Hangi Sivil Anayasa Yoldaş, Sen Bizimle Dalga mı Geçiyorsun?

Severdik oysa kendisini. Gerçekten severdik.

“Diyarbakır’ın göğsünde terli bir akşam / Daralan sokaklarında bir yaşamı çaldılar / Abdulselam kardeşimi arkasından vurdular” dediğinde severdik en çok.

62 doğumluydu, iki yaş küçüktü benden yani.

Aynı coğrafya üzerinde, onun da, benim de üzerimizden bir silindir gibi geçen gerçekten kötü bir askeri darbenin kaçınılmaz sonuçlarından yalnızca ikisiydik. Ortasından çıt diye kırılmış binlerce filizden yalnızca ikisi.

Hani bir şiirinde,

“kırık bir dal mı, / yağma bir bahçe mi ömrümüz?” demesi gibi.

Severdik oysa kendisini. Gerçekten severdik.

İyi gelirdi şiirleri hepimize.

Dürüsttü, namuslu ve onurlu.

Birbuçuk yılı aşan bir Diyarbakır Cezaevi deneyi vardı.

Tıpkı

Haymana,

Buca,

Metris,

Bayrampaşa deneylerini yaşamış diğer yoldaşları gibi.

Yıllar sonra kendisini bir televizyon camında gördük.

Niye gördük, neden gördük, keşke görmese miydik yüzünü?

Keşke duymasa mıydık sesini?

Hani bunca yıl sonra, hani İzmir Gültepe’nin daracık ve asfaltsız sokaklarından,

Tariş İplik’in duvarlarında hala sessizce duran sloganlarımızdan

MÖTBE kantinindeki onca gürültü patırtıdan sonra keşke kendisine böyle rastlamasa mıydık?

O televizyon camında konuşmaya başlar başlamaz, kendisinin cisminde sanki başka biri konuşuyormuş hissine kapılmanın yol açtığı derin burukluk

ve görkemli bir hayal kırıklığının boyutunu belirlediği

sen de mi yoldaş? sarsıntılarını hiç yaşamasa mıydık?

Sarsılıyor insan, fena sarsılıyor,

bir bozgun gibi,

bir yürek kanaması,

beyinde aniden oluşan bir pıhtının hiç hesapta olmayan,

akla gelmeyen yaman oyunu,

kullanılmış bir kağıdın çöpe atılmak üzere buruşturulurken çıkardığı sesin asap bozukluğu ya da inanılmaz anlamsızlığı…

“Yani”

diyordu, gür bıyıklarının hükmettiği dudakları ekranda,

“Yani şimdi tamam da, Silivri’de elbette suçu nedir bilmeden iki senedir yatanlar var, ama…” Ah keşke Silivri dedikten sonra,

suçsuz yere dedikten sonra,

iki senedir dedikten sonra,

o “ama” yı koymasaydın yoldaş…

Bu “ama”lar ne kadar ikiyüzlü oluyorlarmış meğer…

(Bir cümlenin tam orta yerinde bir “ama” varsa, bilin ki baştan ortaya gelene kadar sıralanmış her kelime sırf söylenmiş olmak için söylenmiştir, yalandır yani, asıl niyet hep ve daima o “ama”nın arkasına saklanmıştır.)

“Yani şimdi tamam da, Silivri’de elbette suçu nedir bilmeden iki senedir yatanlar var, ama, şimdi sırf onların ‘özgürlüğü’ için ‘hayır’ demek bana pek anlamlı ve gerçekçi gelmiyor” İşte böyle dedin yoldaş!

Sen ki, aldığı ödüllerin sayısı kadar yıl “mapusluk” görmüş bir adamdın oysa.

Bu “ama”lar ne kadar “dandik” oluyorlarmış meğer.

Hepsi ezberimde, “Diyelim ki şarabın dökülmüş, suların kesik, / bu hayat seni bir oyuncak sanıyor…” diyen dizelerin geliyor aklıma mesela…

Şaraplarımız hep dökülmüştü,

kesikti bütün sularımız, bilirim “eyvallah” da,

bu hayata şimdilik kaydıyla hükmedenlerin

beni değil ama, seni bir oyuncak zannettikleri kesin.

Baksana “kendine ait web sitende (!?!?) bile

“12 Eylül’de, Darbe Anayasasına Darbe Vuracak Sivil Anayasaya Evet Diyoruz” demişsin…

Hangi sivil anayasa yoldaş?

Sen bizimle dalga mı geçiyorsun?

Yoksa ruhunu tamamen şeytana mı sattın?

Sen ki yıllardır sosyalizmle yatıp sosyalizmle kalkardın,

“Kemalist olmadığını” “-duyurmuşsun-“ o sitenin bir köşeciğinde.

Biz de Kemalist değiliz yoldaş.

Hiçbir zaman olmadık da, bilmiyor musun?

Ya da, sen şimdi ne kadar “sosyalist”sen, biz de işte tam o kadar Kemalist’iz.

Yıllardır oysa, doğudaki ve güneydoğudaki feodalizmin ortadan kaldırılması için bir demokratik devrim şarttır diyen kimdi, bir hatırla.

Ah yoldaş, birilerinin kendi kıçlarını kurtarmak adına,

her şeyi bir kenara bırakıp canla başla bir “evet” peşinde koşmalarını

“sivil anayasa” olarak algılama “angutluğunu” üstlenmek

sana kalmasaydı.

Haydi onu, bunu geç,

bunca işsiz,

bunca yoksul,

bunca fakir fukara

hala öylece durup dururken,

bu “evet” aşkı da ne oluyor diye de mi sormadın hiç kendine?

Bu kadar mı geçtin kendinden ruhunu o iblislere satarken?

“Ey hayat, / sen şavkı sularda bir dolunaysın / Aslında yokum ben bu oyunda, / Ömrüm beni yok saysın…” demiştin bize.

Biz yokuz bu “oyun”da.

Sense tam ortasındasın.

Hoca, talkım ve salkım hesabı yani.

Kısacası; “Vakit tamam / Seni terk ediyorum" Yılmaz Odabaşı… (HAYRİ GÜNEL - 20.10.2010)
Daha yeni Daha eski