Türkiye ittifakı için ne düşünüyorsun?
Nereye gitsem aynı soru gelip beni buluyor. Ben ise soruyla yanıt veriyorum: Son 17 yılda muhalefete bulaşmamış bir şairin şiirini ezbere biliyor musun? “Bu düzenin adamıdır” dediğin bir edebiyatçının romanını hatırlıyor musun? Çocuğunu “bu dönemin ürünü” bir üniversiteye göndermeyi istiyor musun?
Çok bina yıkıldı, çok bina dikildi. Devlet ve nizamı “yeni baştan” oldu. Ama AKP iktidarı medeniyet dediğimiz tasavvurda bir arpa boyu yol alamadı.
Referandum sinyalini vermişti. Ancak 31 Mart kesinleştirdi: Erdoğan artık Türkiye’yi yönetemiyor.
“Çoğunluk” kavramına takılıyoruz. Hep “yüzde” diye başlıyoruz. Niceliği konuşurken niteliği ıskalıyoruz.

Türkiye’nin ‘Nisan Tezleri’ 

Rusya’da 1917 yılında Şubat Devrimi’yle Çarlığın yıkıldığı aklımızda. Bizim takvimle kasım ayına denk gelen Ekim Devrimi’ni de anımsıyoruz. Arada olanları ise pek bilmiyoruz. “Nisan Tezleri” denen ve Lenin’in eski kuşakları ikna etmeye çalıştığı eseri hatırlamıyoruz. Bütün metinde Moskova ve Petersburg’da iktidar olmanın bütün Rusya’da iktidar olmak anlamına geldiğini anlatır. Zira gelecek toplumun çekirdeğini oluşturacak sosyal sınıf bu iki şehirde gelişmiştir. Lenin’e göre gerisini konuşmak “yapmacık bir çoğunluk” tartışmasıdır.
Peki, bizdeki “Nisan Tezleri”?
YSK bugün ne karar verirse versin eminiz. 1 Nisan sabahı AKP, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Antalya’yı kaybetti.
İstanbul’un nüfusu resmiyette 15 milyon. Ankara’nın 5 buçuk, İzmir’in 4.3, Antalya 2.4, Adana 2.2 milyon. Nüfusun en az yüzde 36’sı sadece bu 5 şehirde yaşıyor.
Milli gelirin (GSYH) yüzde 31.2’si İstanbul, yüzde 9’u Ankara, yüzde 6.1’i İzmir, yüzde 3’ü Antalya’da, yüzde 2’si Adana’da üretiliyor. Yani ülke ekonomisinin yüzde 50’sinden fazlası sadece bu 5 şehirde.
İnsani gelişmişlik endeksinde en öndeki 10 ilçeden 8’i bu şehirlerde. Anadolu’daki diğer ikisini de AKP kaybetti.
Örgütlü emekçi sınıfı da, orta sınıf refleksleri de, geleneksel sermaye grubu da bu 5 merkezde ya da çevresinde.
Türkiye’de 201 üniversite var. 58’i İstanbul’da. 21’i Ankara’da. 9’u İzmir’de. 5’i Antalya, 2’si Adana’da. Dünyada ilk 500 arasına giren ODTÜ, İTÜ, Boğaziçi gibi okullar bu kentlerde. En çok öğrenci, en fazla akademisyen, bilimsel makale ya da kütüphane buralarda.
Günlük gazetelerin çoğunluğu bu kentlerde okunuyor. Kitaplar bu şehirlerde yazılıyor, bu şehirlerde satılıyor. En çok kitap okuyanlar arasına giren Eskişehir ya da Tunceli’de de AKP kaybetti. Edebiyat dergilerini, konserleri ya da tiyatroları sıralayın. Sonuç değişmiyor.
Resmi rakamlara göre Türkiye’de faal olan 116 bin 756 dernek var. Çoğunluğu burada. Siyasi partileri, vakıfları ya da sendikaları katın. AKP, sivil toplumun en örgütlü olduğu merkezleri de kaybetti.
Sağlık Bakanlığı’nın son raporuna bakın. Türkiye’deki 1518 hastaneden 238 tanesi İstanbul’da. Bir yılda yapılan 4 milyon 931 bin 299 ameliyattan 449 bin 222’si Ankara’da. Kanser olan Anadolu’daki bir yurttaş tedavi için çoğunlukla bu kentlere geliyor. Çocuğu üniversite sınavında yüksek puan aldığında bu şehirleri seçtiği gibi. İş aradığında önce buradaki ilanları taraması tesadüf mü?

Türkiye’nin geleceğini kaybetti 

Uzatmayayım...
Bugün İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya. Yarın diğerleri.
31 Mart seçimleri AKP’nin kendi geleneksel tabanındaki kaynamayı göstermekle kalmadı. Türkiye’de kurumları birer birer işlevsizleştirerek iktidarı Saray’a sıkıştıran sistemin Türkiye’nin geleceğinden de koptuğunu ortaya koydu.
Millet yalnızca kol ve bacak değildir. Kafadır, yürektir. Söz ya da sayı değildir. Edebiyattır, ekonomidir, matematiktir. Cumhuriyete karşı açtıkları savaşta kullandıkları “ah şu elitler” tezleri gözlerini kör etmediyse görüyor olmalılar. Nüfus gençleştikçe, okumuşluk arttıkça ya da geliştikçe, yurttaşlar AKP’ye sırtını dönüyor.
“Şu parti kazanıyor” demek iyimser olur. Zira en temel duygu: Türkiye, ilerledikçe, Erdoğan tarafından yönetilmek istemiyor. Seçimlerini de buna göre yapıyor.
Tarih sanki yokuş aşağı giden bir bisiklet, Erdoğan pedalı geri çevirmeye çalışıyor. Trenden ineceği durağı kaçırmış, o vagonların içinde aksi yönde koşarak yakalamaya uğraşıyor. Ülkenin biriktirdikleri başka, o başka yöne gidiyor.
Ülkede hep birlikte aynı masada oturalım istemez miyiz?
Elbette ki...
Ama her ramazan ayında yayımlanan kola reklamındaki sofrada bize satılmaya çalışılanı görüyoruz. Süslü sözlerin altındaki niyeti çözümlüyoruz.
Ülkenin yarısının seçimlerini zillet- aşağılık diye anan bir zihniyet milletle barışabilir mi? Daha iki gün önce ülkenin en büyük camisini açarken belediye başkanını bile çağırmayanlar “herkes için” bir düzen kurabilir mi? AKP Genel Başkanlığı’nı bırakamayan bir Cumhurbaşkanı bütün ülkeyi yönetebilir mi?
“Türkiye ittifakı” bu haliyle, ülkenin birikiminden kopmuş iktidarın yüzleşmek istemediği hastalığının ağrı kesicisi. Artık bu şekilde yönetilmek istemeyen halkın ise uyku hapı.
Yutacak mıyız? (BARIŞ TERKOĞLU)
Daha yeni Daha eski