İzmir’i arşınlamak

Bir parça keyif tutun avuçlarınızda. Körfezin duru suyunun değilse de Şaşal’ın tadını çıkarın. Erişilebilecek daha birkaç şey değil, çok şey bulacaksınız İzmir’de. İsterseniz lezzetler kovalayın. Sabahları oburca “boyoz” yiyin. Bir tane, iki tane, üç tane, on tane. Yanında mutlaka odun talaşında, tavada ve fırında pişmiş yumurta olsun. Yanında mutlaka karadut şerbeti bulunsun. Ya da derin Demir han içinde koruk şerbeti. Hiçbir şey olmadı limonata. Şeytan Çarşısı’ndan geçiyorsanız kaldırımda şeftali-vişne karışımı için. Yiyecek gücünüz varsa Tepecik’e uzanın orada “hamal böreği” var; ya da yokuş yukarı Eşrefpaşa’da “çiğ börek”.

Öğleyi bulduysanız, içinde koruk çekirdekleri yüzen bir bamya söyleyin kendinize. Cumaysa günlerden, iç pilav üstü kuzu fırında söyleyin. Beklenmedik sürprizlere hazır olun dünyanın en iyi lokantalarının dizili olduğu Kemeraltı’nda. Kefal pilakisi, akya çorbası, ya temiz Karaburun midyesinden yapılma bir buğulama. Enginar, iç baklanın içi bir başka burada. Roka, maydanoz, dereotu hep taze. Kentin yitik bahçelerinden, Roka cumhuriyetinden, Roka bürokrasisinden gelip dağılıyor.
Tatlı aramaya çıktıysanız, içi sarı yumurtalı, kalın manda kaymaklı “Sütlü börek” var. Hala “dilber dudağı”, hala “Bülbül yuvası” var. Hiç olmadı, ayaküstü “Şambali”.

Bütün bunların ardından damak cilası meyve ararsanız, kuytularda, merdiven aralıklarında iyi meyveciler vardır. Biri Hisarönü’nde, biri Kardıçalı’da, biri Gaffarzade oteli yanında (Kemeraltı camisi karşısı), bir başkası Turgutlu geçidinde Çankaya’da. Bunlar hep iyisini, en süzmesini nasıl bulup getirirler İzmir’e?

Akşam çöktüyse bir masa gerek; artık Şükran yok! Bir Veysel Çıkmazı sizi bekler, bir de Yalova’nın ekabir kibarlığı. Yokuşun başında plakların çokluğunun şaşırtıcılığı; epeydir aşınmış bir meyhane de bulunur. Gazino istemek, ne fuarda ne de kıyıda kalmamıştır. Ne Varyanta asılı bir İkinci Ulusal Mimarlık dönemi yapısı, ne de Asansör’de körfez serinliğine bakış, çok vermese de hiç yoktandır.

Keyifleri göze, gönüle göre düzenlemek varsa, Fevzipaşa ile Gazi bulvarı arasında gezinmek gerek. Cumhuriyet’in en güzelleri, Kütahya çinileri orada. Birinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın güzelleri bunlar. Borsa, Kardiçalı, Vakıflar, irili ufaklı mağazalar. Çinilerin geldiği yer Kütahya. Ne çok sevmişiz şu turkuazı. Mavi deyince içimiz ferahlamış. Karanlık Çukur hanı geçince yarım porsiyon Karaosmanoğlu hana kalmışız. Mirkelam Hanı kendini gizlemiş. Orada hala “kontrmanto” işleri yapılıyor, biliyor musunuz? Bir başka handa sucuklar asılı. Ama kantarcılar, taşçılar duruyor gibi. Adı büyük, kendi güzel Ali Paşa meydanı orada kentin ortasında. Uzun Yemiş Çarşısı Sokak’ta eski bir iki pencere, oradan dönünce Cezayir hanına doğru, Halim Ağa çarşısına doğru, tam köşede “İşte buraya gemiler bağlanırmış!” denen bir taş, kaldırıma gömülü. İlla ki bir malta taşı döşeme görmek isterim derseniz, beyler sokakların içine! Eski Adliye deposunun içinde bu taşlardan var. Birinci Beylerde zarif bir eczane duruyor. Hala orada S. Ferid marka “Art Deco” şişelerde “altın damlası” ve “lavanta” bulunuyor. Foto Balım’ın üstünde, yıkıldı yıkılacak Güzel İzmir hanı’nda, saçaklarda Atina fırınlarında pişme parapet vazoları bakıyorlar işte size.

Memleket hastanesi ardında Ali ağa semtinin suları, Balaban yokuşu, caminin derin dehlizli ve huzurlu hazinesi. Arap Fırını sokakta gevrek. Esnaf Şeyhi camisinden yokuş yukarı bakışta, İzmir’in en güzel merdivenleri, Milli Şef’in doğduğu ev..

Ya da yoksulluğun içtenliğini sormaya gidelim. “Masumiyet” filminin çekildiği veremliler koğuşu Güzel Konya Oteli’ni bilir misiniz? Otelin altındaki lokantalarda tutunan, filmde oynamış karakterleri.. Artık “Yeni” olmayan Sadık bey Oteli’ni ve öteki otelleri. Hemşehrilerin tümünü çekmek için yazılmış tabelalarını: Antalya-Akseki-Burdur Hemşehriler Oteli gibi.

Dönertaşın dönüşünü anlatacak bir çakmakçıyı aramaya gider misiniz? Ya da Mezarlıkbaşı zulalarında çift sarmalarını saklayan bitirimleri tanır mısınız? Eminim Yeşil Pasaj’dan geçmediniz. Yeşil Pasaj’dan geçişte, duvar tuvalethanesini, Bizans sarayının kapısını, duvara gömülü çeşmeyi, Alliance İsraelite Yurdu’nun yıkık duvarlarını, kararmış bir sinema beyaz perdesini, yüzlerce kırpık pabuç tabanı arasında hiç görmemiş olabilirsiniz. Asım Gündüz’ün aile evi de zaten çoktan kapalı. Gül Baruh da terk etti aile evini. Püsküvütçü kıraathanesinde yüzler yine soluk. Tevfik Paşa Hamamı’nın kapıları hala açık. Zarif şapkacılar bu sokakta, Anafartalar caddesinde. Çorbacı İsmet, işkembeye tahin koyuyor. Pandispanya yapan birkaç pastahane var ötesinde.

Garlar eski garlar. Trenler Aydın’a, Denizli’ye. Otoray yok ama hızlı trenler var. Billur Otel, trabzan başındaki billurlarını konuşturamıyor artık. Anıları yutmuş kristaller Kulalı Kel Ahmet’i anımsamıyor. Olsun yine bir parça İzmir peşinde değil miyiz? Bitpazarı yeni kentlilerle dolup taşıyor. Şöyle beş milyona giyinmek mümkün. Eski sözler uçuyor havada, İzmir argosu bunlar: cillop, bir direk, yarım asker, eskidir vs. Müstamel elbiseler yine alınıp satılıyor. Ütüler, eski kömürlü ütüler. En sarsak yaya geçitleri, ışıklı kavşaklar çanı ve kayası olmayan burada. İsterseniz gülün.

Kale arkasında çınarlar her yıl birer birer gidiyorlar. Ama yol yeşil ve keyifli hala. Ciğerci ince dilimlerdeki yeteneğini göstermeyi sürdürüyor. Denize attığınızda kendinizi, rüzgar orada. Hiçbir ulusun rüzgarı yok değil mi? Örneğin “Türk rüzgarları” var mı? Ama İzmir rüzgarı var: İmbat. Keyif olsun diye artık bir bir sayabilirsiniz eski İzmir’den kalan yapıları. İşgali görmüş balkonları, bir balkonun altında kendisine “denize atla!” dendiği için ve atlayamadığı için sırıtması donup kalmış konsol kızı. Duvarları eski eğlenceleri saklayıp yenileriyle karıştırmış, bunamış bir kıyı yosması pavyonu, Naim Palas’ın demir kepenk tırkılarını, yere gömülen evi, “Proksenia tis Ellados”u ve yanındaki “Deutsch” olamamış yeşil evi..

İmbatın elinde esirseniz, binin karaçolara. Doğru Alsancak garına. “Burada saat kulesi varmış” diye sorun. 1314 tarihinde yapılan eklemenin yazıtını bulun. İncir başlıklı sütunları görün. Bir bilet alıp Buca’ya kaçın. Bornova sokağından geçip Alsancak garına geldiyseniz Bornova’ya Yamanlar dağından indirilme üzüm almaya gidin.

Kitap ve gizemler arıyorsanız kızlara ağalık etmiş hanın çevresinde dört dönmelisiniz. Bir kitap yazıldığı ve basıldığı günden, bir fotoğraf çekildiği günden, bir kartpostal postaya verildiği günden beri size ulaşmak için çırpınmaktadır. Bilinmeyen sevgiliye kavuşma özleminizi burada karşılayacaksınız. İnce uzun bir Arnavut’un elinden, çevirilerinin köşesinde bekleyen bir bayan sahhaftan ya da hattan-minyatürden kent davetiyelerine çağırdığımız bir güngörmüş elinden kitabınız, fotoğrafınız, kartpostalınız -tümü de İzmir üstüne- sizin için hazır edilmiştir. Avare arayışlarda kentin sokak aralarına serpilmiş yığınlarda ruhunuza göre kağıtlar, tabaklar, tenekeler vardır elbette. Kiraz Hanı’nın serin geçidinde “Smyrne” yazılı bir kavanoz hazır edilmiştir, oradan geçerseniz diye.

Bunca tufanın içinde, kalabalığın uğultusunda, sıcak altında, poyraz üstünde çabanızı bekler kent. Elinizden geleni yapın. İzmir’i çoğaltın. İzmir’i artırın. Hala elinizde bir tutam keyif bulamıyorsanız başka diyecek yok… (ŞÜKRÜ TÜL – ARKEOLOG)
Daha yeni Daha eski