Para ve dinsellik İstanbul’a karşı!

İstanbul’u şekillendirmek yalnızca kenti planlamaktan ibaret değil. Çok daha geniş bir çabanın, siyasal ve ideolojik düşünce ve aktif tutumun yansıması...


AKP’li yıllarda İstanbul, rant kavgasına işaret eden bir inşaat furyası ile altüst edildi. Yalnızca konut ve sanayi alanları değil, genel görünümü, silueti, anıtları, hafıza mekânları, kamusal alanları geçtiğimiz 30 yılın en büyük değişimini yaşıyor. Bu arada kentin sembolleri de değişiyor.

AKP’li yıllarda kent imgesinin değişimi

Erdoğan, bizzat belediye başkanlığı döneminden itibaren, İstanbul’un içinde bulunduğu durumdan sorumlu. Ancak asıl tahribat AKP hükümetleri döneminde, 2002’den bu yana gerçekleşti.

2000’lerde İstanbul’u, kent mekânını ve imgesini pazarlamak amacıyla 1980’lerden günümüze bir dizi strateji geliştirildi; bu alan mücadelelere sahne oldu. İstanbul’un kimi bölgelerinde, örneğin Ataşehir’de bir finans merkezi kurulması için girişim başlatıldı.

AKP döneminde İstanbul’un imgesi, silueti büyük ölçüde değişti; daha önceki tüm dönemlerden farklı olarak, daha köklü biçimde, tabir yerindeyse “rahatı, huzuru kaçtı”. 2004’te Küresel Kent İstanbul, 2010’da Avrupa Kültür Başkenti olarak İstanbul imgesi, İstanbul’un zenginlikleri alıcı gözler önüne serildi, satışa sunuldu.

İstanbul AKP hükümetleri ve onların imaj yapıcıları tarafından 2004’ten bu yana küresel kent olarak dünyaya pazarlanıyor. Küresel kent olmak ve kent mekânlarının böyle pazarlanması yeni sosyal eşitsizliklere ve dışlanma biçimlerine yol açıyor. Bu durum kentin ülkenin bütününden ayrık ve sermaye egemenliğinde, hatta kapitalist ekonomilerin kriz koşullarında yeniden şekilleniyor olması ile ilişkili görülüyor. Bu görüş aynı zamanda İstanbul’u geniş bir jeopolitik bölgenin payitahtı olacak şekilde yeniden inşa etme çabalarıyla bütünleşiyor. Kısacası İstanbul’u şekillendirmek ve yeniden şekillendirmek yalnızca harita üzerinde bir kenti planlamaktan ibaret değil. Çok daha geniş bir çaba ve düşünce öbeğinin, siyasal ve ideolojik düşünce ve aktif tutumun bir yansıması söz konusu. Sadece plancıların değil, birçok faktörün devrede olduğu, güç ilişkileriyle, sınıf çelişkileriyle, etnik ve dini önceliklerle, benimsenen sembolizmle şekillenen bir denklemden, uluslararası ölçekte örnekler ve devletin, iktidarların, sermaye güçlerinin bunlar arasından yapmakta olduğu seçimlerden söz ediyoruz. Bu süreç aynı zamanda insanların günlük yaşantılarını, mekân ilişkilerini de etkilemeye, belirlemeye devam ediyor.

Kentimiz bir inşaat alanı, bir şantiye halinde; gökdelen öbeklerinden oluşan silueti reklamlardan dizilere, filmlere yeni ve popüler kent imgeleri haline geldi. İstanbul kalabalıktan yürünmez, gezilmez, hafta sonları dışarı çıkılmaz, Boğaz’a, Beyoğlu’na gidilmez ve metro istasyonları da bizi oralara taşıdığına göre ancak ve ancak çoluk çocuk AVM’lere doluşulan bir kent oldu. İstanbul’un sanayi ve emek yapısı değişti. Birçok insanı evlerinden ve mahallelerinden uzaklaştıracak şekilde hızlı bir sanayisizleşmeye emekçilerin kent dışına sürülmesi, emeğin nitelik değişimi eşlik etti.

Burjuvazinin 'yeni' tercihi

Günümüz kentlerinde giderek daha çok karmaşık ve çelişkili imgelerden söz ediliyor. Daha önceki yüzyılların modernistleri için kent mekânını açmak ve düzlemek, geçmişi silmek, geçmişten, eski rejimden kopmak anlamına geliyordu. Onlar mirası reddediyorlar; yeni alanlar, kendi yaşam kültürleri için temiz, minimal alanlar düşlüyorlardı. Eski şehri unutma, aşma, terk etme, onun kaotik, organik ve bozulmuş, kirlenmiş varlığından ve atmosferinden kurtulma arzusu, toplumun yeni ve yükselen sınıflarının, burjuvazinin yeni, planlı, düzgün, güvenli kendi modern kent ütopyasına uygun mekânlar ortaya çıkardı. Bunlar klasik geleneklerden kopmayı hedefledi.

Türkiye örneğinde Cumhuriyet dönemi klasiklerden, eski dönemlerden arta kalanların derlenip parlatılmasına, bazılarının da üstünün örtülmesine neden oldu. İstanbul’da burjuvazi kendi kent imgesine uygun yeni, modern mekânlar yaratırken, yalnızca kenti çevreye doğru büyütmekle kalmadı, eskilerin üstünü kapatmayı ya da radikal kararlarla yıkıp geçmeyi tercih etti. Günümüzde ise eski mahallelere soylulaşma ya da mutenalaşma adı altında sınıf atlatılıyor ya da 1980 ve 90’larda dünya kentlerinde olduğu gibi eski ile yeninin üst üste konduğu, karmaşık, parçalı, postmodern yapılar ve alanlar kültürel yaşama yeni merkezler, yaşam alanları olarak armağan ediliyor. Ama aynı süreçte kent yoksullarından, emekçilerden temizlenmiş kent merkezlerinin yeniden değer kazandığı, kimi alanların kamusal kullanıma kapatıldığı, sosyal tesislerin yok edildiği, kamusal alanların en sonuncusuna kadar rant yağmasına açıldığı soylulaştırma/mutenalaştırmanın da işlediğini görüyoruz.

Gündelik yaşamın dinselleşmesi

AKP iktidarları döneminde, İstan-bul’un her yanına yüksek binalar, gökdelenler, alışveriş merkezleri ve yeni camiler inşa edildi. Çamlıca tepesi, Göztepe Parkı ve Taksim alanı gibi bazı önemli, sembolik noktalara yeni camiler inşa edilmesi tartışmaları devam etti. AKP döneminde kentsel dönüşüm alanlarında yer alan eski ve küçük camiler yıkılırken yerlerine devasa camiler inşa edildi. Başbakan Ataşehir Mimar Sinan Camisi’ni anlatırken kendinden geçip eserini Seladin camileriyle karşılaştırdı. Erdoğan’ın büyüklenerek ve böbürlenerek, kendini büyük Osmanlı Padişahları ile aynı kefeye koyarak böyle inşaatlar yapması AKP iktidarının yalnızca Yeni Osmanlıcılık diye adlandırılan bir tarzı hayata geçirmeye çalışmasını değil, aynı zamanda bilgisizlik ve cehaletini de ortaya koyuyor. Çünkü Seladin camiler padişahların başarıyla gerçekleştirdikleri seferlerden dönüşte, bu seferin kazancıyla yaptırdıkları, çok şerefeli, minareli camiler. Klasik dönemin bu türden camileri padişah dışında kimse tarafından yapılmamış.

Taklit semboller

Modern ve laik özellikleriyle öne çıkan Ataşehir’de bu büyüklükte ve mimaride bir caminin yapılmasından ötürü Başbakan yalnızca sözleri ve büyüklenmesiyle değil seçilen mimari açıdan da eleştirildi. 21. yüzyılda mimaride Osmanlı dönemi eserlerin benzerlerinin kullanılıyor olması tepki uyandırdı. Ayrıca bölgede yaşayan ve kentsel dönüşüm planları, çekişme ve pazarlıkları içine sokulmuş bulunan İmar-İskân mahallesi sakinleri bu cami inşaatı başlayana kadar bölgede açıkta kanalizasyon aktığını, ancak cami duvarı yapılırken bunun kapatıldığını anlatıyorlar. Yani kendilerine yatırım yapmayan devlet, camisi için etrafı düzeltiyor.

Arka planda yer alan gökdelenler, postmodern binalar ve inşaatlar ile bu taklit camiler İstanbul’un AKP dönemi sembolleri olarak yükseliyor. Etrafta başka yeşil alan, park alanı yokken caminin bahçesi bir park alanı olarak civarda yaşayanlara öneriliyor, bu da gündelik yaşamın dinselleştirilmesine bir örnek oluşturuyor.

Diğer yandan Osmanlı döneminden günümüze kalan klasik Tarihi Yarımada siluetini bozacak birçok inşaat yükselirken Marmaray için inşa edilen Şişhane-Haliç Metro Geçiş Köprüsü hem Süleymaniye hem de Haliç’ten içeriye doğru bakıldığında İstanbul’un son derece önemli ve güzel tarihi siluetini görünmez kılmıştır.

En bilinen biçimiyle yoz beğeni olarak tanımlayabileceğimiz kitch’ler kent mekânını teslim alıyor. Osmanlı özentisi satış noktaları, kent düzenlemeleri ve temsiller en hafif deyimiyle postmodern kitch’ler oluşturmakta, kent sokak ve meydanlarını doldurmaktadır. Bu kent düzenlemeleri için yandaş şirketlere ödenen büyük meblağlar düşünüldüğünde kentte yaşayanların baharda lalelere öfke duyması için yeterli sebep vardır.

İyi tarafından bakacak olursak bazı kent imgeleri aynı zamanda kent için verilen mücadeleleri de simgeliyor.

Haziran günlerinde Taksim’de, boyun eğmeyen AKM, mücadelemizin en önemli simgelerinden biri haline geldi.

Beykozlu’ya kalacak Beykoz mu kaldı!

Seçim döneminin kente dair en büyük yalan sloganlarından biri “Beykozlu Beykoz’da Kalacak” idi. Deri Kundura, Tekel ve Şişe Cam’ın istihdam edip beslediği Beykoz’a sanayisizleşme, “soylulaştırma” ve kentsel dönüşüm projeleri damga vuruyor. Beykozlu’ya yolun gözüktüğünü dünya âlem biliyor.(SOL.ORG)
Blogger tarafından desteklenmektedir.