Kapitalizmin bir dönemki mezar kazıcıları, kapitalizmin ve emperyalizmin payandalarına, destekçilerine dönüştü. Bunun için sömürgecilik döneminde, özellikle de emperyalist dönemde işçi sınıfı enternasyonalist değildir; tam tersine millicidir, emperyalizmin destekçisidir. Bu nedenle de, bizim gibi ülkelerin işçi sınıfları antiemperyalist ve millicidir. Hayal aleminde yaşamayın! Çevrenize bakın! Yakın tarihe bakın! Ezberinizi bozun! Marx ve Engels’in 170 yıl önce söyledikleri ancak emperyalist sömürüyü ortadan kaldırabilirsek yeniden doğru olacaktır.”

Bu satırların yazarı Yıldırım Koç’tur. Geçtiğimiz günlerde Aydınlık’ta “Ezber bozalım: ‘işçi sınıfı enternasyonalisttir’ başlıklı yazısında yukarıdaki “düşünceleri” döktürmüş. Koç’un uzun yıllar Türk-İş’te görev almış olması, onun bugün işçilere ne tavsiye etmiş olması bakımından önem taşıyor. Koç bu söylediklerini 19.YY’ın ilk yarısında işçilerin sert sınıf mücadelelerine giriştiği, ama ikinci yarısında burjuvazinin sömürgeciliğine ve sonrasında emperyalizmine destek vermesi karşılığında yaşam koşullarını biraz düzeltiği, yani “millici” olduğu gibi çarpıtmalara dayandırıyor. 

Önce tarihsel gerçeklere bir göz atalım. 19.YY tümüyle işçi sınıfının sert mücadelelere giriştiği bir yüzyıldır. Koç’un iddiasının aksine her iki Enternasyonal de 19.YY’ın ikinci yarısında kurulmuştur. Paris Komünü’nün ortaya çıktığı tarih de 1871’dir. İşçilerin ilk kitle partisi sayılabilecek Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisinin kurulması ve gelişmesi, işçi sınıfı mücadelesine çok önemli tarihsel deneyimler kazandırması da 19.YY’ın ikinci yarısından sonradır. İşçi hareketi kapitalizmin geliştiği hemen her ülkeye yayılmıştır. Bu dönemde uluslararası işçi hareketinin temel hareket noktası Marx ve Engels’in çok doğru olarak tespit ettikleri gibi işçi sınıfının Avrupa’nın tek bir ülkesinde iktidarı almayı başaramayacağı, Avrupa ülkelerindeki devrimlerin eş zamanlı gerçekleşeceği tespitidir. Bu da “milliciliği” değil, enternasyonalizmi, işçi sınıfının uluslararası dayanışmasını ve birliğini öne çıkarıyordu.

Peki sömürgecilik ve sonrasında emperyalizm işçi sınıfını nasıl etkiledi? Başta İngiltere olmak üzere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde sermaye sınıfı sömürgelerin yağmalanması üzerinden elde ettiği ganimetin küçük bir bölümünü işçi sınıfının üst tabakasını, sendika yönetimlerini yemlemek üzere kullandı. Kısacası kendi Koç’larını beslemeye başladılar. Bu durum işçi aristokrasisi denilen bir tabakanın ortaya çıkmasına yol açtı. Buna işçi sınıfı içerisindeki sermaye partisi de diyebiliriz. Bizim işçilerimiz de bugün bu tür sendikacıları çok iyi tanıyorlar ve onların sınıf bilinçli kesimleri sendikaları yeniden işçi sınıfının çıkarları için mücadele eden örgütlere dönüştürme mücadelesi veriyorlar. Emperyalist ülkelerdeki işte bu işçi aristokrasisi sendikalarda ve bunların sosyalist partilerin içerisindeki uzantıları işçi sınıfının ana kitlesinin kendi sermayelerinin çıkarlarını savunmak üzere hareket etmesi için gerici, işçi sınıfına ihanet demek olan bir çaba içerisine girdi. 

Oysa sömürgeciliğin ve emperyalizmin egemen olması kapitalizmin merkezlerindeki işçi sınıfının mücadelesi ile, sömürgelerin ezilen halklarının mücadelesini zorunlu olarak birbirine bağlamıştı. Yani emperyalist ülkelerin işçi sınıflarının iktidar mücadelesi ile ezilen ve sömürülen halkların emperyalizme karşı mücadelesi aynı zincirin halkaları halinde birleşmişlerdi. Bu durumda da işçi sınıfının politikası “millicilik” değil, enternasyonalist bir politika olmak zorundaydı. Sosyalistler de işçi sınıfının işte bu ruhla eğitilmesi ve mücadele etmesi için çaba gösterdiler. O dönemde de karşılarında o zamanın Koç’ları bulunuyordu.

Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, işçi sınıfının ücretli kölelikten kurtulma davasına bağlı kalan sosyalistlerin, komünistlerin işçi sınıfına çağrısı, sınıf kardeşleri olan diğer ülkelerin işçilerin kanını dökmek değil, kendi burjuvalarının iktidarının yıkılması için mücadele etme çağrısı idi. Yani enternasyonalizme bağlı kalma. Ama o dönemin Koç’ları işçilere kendi “milli” devletlerini destekleme, sınıf kardeşlerini boğazlamayı tavsiye ettiler. Oysa bu devletler milli defterleri çoktan kapatmış, yani kendi ulusal birliklerini kurmuş, ulusal görevleri tamamlamış, artık diğer uluslara karşı saldırgan ve yayılmacı politikalar izleyen emperyalist devletlere dönüşmüşlerdi. Savaşın ortaya çıkardığı tablo açıktır: Mmilyonlarca işçi ve emekçinin katledilmesi, açlık ve sefalet. Ama enternasyonalizme, işçi sınıfının davasına bağlı kalan Bolşevikler, emperyalist dönemin, serbest rekabetçi dönemden farklılaşan, eşit olmayan gelişme özelliğinden de faydalanarak emperyalist zinciri en zayıf halkasından parçaladılar, sömürüyü ortadan kaldıracak yeni bir dünya yaratma işine giriştiler.

Gerçekler ortadadır. Tarih yeterince öğreticidir. Enternasyonalizme, sınıf dayanışmasına ve birliğine bağlı kalmayan bir işçi sınıfı kendi ülkesinde de ücretli köleliği yıkamayacaktır. Hele ülkede bir de çözülmemiş bir ulusal sorun, yani Kürt sorunu bulunuyorsa, o ülkenin işçileri “millicilik” bayrağı sallayan devletlerin, hükümetlerin, parti ve akımların peşinden değil, sınıf kardeşliğinin, ezilen ulusun özgürlüğünün ve eşitliğinin yanında tutum almak zorundadır. Çünkü Kürt işçilerinin ve halkının ulusal köleliği, Türk işçi ve emekçisinin de kölelik halkalarının sağlamlaşması anlamına gelmektedir. Yaşam bunu her gün doğrulamaktadır. Emperyalist bağımlılık ilişkilerini parçalayıp atmanın yolu da buradan geçiyor. Milli burjuvaların peşine takılmak, ezilen ulusa karşı “milli bayrak” sallamak, bitmez ulusal kavgaların, emperyalizme köleliğin yaygınlaşıp, sağlamlaşmasından başka bir anlam taşımamaktadır. Özetle: işçiler eğer ücretli kölelik ve sömürü çarkından kurtulmak istiyorlarsa, demokrasi ve özgürlük istiyorlarsa enternasyonalizme mahkumdurlar. Koçların peşine takılarak enternasyonalizmden vazgeçmek, mezbahaya giden en kısa yol olacaktır. (AHMET YAŞAROĞLU-EVRENSEL)
Daha yeni Daha eski