lerde değişirken bu değişimleri ampirik ve teorik olarak takip etti. Tam da bu periyotta, çevre ülkeleri merkez ülkelerin baskılarından ve kalkınma ajandalarından uzaklaşmaya çağırdığı “Kopuş: Çok-merkezli bir Dünyaya Doğru” (1985) kitabını yazdı.
Büyük kaos çağı
SSCB’nin çöküşü ve ABD’nin rakipsiz bir güç olarak yükselmesiyle birlikte, Amin devasa eşitsizlik, güvencesiz emek, tarımın tahribatı ve politik dinden kaynaklanan tehlikelerle sonuçlanacak yeni bir çağ üzerine, “kaos imparatorluğu” üzerine yazmaya başladı. Amin’in 1992’de izini sürdüğü şey, 20 yıl sonra aynı temalara değindiği Günümüz Kapitalizminin İç-patlaması’nda açık seçik bir hale geldi. Tekeller, iş insanlarını “ücretli hizmetçi”lere ve gazetecileri de “medya ruhbanları”na dönüştürerek sistemin canını emmişti. Finansın hakim olduğu ve insanların bir güvencesiz işten bir başkasına dolanıp durduğu sürdürülemez bir dünya sisteminin insanlığın geleceğini tehdit ettiği görünüyordu. Dünyaya baktı ve bir vampir gibi dünyanın kanını emen tekel-hakimiyetindeki sisteme gerçek bir alternatif bulamadı. Bu, tarihin insanlığı uçuruma ittiği anlamına gelmiyordu. Diğer seçenekler önümüzde uzanıyor.
Amin, son 40 yıl boyunca Üçüncü Dünya Forumu’nu yönettiği Dakar’daydı (Senegal’in başkenti). Burada penceresinden dışarı baktı ve günümüz dünyasının karşı karşıya olduğu tehlikeleri ve de olanakları gözlemledi. Bu yıl Karl Marx’ın 200. doğum günüydü. Amin son yazılarından birinde Marx’ı yad ederken Komünist Manifesto’dan şu satırları alıntılamıştı: sınıf savaşı “ya toplumun tümüyle devrimci bir yeniden kuruluşuyla ya da çatışan sınıfların birlikte mahvolmalarıyla sonuçlanmıştır.” “Bu cümle,” diyordu Amin, “uzun süre düşünüşümün ön planında yer aldı.” Kafayı yenilgiye takmadı: “Kesintisiz devrim,” diyordu, “çevre için hala gündemdedir. Sosyalist dönüşüm sürecindeki restorasyonlar geri döndürülemez değildir. Ve emperyalist cephede, merkezin zayıf halkalarında kırılmalar tasavvur edilemez değildir.”
Durum ne kadar kötü olursa olsun (acımasızlık ve çirkinlik her yerde) mücadelelerimiz yenilmedi ve geleceğimiz hala meçhul. “Biz direndiğimiz sürece”, diyecekti, “özgürüz.”
[The Hindu’daki İngilizce orijinalinden Levent Kara tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]