CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu, Kemal Kılıçdaroğlu'nun saldırıya uğradığı şehit cenazesinde yaşadıklarını anlattı. Kendisine o gün "4 farklı yere köy dışından otobüslerle getirilenler yerleştirildi ve olaylar yönetildi" denildiğini belirten Kuşçuoğlu'nun verdiği bilgiye göre şehit cenazelerinde olan güvenlik kordonu yoktu. Protokolle, saldırganlar arasında set çeken askeri öğrenci üniformalı kişiler bir anda kayboldu. “Bu ne biçim şehit cenazesi! Bağıracağınıza tekbir getirsenize, dua etsenize” diye bağıran çarşaflı kadın hedef oldu...


CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu, Türk Time'da "Martın Sonunu Kış Yapmak İsteyenler Var" başlıklı yazısında Kılıçdaroğlu'nun saldırıya uğradığı şehit cenazısinde yaşananları yazdı. "Şimdiye kadar belki de yüz şehit cenazesine katılmıştım, bu farklıydı" diyen Kuşoğlu, saldırıya güden süreci anlattı. Kuşoğlu'nun köşe yazısı şöyle:

Pazar sabahı abdestimi aldım, giyindim, akrabalarda yaptığım kahvaltı sonrası Genel Başkanım Kılıçdaroğlu’nun evine gittim. Martın sonu bahar olmuştu ama bu Pazar Ankara bayağı soğuktu. Nerede ise bir aydır giymediğim paltomu giymek zorunda kalmıştım. Şehit cenazesi vardı, açık alanda olacaktık. Cenazeye Genel Başkanın katılacağı, geceden Özel Kalem Müdürü tarafından bildirilmişti. Arabamı bırakıp benim gibi hazır bulunan TBMM Başkan vekili Levent Gök, Genel Başkan Yardımcısı Yıldırım Kaya ve Ankara mv Murat Emir ile birlikte bir karavan minibüse doluşarak Genel Başkanımızla Çubuk’a yola çıktık. Yolda şehit cenazesinin Çubuk’ta değil Çubuk’a bağlı bir köyden kaldırılacağını öğrendim. Aslında cenaze bir gün önce yani Cumartesi ikindi namazında Çubuk’tan kaldırılacaktı fakat nedense Pazar gününe kalmıştı ve köye alınmıştı. Çubuk ve köy arasındaki trafik nedeniyle öğlen namazını kaçırdık ama cenaze namazına yetişebilecektik.

Henüz minübüste iken korumalar telsizden aldıkları bilgiyle bizden az önce gelen Mansur Yavaş’a tepki gösterildiğini söylediler. Bu bize çok daha fazla tepki gösterileceği demekti ama siyaset yapanlar olarak alışıktık bu tür protestolara. Ancak araçtan inince durumun farklı olduğunu anladık. Nerede ise kimsenin şehitle ve cenazesi ile ilgisi yoktu. Şimdiye kadar belki de yüz şehit cenazesine katılmıştım, bu farklıydı. İndiğimiz anda çevremizde adeta tribünde galeyana gelmiş seyirciler gibi bize yönelik anormal bir tezahürat vardı. “PKK’lilar”, “Ne işiniz var burada?”, “Bay Kemal”, “Siz şehidin katilisiniz”…

Güvenlik güçleri olmasa bu bağıranlar şehidin katili olarak bizi öldürmeye hazırdı. 60 metre kadar yürüyerek cenazenin olduğu yere geldik. Bağrışmalar arttı. Şehit cenazelerinde olan güvenlik kordonu burada yoktu. Bize gösterilen yerin arkasında güvenlik önlemi alınmamıştı. Genel Başkanın arkasını korumalara bırakarak protokolün sonu olan, halkla iç içe sol yan tarafında yer tutmaya çalıştım. Kalabalık dolayısıyla birkaç dakika içinde Genel Başkan ile aramızda 2 metre kadar mesafemiz oluştu. Ben iyice halkın arasında kalmıştım. Dikkat ettim safta durduğumuz anda bağrışanların bazıları da yanımızdaydı. Hatta biri önümdeydi. Hedefleri sürekli baktıkları yerden belliydi; Kemal Kılıçdaroğlu.

Cenazede olduğumuzu, saygı duymamız gerektiğini söylüyorduk ama hem sıkışıklık hem de aleyhimizdeki tezahürat artıyordu. Bir ara yanımda duran tanımadığım biri diğer yanımdaki birini gözüyle göstererek “Yanınızdakine dikkat edin” dedi. Mavi anoraklı gençten biri sinsi sinsi, santim santim ilerlemeye çalışıyordu. Genel Başkanın korumasına işaret ettim, o da fark etmişti. Kalabalıkta ayakta durmak gittikçe zorlaşıyordu. Kitle halinde sallanıyorduk. Herkes son derece gergindi.

Bir ara askeri öğrenci üniformalı olduklarını tahmin ettiğim bir grup arkalardan kitleyi yararak bir set çekti. Ben setin dış tarafında kalmama rağmen güvenlik önlemi alındığı için memnundum. Biraz olsun rahatladım. Tam o sırada hocalar mikrofondan cenaze namazı için konuşmaya başladılar ama sesleri duyulmuyordu. Rica-minnet biraz ses azaldı. Namaz için saf tutmak, hiza bulmak mümkün değildi. Hoca aceleyle namazı kıldırdı. Kollarımızı kaldırmamız dahi zordu. Herkes birbirini kolluyordu. Namaz bitince hocaların namaz öncesi yapmadıkları konuşmayı yaparak ortalığı sakinleştireceklerini sandım ama öyle olmadı. İmam, helallik isteyip sesini kesti. Şehit cenazesi top arabasına alınacaktı ama arkadan baskı ve sesler arttı. Şimdi düşmemek ve ezilmemek için çok aşırı güç sarf ediyorduk. 15-20 metre kadar Genel Başkan ve korumaları ile birlikte ezilmemeye çalışarak gidebildik. Bu arada güvenlik önlemi aldıklarını düşündüğüm öğrenci üniformalılarda yok olmuştu. Mahşeri kalabalıktı. Omuz atanlar, ayakta durmaya çalışanlar, kameralar, VIP korumalar ve kendini kollayanlarla tam bir hengamenin içindeydik. Ekiple kopmuştum. Bir ara kendimi 5-6 hocanın yanında buldum, mikrofon ellerinde tekbirler getiriyorlardı ama kimsenin duyduğu ve eşlik ettiği yoktu. Tanıdılar elimi sıktılar, bir az rahatladım. Bu arada şehit cenazesi sanırım top arabasından alındı, defin yerine götürülmek üzere cenaze arabasına kondu. Saygı duruşunda bulunamamıştık. Sanki protokole dahil olanlar dışında herkes bağırıyordu. Güvenlik güçlerinin kitle kontrolü artık hiç yoktu. Halk ve protokol tamamen birbirine karışmıştı.

Kalabalığın içinde görebildiğim İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı Cihan Paçacı ve arkadaşları üzgün sesle “Gidelim artık cenaze töreni bitti” deyince ben de geldiğimiz minibüse yöneldim. İndiğimiz yer olduğunu tahmin ettiğim yerde aracımız yoktu. Özel kuvvetlere mensup askerler kim olduklarını göremediğim birlerinin güvenliğini sağlıyorlar ve arabalarına götürüyorlardı. Ne yapacağımı bilmezken Çubuk İlçe Başkanımız geldi yanıma, bir Çubuklu olarak çok üzgündü. “Başkanım sizi arabamıza alalım, tanıyan olur, sıkıntı olmasın, bu kalabalık bu köyden değil, taşıma” dedi. Gerçekten artık etrafta güvenlik güçleri yoktu ve kalabalık anormal hassas durumdaydı. Kısa bir süre birlikte yürüdük pek konuşmadan ama az sonra onu da kaybettim. Kalabalıkla yürümeye devam ettim. Bir ara ilginç bir olaya şahit oldum. Bir çarşaflı kadın “Bu ne biçim şehit cenazesi! Bağıracağınıza tekbir getirsenize, dua etsenize” diye bağırdı farklı ama tiz bir sesle. Anında diğer kadınlar ona kızdılar ve kavga etmeye başladılar. Gerçekten kimse şehitle ilgili değildi. Kalabalığın bir bölümü şaşkın bir bölümü ise hedefini biliyor ve doğrudan intikam arıyordu.

Kalabalıkla akıyordum. Ne kadar yürüdüm bilmiyorum. Bir ara Mansur Yavaş’ın ekibinden olduklarını belirten birkaç kişi güvenliğimin olmadığını, Genel Başkan Kılıçdaroğlu’na saldırı yapıldığını söyleyerek beni arabalarına davet ettiler. Yıldırım Kaya’yı aradım. “Neredesiniz?” diye sordum. Levent Gök ile Çubuk’talarmış. Bulundukları yere gitmek üzere bir arabaya 7 kişi bindik Çubuk’a geçtik. Kısa yolculukta 4 farklı yere köy dışından otobüslerle getirilenlerin yerleştirildiğini ve olayların yönetildiğini anlattılar. Çubuk’ta önce Levent Gök ve Yıldırım Kaya ile telefon yardımı ile buluştuk. Sonra Mansur Yavaş ekibi ile bir araya geldik. Korumalar nedeniyle bizden daha fazla güvenliği vardır diye düşündüğüm Genel Başkanımızın bir evde mahsur kaldığını, canının tehlikede olduğunu orada net olarak öğrendim.

Yetkili makamlar, medya mensupları ve eş-dost ile telefon trafiği ve geçmek bilmeyen dakikalar başladı…

Hiç unutamayacağım bir gün yaşadık. Martın sonunu bahar yerine kışa çevirmek isteyenler vardı ama çok şükür hayattaydık.

Pazar gecesi 22.30 gibi eve geldiğimde çok yorgundum birkaç saat uyudum ve gece yarısı kalkıp bu yazıyı yazdım. Sırtım, belim ve bacaklarım ağrıyor, kafam ise çok dolu. Türkiye için endişelerim çok çok arttı. Bu gün Türkiye önemli bir kumpastan kurtuldu sanıyorum ama bu anlayış ile yarınımız nasıl olacak, bilemiyorum…

Değerlendirme yazımı daha sonra sizinle paylaşacağım.
Daha yeni Daha eski