“Kutsal devlet”, Cumartesi Annelerinin çığlığı ve vicdanı kirlenmiş çoğunluk!
Unutulmasın, haysiyetleri, özgürlükleri, hakları için mücadelede kararlı olanlar için kaybetmek diye bir şey yoktur… Sevgili Cumartesi Annelerine selam olsun…
Türkiye’deki rejim, Osmanlı İmparatorluğunun ‘doğrudan devamadır’! Osmanlı imparatorluğu varlığını esas itibariyle kitle katliamlarına ve zorunlu göçertmelere [ iskân siyaseti] borçluydu. Bu, kutsal devlet refleksinin bir boyutuydu… Saray içi cinayetler de istisna değil, kuraldı… Baba, oğul, kardeş, torun ve akrabalar da ‘gerektiğinde’ kutsal devlete kurban edilirdi… Esasen bu bir imparatorluk pratiğidir ki, tüm imparatorluklar, hanlıklar, vb. için az-çok geçerlidir… Sadece köklü Doğu İmparatorluklarında daha belirgindi… Esasen Saray demek, entrika, hile, komplo, tuzak, cinayet… demektir.
Tüm imparatorluklar doğası gereği mülti-etnik sosyal formasyonlardır. Osmanlı İmparatorluğu da onlarca dini, etnik, kültürel çeşitliliği kapsıyordu. Cumhuriyete giden süreçte, kapsamlı bir ektin temizlik gerçekleşti. Müslüman-Türk olmayan unsurlar-kimlikler, katliamlar ve sürgünlerle tasfiye edildi. Türk etnisitesine mensup Hristiyanlar da sürgünden nasibini aldı… Bunun tek istisnası Kürtlerdi. Kürtler, Müslüman olduklarına göre, zamanla Türkleştirilebilir, değilse ‘asimile edilebilir’ bir kitle olarak görülüyordu… 1920’li yılların ortalarından itibaren radikal bir Türkleştirme operasyonu başlatıldı… Onca katliama, baskıya, şiddete, devlet terörüne, sürgüne, kıyıma, yasağa ve yok saymaya rağmen, Kürtleri istedikleri gibi hizaya getiremediler. Operasyon başarılı olamadı. Kürtler kimliklerine, kültürlerine, haysiyetlerine yönelik kapsamlı saldırıya direndiler, pes etmediler. Hakları ve özgürlükleri için mücadeleyi sürdürdüler…
TC’nin yasaları Kürtler söz konusu olduğunda farklı uygulanır. Zaten 1925’den 1946’ya kadar bölgede sıkı yönetim geçerliydi. 1965’e kadar da Kürt Bölgelerine yabancıların girmesi yasaktı… Aslında yoğunluğu zaman zaman değişse de, geride kalan yaklaşık yüz yılda Kürt illerinde her zaman olağanüstü hâl geçerli oldu… Yüzyıl sonra bu gün de ‘garp cephesinde yeni bir şey yok!’ Rejim Kürtleri bastırırken aynı zamanda Batı’da da hakları, özgürlükleri ve demokrasiyi, paranteze almayı başarıyor… Kürt sorunun çözmek istemelerinin bir nedeni de bu… Tabii rejimin mafyalaşmasını ve çürümesini de sîneye çekmek koşuluyla…
Rejimin sloganı aşağı yukarı şöyledir: katlediyorum, o halde varım… Bu, farklı düşüneni hain, muhalifi düşman sayan bir rejimdir. Gerçek durum öyledir ama söylem farklıdır. Türkiye’nin ‘laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti’ olduğu söylenir ve çoğunluk da da öyle olduğunu sanır. Oysa, hukuku olmayan bir devlet olmaz! Öyle bir şey eşyanın tabiatına aykırıdır. Hukuk tamam da, kimin hukuku ne için, kimin için?
Kutsal devlet, “devletin yüksek çıkarları [Raison d’État] ‘için” katlediyor, cinayetler işliyor ve ona “faili meçhul cinayetler” veya “gözaltında kayıplar!” deniyor… Aslında orada kelimenin kendisindeki çelişki söz konusudur, zira gözaltında olan kaybolmaz… Kaybolmaması için gözaltına alınmıştır çünkü… Göz önündeki yok olur mu? Buharlaşır mı? Bir şey daha var: Elbette failinin bulunamadığı, bilinemediği vakalar da olur ama 5 bin, 10 bin, 15 bin… “faili meçhul” olmaz… Aslında “faili meçhul” cinayetler söylemi devletin suçunu örtmek , devlet katliam yapıyor, ‘taamüden insan öldürüyor’ dememek için uydurulmuştur… Zaten devletin kutsal sayıldığı yerde ‘gerisi teferrüattır denir… Orada insan yaşamının bir değeri yoktur!
TC katlediyor, anneler, babalar, kardeşler, dostlar, akrabalar, muhalifler de bıkıp-usanmadan, yılmadan, büyük bedeller de ödeyerek, katliamları teşhir etme, açık etme ısrarını sürdürüyor… O zaman ister-istemez bir soru akla geliyor: Devlet bu işi neden bu kadar kolay yapabiliyor? Bir insanın sadece muhalif olduğu için, Kutsal devletin hoşuna gitmediği için, hunharca öldürülmesine insanlar neden itiraz etmez ve o utanca, o insanlık suçuna ortak olur? Bir insan, öteki insanın haksızlığa uğramasına, acı çekmesine neden kayıtsız kalır? Vicdanları kirlenmiş olduğu için…
Karşı çıkanlar hep küçük bir azınlık olarak kaldığı için bunca zamandır devlet cinayetleri aydınlatılamıyor… Toplum çoğunluğu ‘devlet ne eylerse iyi eyler!’ dediği için… İdeolojik kölelikten nasiplendiği için, “kutsal devlete” taptıkları için… Devletin aslında ne olduğundan habersiz oldukları için …
Unutmayın, Cumartesi Anneleri, 23 yıldır İstiklâl Caddesinde, Galatasaray Lisesinin önünde sizin haklarınız, şerefiniz, haysiyetiniz, özgürlüğünüz için toplanıyor, coplanıyor, yerlerde sürükleniyor, birer gazına maruz kalıyor… Kutsal devlet orada durdukça adına ‘faili meçhul’, ‘gözaltında kayıp’ denilen de devam eder. Zira, devlet “ehlileştirilebilir değildir, devletin iyisi olmaz”… Tabii özgürlük. sosyal eşitlik ve haysiyet mücadelesi de kaldığı yerden devam edecek… Unutulmasın, haysiyetleri, özgürlükleri, hakları için mücadelede kararlı olanlar için kaybetmek diye bir şey yoktur… Sevgili Cumartesi Annelerine selam olsun… (FİKRET BAŞKAYA - ÖZGÜR ÜNİVERSİTE)
Türkiye’deki rejim, Osmanlı İmparatorluğunun ‘doğrudan devamadır’! Osmanlı imparatorluğu varlığını esas itibariyle kitle katliamlarına ve zorunlu göçertmelere [ iskân siyaseti] borçluydu. Bu, kutsal devlet refleksinin bir boyutuydu… Saray içi cinayetler de istisna değil, kuraldı… Baba, oğul, kardeş, torun ve akrabalar da ‘gerektiğinde’ kutsal devlete kurban edilirdi… Esasen bu bir imparatorluk pratiğidir ki, tüm imparatorluklar, hanlıklar, vb. için az-çok geçerlidir… Sadece köklü Doğu İmparatorluklarında daha belirgindi… Esasen Saray demek, entrika, hile, komplo, tuzak, cinayet… demektir.
Tüm imparatorluklar doğası gereği mülti-etnik sosyal formasyonlardır. Osmanlı İmparatorluğu da onlarca dini, etnik, kültürel çeşitliliği kapsıyordu. Cumhuriyete giden süreçte, kapsamlı bir ektin temizlik gerçekleşti. Müslüman-Türk olmayan unsurlar-kimlikler, katliamlar ve sürgünlerle tasfiye edildi. Türk etnisitesine mensup Hristiyanlar da sürgünden nasibini aldı… Bunun tek istisnası Kürtlerdi. Kürtler, Müslüman olduklarına göre, zamanla Türkleştirilebilir, değilse ‘asimile edilebilir’ bir kitle olarak görülüyordu… 1920’li yılların ortalarından itibaren radikal bir Türkleştirme operasyonu başlatıldı… Onca katliama, baskıya, şiddete, devlet terörüne, sürgüne, kıyıma, yasağa ve yok saymaya rağmen, Kürtleri istedikleri gibi hizaya getiremediler. Operasyon başarılı olamadı. Kürtler kimliklerine, kültürlerine, haysiyetlerine yönelik kapsamlı saldırıya direndiler, pes etmediler. Hakları ve özgürlükleri için mücadeleyi sürdürdüler…
TC’nin yasaları Kürtler söz konusu olduğunda farklı uygulanır. Zaten 1925’den 1946’ya kadar bölgede sıkı yönetim geçerliydi. 1965’e kadar da Kürt Bölgelerine yabancıların girmesi yasaktı… Aslında yoğunluğu zaman zaman değişse de, geride kalan yaklaşık yüz yılda Kürt illerinde her zaman olağanüstü hâl geçerli oldu… Yüzyıl sonra bu gün de ‘garp cephesinde yeni bir şey yok!’ Rejim Kürtleri bastırırken aynı zamanda Batı’da da hakları, özgürlükleri ve demokrasiyi, paranteze almayı başarıyor… Kürt sorunun çözmek istemelerinin bir nedeni de bu… Tabii rejimin mafyalaşmasını ve çürümesini de sîneye çekmek koşuluyla…
Rejimin sloganı aşağı yukarı şöyledir: katlediyorum, o halde varım… Bu, farklı düşüneni hain, muhalifi düşman sayan bir rejimdir. Gerçek durum öyledir ama söylem farklıdır. Türkiye’nin ‘laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti’ olduğu söylenir ve çoğunluk da da öyle olduğunu sanır. Oysa, hukuku olmayan bir devlet olmaz! Öyle bir şey eşyanın tabiatına aykırıdır. Hukuk tamam da, kimin hukuku ne için, kimin için?
Kutsal devlet, “devletin yüksek çıkarları [Raison d’État] ‘için” katlediyor, cinayetler işliyor ve ona “faili meçhul cinayetler” veya “gözaltında kayıplar!” deniyor… Aslında orada kelimenin kendisindeki çelişki söz konusudur, zira gözaltında olan kaybolmaz… Kaybolmaması için gözaltına alınmıştır çünkü… Göz önündeki yok olur mu? Buharlaşır mı? Bir şey daha var: Elbette failinin bulunamadığı, bilinemediği vakalar da olur ama 5 bin, 10 bin, 15 bin… “faili meçhul” olmaz… Aslında “faili meçhul” cinayetler söylemi devletin suçunu örtmek , devlet katliam yapıyor, ‘taamüden insan öldürüyor’ dememek için uydurulmuştur… Zaten devletin kutsal sayıldığı yerde ‘gerisi teferrüattır denir… Orada insan yaşamının bir değeri yoktur!
TC katlediyor, anneler, babalar, kardeşler, dostlar, akrabalar, muhalifler de bıkıp-usanmadan, yılmadan, büyük bedeller de ödeyerek, katliamları teşhir etme, açık etme ısrarını sürdürüyor… O zaman ister-istemez bir soru akla geliyor: Devlet bu işi neden bu kadar kolay yapabiliyor? Bir insanın sadece muhalif olduğu için, Kutsal devletin hoşuna gitmediği için, hunharca öldürülmesine insanlar neden itiraz etmez ve o utanca, o insanlık suçuna ortak olur? Bir insan, öteki insanın haksızlığa uğramasına, acı çekmesine neden kayıtsız kalır? Vicdanları kirlenmiş olduğu için…
Karşı çıkanlar hep küçük bir azınlık olarak kaldığı için bunca zamandır devlet cinayetleri aydınlatılamıyor… Toplum çoğunluğu ‘devlet ne eylerse iyi eyler!’ dediği için… İdeolojik kölelikten nasiplendiği için, “kutsal devlete” taptıkları için… Devletin aslında ne olduğundan habersiz oldukları için …
Unutmayın, Cumartesi Anneleri, 23 yıldır İstiklâl Caddesinde, Galatasaray Lisesinin önünde sizin haklarınız, şerefiniz, haysiyetiniz, özgürlüğünüz için toplanıyor, coplanıyor, yerlerde sürükleniyor, birer gazına maruz kalıyor… Kutsal devlet orada durdukça adına ‘faili meçhul’, ‘gözaltında kayıp’ denilen de devam eder. Zira, devlet “ehlileştirilebilir değildir, devletin iyisi olmaz”… Tabii özgürlük. sosyal eşitlik ve haysiyet mücadelesi de kaldığı yerden devam edecek… Unutulmasın, haysiyetleri, özgürlükleri, hakları için mücadelede kararlı olanlar için kaybetmek diye bir şey yoktur… Sevgili Cumartesi Annelerine selam olsun… (FİKRET BAŞKAYA - ÖZGÜR ÜNİVERSİTE)