1) SEVMİYORUM YAHU HİÇBİRİNİZİ
Diğer bütün işe yaramaz yanlarınız, onların hepsi bir yana, en çok da, hani bir zamanlar çok ama çok “keskin” olan “öfke”lerinizi bugün de görebilmek için, eski “yoldaşlarınız”ın kıçlarınıza kadar eğilmek zorunda kalacaklarına bakarak sevmiyorum. Çünkü o “büyük öfke”lerinizi –oranıza- sokup, ömrünüzün kalan kısmını, artık niyedir bilinmez (aslında bilinir) benden bu kadar deyip, -Devrim-, -Eylem- adı verdiğiniz çocuklarınızın ardından, iyi bir iş, yüksek bir ücret ve mutlu bir yuva duaları etmeye endekslediğiniz için sevmiyorum sizi.
2) “EVET” OYU VERDİĞİNİZ İÇİN DEĞİL BU SEVGİSİZLİĞİM
Gerici ve yobaz bir güruhun, ABD’nin ağzının içine bakarak, mevcut ve o hiçbir “dışkı”ya benzemeyen, içinde hepimizin debelenip durduğu, üzerimize üzerimize çöküp bütün bir ahaliyi boğduğu –düzen-e “ yeni bir dizayn vermek adına attığı adımların, demokrasi adımları olduğu yollu kandırmacasına büyük bir aptallık ve geri zekalılıkla inandığınız, kandığınız için sevmiyorum sizi. “Tufaya getirildiğiniz” için sevmiyorum yani.
3) ASLINDA “HİÇBİR ZAMAN” SOSYALİST OLMADINIZ, ONDAN
Bakın, Devrim’ler ve Eylem’ler bugün otuzlu yaşlarında kazık kadar adamlar olarak dolaşıyorlar aramızda. Sizse, çoktan indirdiniz duvarlarınızdan Deniz Gezmiş fotoğraflarını. O kazık kadar olmuş çocuklarınızın aldıkları primlerden, kar paylarından yaptıkları “çıkmalar”la aldığınız rakılarınızı yudumladınız “evet”leri bastıktan sonra büyük bir ihtimalle ve her yudumda, ufak da olsa, “demokrasi mücadelesi”ne yaptığınız bu “küçük fakat –onurlu (?!)-katkı”larınızla övündünüz. O küçük katkıların birike birike işçi sınıfı ve halkın önünü açacağı ve yeni yeni mücadele olanakları ya da mevziileri yaratacağı konusunda tatlı hayaller kurdunuz. Hiçbir zaman sosyalist olmadınız. O yüzden uzun bir süre, en çok bağıran ve hep en keskin olan sizdiniz. En önce “çark eden”de.
4) ŞİMDİ YENİ BİR OYUN DAHA BULDUNUZ KENDİNİZE
Herkesin maden işçisi olduğu, birçoklarının da göçüklerde geberip gittiği, ama göçüklerin birer “takdir-i ilahi” olduğunu söyleyenlere koşa koşa gidip, kucaklar dolusu oy verdiği Zonguldak gibi bir kentte çıkan “evet” oylarının sayısının neden “hayır”larla kafa kafaya olduğuna“ve böyle bir iradeyi nasıl ortadan kaldırabilitiz”e kafa yoracağınız yerde, şimdi kalkıp, artık sidiğini bile tutmakta zorluk çeken doksan küsur yaşındaki bir “darbeci”den –o nasıl oluyorsa artık- hesap sormak adına ve böylece de 12 Eylül’le olan –husumet-inizi halledeceğinize inanarak, mahkemelerde davalar açıyorsunuz.
O davaları neden açtığınızı biliyorum aslında.
Her şey bir yana, öncelikle, -dönek vicdan-larınızı bir nebze olsun “rahatlatacağınızı” düşünüyorsunuz böyle yapmakla. Öyle ya, siz de bir zamanlar “acılar” yaşamıştınız. Dürüst, namuslu ve onurlu devrimcilerin kanları değil ama, sizin “kan”larınız kesinlikle yerde kalmamalıydı. Üstelik de, 12 Eylül ile “hesaplaşma”yı, burjuva hukukunun bir parçası olan, ve de artık genellikle hükümet ne derse onu yapan savcıların “izan”ına bırakarak. Ama dedik ya, siz gerçekte hayatınızın kısacık bir anında bile sosyalist olmadığınız, olamadığınız için, 12 Eylül’le olan soruna (sorununuza) devrimci mücadelenin bir parçası olarak bakmadınız hiçbir zaman. 12 Eylül ile sizin sadece bir “husumet”iniz olmuştu. Oysa devrimci mücadele 12 Eylüllerle hesaplaşmanın mücadelesini verdi hep ve vermeye devam ediyor. Sabırla ve her zaman olduğu gibi “fedakarca” ve de ilmekleri birbirine ekleyerek.
5) VE ARTIK… VE ASLINDA GÖRDÜK Kİ, “DÖNEK” DENİLEN ŞARLATANLAR İKİYE AYRILIYORMUŞ, SADECE İKİYE
Birinci gruba girenlere ben artık “uyanıklar” diyorum. Bu satırları okuyanlarsa istediklerini diyebilirler, bence hiçbir sakıncası yok. Bunlar, en önce ve en çabuk çark edenlerdi. Gariptir, en çok da onlar bağırırlardı. “Devrimcilik”le başlayan maceralı yolları bugün artık yüksek maaşlı sistem köleliğiyle noktalanmış durumda ve çok da mutlular. En büyük özellikleriyse, AKP denilen çeteyle aynı kadraja girmek için birbirlerini çiğnemeleri olarak öne çıkıyor. Hiçbir zaman sosyalist olmayanlar açısından bu görüntü asla şaşırtıcı ve yadırgatıcı değil kuşkusuz.
Bunların dışında kalanlarsa, hem bunlar kadar uyanık değillerdi ve hem de –saflıklarında- ısrar edip durdular. Sisteme ve her şeye, en çok “evet”i de, demokrasiye katkı adına (1) hep bunlar deyip durdu her zaman. Mücadeleden umudu çoktan kestikleri içindir ki, yalnızca kendilerinin çalıp kendilerinin oynadıkları “dernekçik”lerinde daima birbirlerini ajite edip örgütleyerek ve her defasında, “adına hareket ettikleri”ni söyledikleri –sınıf-tan kopmaya devam ederek yaşayıp gittiler. Uyanıklar artık hiçbir şeye “bulaşmadan” devam ettikleri için, “Kenan Evren yargılanırsa biz de 12 Eylül’le hesaplaşmış oluruz, öyleyse koşun dava açmaya dostlar” deyip, burjuva hukuku savcılarının izanına doğru dörtnala gidenler de işte bu gruptan, bu noktada hiç kuşkunuz olmasın. Bunlar, devrimci mücadelenin bir “intikam projesi” olmadığını asla kavrayamadılar. Kenan Evren’in bir obje ve hatta bir “piyon” olarak temsil ettiği emperyalizme ve onun bütün yerli işbirlikçilerine karşı verilen topyekün bir mücadeleyi kıçları hiçbir zaman yemediği için seçtiler “intikamcılığı”. Şimdi bunlara kimi arkadaşlar “sol liberal”ler adını takmış. Bense, bu kadar aptal, her şeyden ve hayattan bunca kopuk olmalarına bakarak “ROMANTİK İNTİKAMCILAR” diyorum.
Keşke nostaljiyle beslenmekte ısrar etmek yerine, kıçlarını bir kere daha kaldırıp ve de tıpkı “eskiden olduğu gibi”, yoldaşlarının ardına takılarak, köylere, fabrikalara, atölyelere ve gecekondulara gitselerdi yeniden.
Ya da, şu “Diyarbakır Zindanı” meselesini, (-yahu, aynı acıları yaşamış olanlara ayıp ediyor muyum, çünkü onlar benim gibi zırt pırt acılarından söz etmiyorlar- diye düşünüp), bir an için, kısacık bir an için “paraya tahvil etme” eğilimine ara verip, mücadelenin içerisinde olmaya devam edenlere, (aslında neden öyle yaptığını emin olun tam olarak da bilmeden), “SİLİVRİ-ERGENEKON SAVUNUCUSU –NEOFAŞİST- yaftası yapıştırmaktan bir kerecik olsun imtina etme inceliğini gösterebilselerdi.
Sidiğini bile tutamadığı söylenen, aklının yarısı sıyrılmış bir ihtiyarı “hapsettirmek” için harcadıkları çabanın yarısı bile yeterdi oysa bu dediklerimiz için.
6) YAZI BİTTİ, ŞİMDİ OKUYACAĞINIZ YALNIZCA “SUBJEKTİF” BİR DİPNOTTUR VE DE SADECE YÜREĞİMİ BAĞLAR, AKLIMI DEĞİL, BİLİNE.
Hani Kenan Evren, hakkında “darbecilik”ten dava açılabileceği gündeme geldiğinde “KAFAMA SIKARIM” demiş ve bunun üzerine Kamer Genç’te “EVET SIKSIN, İYİ OLUR” şeklinde bir açıklamada bulunmuştu ya, Genç’in bu açıklamasına o günden beri aynen katılıyorum. En azından, Evren’in şu anda çekmekte olduğu bütün fiziki hastalıkları bir çırpıda sona ermiş olurdu. Benim bildiğim, 30 yıldır bir vicdan problemi yaşıyor da, ondan diyorum.
Veya… Ne bileyim işte…”Ah benim yaralı ruhum / Ah benim insan kusurum / Ah benim isyanlarım, ah yalnızlıklarım / Gel artık uslandır beni…” …Anladınız siz… (HAYRİ GÜNEL - 20.10.2010)