Türkiye’de düzen, gelmiş olduğu aşamada ancak aptallaştırarak yönetebiliyor, aptallaştırılıp sürüleştirilmiş kitleler olmaksızın sermayeyle gericiliğin bu kusursuz birlikteliğinin devam etmesi mümkün değil, bu yüzden aptallaştırmaya mecburlar. Medyasıyla, eğitim sistemiyle, Diyanetiyle, partileriyle ve sivil toplum kuruluşlarıyla seri halde aptal üretiyorlar; bir aptallaştırma, sürüleştirme makinesi olarak çalışıyorlar. Bu aptallaştırma mekanizması bir “kapma aygıtı” gibi hareket ediyor; yandaşıyla, muhalifiyle kitleleri yutuyor ve sonra posaları çıkarılmış bir şekilde fırlatıyor; aklı, tarih bilinci, vicdanı iğdiş edilmiş, köle ahlakını içselleştirmiş, böcekleştirilmiş kitleler çağındayız.
Kapitalizmin gelmiş olduğu aşamada dünyayı ve Türkiye’yi tekeller, devasa şirketler yönetiyor. Dünya, öküzün boynuzları üzerinde değil, tekellerin üzerinde duruyor; gericilik ve akıl, bilim, felsefe düşmanlığı tekeller düzeninden besleniyor, tekeller gericiliğin, aptallaştırmanın, sürüleştirmenin üzerinde yükseliyor. Medyasıyla, siyasetçisiyle tekeller düzeni, bu gerçeği gizlemek için devasa bir yalan fabrikasını, muazzam bir propaganda aygıtını besleyip büyütüyor, küresel yalan fabrikasında yüz binlerce kişi istihdam ediliyor.
Aptallaştırma en çok çaresizliğin öğretilmesiyle birlikte söz konusu olabiliyor; sopayla, bombayla, TOMA’yla, işsizlikle, enflasyonla terbiye edilmiş, çaresizliği öğrenmiş kitleler ya biat edip kurtuluyor ya da kendine sahte kahramanlar, sahte beklentiler yaratıyor; öğrenilmiş çaresizlik hakikatle bağlarını koparmak anlamına geliyor, aptallaşmaya körleşme el ele gidiyor.
Öğrenilmiş çaresizlik, Türkiye gericiliğini imam-hatiplerle, kuran kurslarıyla, zorunlu din dersleriyle besleyip büyütmüş Türkiye sermayesinden, Türkiye’nin en büyük tekelinin sahibinden bir kahraman, örnek bir cumhuriyetçi, ülkesi için çalışan ve üreten örnek bir işadamı çıkarabiliyor, “binlerce kişiye ekmek veriyordu” aptallığıyla “hayatını çağdaş bir ülke mücadelesine adamıştı” aptallığı el ele hükmünü icra edebiliyor.
12 Mart’tan beri İslamizasyonu sermayenin kurtuluşu olarak gören, Türk-İslam sentezci 12 Eylül generallerine mektuplar yazıp “anarşistlerin cezalarını bir an önce verin” diyen bir aileden “laikliğin savunucusu”, hatta utanmazlıkta sınır tanınmayıp “sol” bir figür çıkarılmaya çalışılıyor. Gericiliğin günümüzdeki saltanatının 12 Eylül’ün ürünü olduğunun gayet farkında olan anlı şanlı sosyologlar bile, Koç’ların ve Türkiye burjuvazisinin darbedeki rolünü görmezden gelip güzelleme yazıları yazıyor. Kenan Evren’e küfredenler, Özal’a “liboş” diyenler, cumhuriyetçileri aptallaştırma makinesi işlevi gören gazetelerinde Evren’lerin, Özal’ların hizmetinde olduğu oligarklar için “cennetin kapıları açılsın” yazıları yazıyor, “Mustafa” güzellemeleri yapıyor; yüz binler de bunları okuyup inanıyor.
Yoksul ve dindar kitleleri aptallaştırma işlevini üstlenmiş olan medyada ise Koç’lara küfrediliyor; hayır tekeller düzeninin tepesinde oldukları ve on binlerce işçiyi sömürdükleri için falan değil elbette; modernlikleri, laiklikleri, İslam düşmanlıkları, Yahudilikleri, AKP düşmanlıkları gibi birtakım zırvalıklar üzerinden. Oysa “AKP düşmanı” dedikleri Koç’larla “Koç düşmanı” dedikleri AKP’nin son on yıldaki mutlu birlikteliği olan biteni özetliyor: 13 yıllık AKP iktidarında grubun toplam varlıklarında yüzde 436,5'lik, ödenmiş sermayesinde ise yüzde 127,3'lük artış yaşanıyor, yani 13 yılda holdingin varlıkları 5 katına, ödenmiş sermayesi ise 2,3 katına çıkıyor. 2002 sonunda 12,9 milyar lira olan satış gelirleri, 2014 sonunda yüzde 430'luk artışla 68,3 milyar liraya yükselmiş bulunuyor. Yani “AKP ve din düşmanı gâvur sermaye”, “Müslüman AKP iktidarı”nda tarihinin en büyük büyüme performansını sergiliyor; tekeller ve AKP rejimi birlikte yükseliyor.
Manzara buyken, İslamcıların “AKP düşmanı” diye küfür ettikleri Koç’lara, cumhuriyetçi kitlelerin aynı gerekçeyle sahip çıkmaları, “aptallaştırılmış kitleler çağı”nın ruhunu muhteşem bir şekilde sembolize ediyor. On üç yıl boyunca kamusal varlıklar “özelleştirme” adı altında sermayeye peşkeş çekilirken TÜPRAŞ’la aslan payını alan, devasa büyüyen, kârına kâr katan bir sermaye grubu, nasıl olabiliyorsa, AKP karşısında laikliğin temsilcisi, cumhuriyetin garantisi, çağdaşlığın bekçisi olabiliyor. Dahası, öğrenilmiş çaresizlikle terbiye edilmiş ve aptallaştırılmış kitleler, aptallaştırma makineleri aracılığıyla Çalık gösterilip Koç’a, yani ölüm gösterilip sıtmaya razı edilebiliyor. “Ama bize Divan Otel’in kapılarını açmıştı” saçmalığıysa, tüm bunların üzerine çekilmiş rezil bir cila oluyor, Gezi’de yitirdiğimiz gencecik insanların anısına, büyük, çok büyük bir saygısızlık yapılıyor.
Süreklileşmiş aptallaştırma rejimi olarak 12 Eylül, “Türkiye bir daha 1980 öncesine dönmesin” diye inşa edilmişti. 1980 öncesine dönmemek ise sınıf dememek, sendika dememek, örgüt dememek anlamına geliyordu. 12 Eylül’e giden yolun en büyük dönemeçlerinden biri olan 24 Ocak Kararları’nın yıl dönümünde, Koç gömülürken, Evren’e “faşist”, kararların mimarı Özal’a “liboş” diyenlerin, 24 Ocak ve 12 Eylül’ü “bugüne kadar işçiler güldü, gülme sırası bizde” pişkinliğiyle karşılayan Koç’a methiyeler düzmesi, kitlelerin de ayılıp bayılarak bunları okuması “bizim büyük çaresizliğimiz” olarak karşımızda duruyor. “Tam bağımsızlıkçı” Kemalistlerimizin ABD’li siyasetçilerin her Türkiye ziyaretinde Koç’lar tarafından ağırlandığını unutmalarıyla, ölüm yıldönümünde Uğur Mumcu’yu anarken Koç’un cenaze törenine ahlanıp vahlanmalarını ve Mumcu’nun 12 Eylül-gericilik ilişkisi üzerine yazdıklarından bihaber görünmelerini de bu çaresizliğe eklemek gerekiyor.
Vehbi Koç ve Türkiye burjuvazisi, 1980 öncesi Cüneyt Arkın’ın filmlerinde “Fehmi Çok”, Erol Toy’un romanlarında “Fehim Çokzade” tiplemesiyle yerden yere vurulurken, bugün Vehbi Koç’un torunu, bir “kahraman” olarak uğurlanıyorsa, süreklileşmiş aptallaştırma rejimi olarak 12 Eylül’ün ve generallerinin 1980 öncesine dönmeme projesi tutmuş, Evren, Özal ve dede Koç’un ruhu şad olmuş demektir. (FATİH YAŞLI - MUHALEFET.ORG)