6 Mayıs’ta, YSK darbesine çeyrek kala, Asrın Hukuk Bürosu avukatlarının müvekkilleri Abdullah Öcalan ve üç arkadaşının yaptığı durum değerlendirmesini kamuoyuna açıklaması İstanbul seçimlerinin iptal kararıyla birlikte gündemin başköşesine oturdu. Ve Öcalan’ın yanı sıra üç İmralı hükümlüsünün imzalarını taşıyan dört paragraf, içeriği kadar –ve belki daha fazla– zamanlamasıyla çeşitli tartışmalara, spekülasyonlara ve algı mühendisliklerine konu oldu. Peki, işin aslı astarı ne? Metin ne diyor, zamanlama ne anlama geliyor? 6 Mayıs’ın perde arkasına bakıyoruz: Dört paragraf, dört imza ve iktidarın dört dönmesi...


İktidarın 6 Mayıs akşamı YSK’ya İstanbul seçimini iptal ettirmesinden birkaç saat önce, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın avukatları 2 Mayıs tarihinde müvekkilleriyle görüştüklerini açıkladı.

Avukatlar bir saat süren görüşmenin içeriğine dair herhangi bir ayrıntı vermedi, ama İmralı’da tutulan Öcalan ve üç arkadaşının imzasını taşıyan bir metni kamuoyuna açıkladı. Avukatların aktardığına göre, söz konusu metni Öcalan doğrudan kendilerine vermek istemiş, ancak orada bulunan “yetkililer” metni avukatlara daha sonra ileteceklerini ifade etmişler. Ne hikmetse 2 Mayıs’ta Öcalan tarafından teslim edilen metin, İstanbul seçiminin iptalinden iki gün önce avukatlara ulaştırılmış.

Metni zaman ayarlı olarak avukatlara ileten el ile YSK’ya iptal kararını verdiren el aynı olduğuna göre, ortada bir tesadüf yok, olsa olsa bir Osmanlı oyunu var. Şimdi eldeki veriler üzerinden bu oyunu anlamaya çalışalım.

İmralı görüşmesiyle İstanbul seçiminin iptali arasındaki zaman ayarlaması neden yapılmış olabilir?

Öcalan ve üç mahpus arkadaşının beyanatının YSK’nın İstanbul seçimlerini iptal kararından hemen önce kamuoyuna yansıtılması CHP ve HDP tabanlarının arasının açılmasına yönelik hamlelerin ilki olarak görünüyor.

Ancak, bu hamlenin etkisinin seçimin tekrarlanacağı 23 Haziran’a kadar devam etmeyeceği açık olduğuna göre, önümüzdeki günlerde İmralı veya Kürt meselesi bağlamında yeni iktidar hamleleri söz konusu olabilir. Böylece, iktidar İstanbul’daki Kürt seçmene sandıktan uzak durmaları karşılığında, 23 Haziran akşamı itibariyle geçersiz kalacağı kuşku götürmeyen “küçük rüşvetler” vaat edebilir. Kürtler ve siyasi öncüleri 23 Haziran’a kadar ne vaat edilirse edilsin, bunun bir Osmanlı oyunu olduğunu bilmeyecek durumda değil. Dolayısıyla Öcalan’la görüşme eğer sadece İstanbul seçimleri bağlamında bir taktikse, baştan itibaren beyhude bir çaba olarak görülebilir.

AKP-MHP’nin 31 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’na oy veren Kürt seçmenin 23 Haziran’da Binali Yıldırım’a oy vermesini beklemesi akla ziyan. Zaten 7 Mayıs’ta, HDP yöneticileri 31 Mart’taki tutumlarını tekrarlayacaklarını ilan ettiler. Gene de Kürt seçmenin bir kısmının sandığa gitmekten alıkonması bile iktidar bloku açısından yeterli görünüyor. Dolayısıyla, AKP-MHP’nin bu süreçteki temel taktiklerinden birinin Kürt seçmenin bir kısmını sandıktan uzak tutmaya dönük olacağı, bunun için de çeşitli girişimlerde bulunacağı öngörülebilir.

Suriye çıkmazı

Fakat Öcalan’la görüşmeye sadece bu çerçevede bakmak doğru olmaz.

AKP’nin 31 Mart’ta İstanbul’da karşısında bulduğu ittifakı sarsmanın yanı sıra ve belki daha ziyade, Suriye politikasındaki tıkanıklığı, açlık grevlerinin ve ölüm oruçlarının yarattığı gündemi de lehine çevirmek, en azından bu krizlerin üstesinden gelmek için ince bir taktik tertiplediği ve bu yüzden avukatların görüşmesinden önce İmralı’nın kapısını aşındırdığı anlaşılıyor.

Nitekim, istihbaratçılar “devletle” yakın ilişkisi olduğu söylenen bir isim üzerinden, Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesinden günler önce kuş uçurmuştu.

Söz konusu ismin 30 Nisan tarihli “Tünelin ucunda bir ışık görünüyor galiba” başlıklı yazısında devletin İmralı’yla tekrar görüşmeler başlattığı ve bu trafiğin hızlanacağı haberi veriliyor ve yazı şöyle bağlanıyordu:

SDG ile dolaysız görüşmelerin geldiği nokta ve bu görüşmelerin Türkiye’deki açlık grevlerine nasıl yansıyacağını da Ramazan ayının 15’ine kadar öğrenmiş olacağız. Öyle görünüyor ki, Ramazan ayında Ada trafiği bir hayli hızlanacak. Bu da bölgede yeni bir durumun açık ifadesi olacak. Amerikalılar kendilerini hızla bu sürece entegre etmeye başlamışlar bile. Onların Türkiye trafiği de çok hızlı akıyor. Olur mu, olmaz mı? Hep beraber yaşayıp göreceğiz.

ABD ile Rusya arasında sıkışıp kaldığı S-400 ile F-35 çıkmazı AKP’yi bir tercihe zorluyor. Türkiye ya Rusya’dan aldığı S-400’leri Moskova hudutlarından dışarı çıkarmayarak, ama aynı zamanda F-35’leri satın alarak ABD’nin şartını yerine getirecek veya ABD-NATO’ya sırtını dönüp bedeli daha ağır bir yola başvuracak.

Bununla beraber ağır ekonomik yaptırımlarla karşı karşıya olan Türkiye’nin geri adım atarak ABD hattına yanaşması için Suriye’de de belli bir uzlaşıya yönelmesi kaçınılmaz görünüyor. Dolayısıyla, Demokratik Suriye Güçleri’yle (DSG) Türkiye arasında dolaylı veya dolaysız görüşmeleri, Öcalan ve üç arkadaşının mektubunda Suriye meselesine özel vurgu yapmasını bu çerçevede okumak gerekiyor.

DSG Genel Komutanı Mazlum Kobani mayıs başında katıldığı Suriyeli Aşiretler Çalıştayı’nda Türkiye ile dolaylı görüşmelerin olduğunu, sorunların çözümüne yönelik diyaloğa, müzakereler ve barışçıl yollarla kimi şartlar çerçevesinde görüşmelere hazır olduklarını söylemişti. Türkiye’yle dolaylı görüşmelerin ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey üzerinden yürütüldüğüne dair iddialar zaten malûm.

Özetle, Öcalan’la görüşmelerin dış etkeni olarak Suriye’deki tıkanmışlığa işaret edilebilir.

Öte yandan, Öcalan’la görüşmenin iç etkenlerinden biri açlık grevleri ve direniş ise, bir diğeri de AKP’nin MHP’yle girdiği ittifakın faturasını 31 Mart’ta fark etmesi olabilir. Zira seçim sonrasında Bahçeli’nin MHP’nin oylarını %18 olarak göstermesi AKP’de rahatsızlık yaratmış, karşılıklı gerilim Reuters üzerinden kamuoyuna yansıtılmıştı.

Bu gerilim sırasında verilen beyanatlar İstanbul seçimlerinin iptal edilmesinin, iktidar blokunun tekrar güçlenmesinin ana şartlarından biri haline geldiğini göstermişti. Hatta Devlet Bahçeli bunu saklamamış ve Cumhur İttifakı’nın geleceğine ilişkin değerlendirmesine İstanbul seçiminin iptali konusunu iliştirmişti. Bahçeli, aynı beyanatta, Erdoğan’ın “Türkiye ittifakı” açıklamasına yönelik açıkça ve tehditkâr bir üslûpla şu tepkiyi vermişti:

31 Mart seçimleri öncesi ‘Kürdistan’da kazanacağız, batıda AK Parti ile MHP’ye kaybettireceğiz’ diyen bölücülerle Türkiye İttifakı nasıl sağlanacaktır? Coğrafi ve bölgesel düzeyde ittifak arayışlarının sonu bize göre mahsurlu, tehlikelerle doludur.

Bahçeli’nin “coğrafi ve bölgesel düzeyde ittifak arayışlarından” kastı, DSG’yle ve belki de Öcalan’la görüşmeler olabilir. Bununla beraber Erdoğan, Bahçeli’nin gösterdiği “tehlikeleri” arzulanan biçimde kabullenmiş olmalı ki, “kızgın demiri soğutma” ve “Türkiye ittifakı” açıklamalarını tekrarlamayıp bir kenara bıraktı.

Bu arada DSG’yle “dolaylı görüşmelere” ilişkin haberlerin yayılmasından hemen sonra, Suriye’nin Azez bölgesinde YPG ile TSK arasında çatışma çıkması ve bir yüzbaşının hayatını kaybedip bir binbaşının ağır yaralanması olayını da not etmek lâzım.

Öte yandan, bu süreçte başladığı tahmin edilen İmralı görüşmelerinin AKP-MHP arasındaki ittifak içi sallantının unsurlarından biri olduğu veya Bahçeli-Erdoğan pazarlığının bir sonucu olarak başlatıldığı düşünülebilir.

AKP’nin Bahçeli’nin basıncını dengelemek, Cumhur İttifakı’nın bitirilmesi halinde başvuracağı yolu göstermek için de Öcalan’la görüşmeyi başlatmış olabileceği ise başka bir ihtimal.

Fakat bu süreçte ağır tecrit koşullarındaki Öcalan’ın güncel gelişmelerden özellikle haberdar edilmediği anlaşılıyor. Öcalan’ın mektubunu açıklayan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarının buna özel vurgu yapması dikkatlerden kaçmamalı:

Sayın Öcalan’dan öğrendiğimiz üzere, kendisine verilmek üzere idareye teslim edilen günlük basının kendisi ile paylaşılmayıp avukatları ile arasındaki mektup gibi yazışmaların engellenmiş olması da iletişim hakkı üzerindeki kısıtlılığı teyit etmektedir.

İmralı “konseyi” ve birkaç köşetaşı

Dolayısıyla, Öcalan’ın AKP-MHP içindeki gerilime ve bu koalisyonun güncel taktiklerine dair ne kadar bilgi sahibi olduğu meçhul. Bu nedenle Öcalan ve arkadaşlarının açıklamasına yansıyan, harekete yönelik iki somut öneri ve devlete yönelik bir şart dışında güncel herhangi bir gönderme yer almıyor. Öneriler, DSG’nin Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate alması ve açlık grevindekilerin eyleminin ölümle sonuçlanmaması.

Yirmi yıldır İmralı’da bulunan Öcalan’ın ilk defa bir açıklamayı tek başına değil, bir “konseyle” yapması mesajın en dikkat çekici yönü. Böylece Öcalan tek başına herhangi bir sorumluluğun altına girmeyeceği mesajını verdiği gibi, İmralı’da da bir konsey oluşturduklarını ifade etmiş görünüyor.

Avukatlara gecikmeli olarak teslim edilen dört paragraflık metnin altında Abdullah Öcalan, Hamili Yıldırım, Ömer Hayri Konar ve Veysi Aktaş’ın imzası bulunuyor.

Öcalan ve arkadaşlarının devlete yönelik şartı ise metnin sonunda tek bir cümlede yer alıyor: “Bizim için onurlu bir barış ve demokratik siyaset çözümü esastır.” Kürt hareketinin “onurlu barış” tabirinin kapsamının genişliğini çözüm sürecinde görmüştük.

Bu sürecin birkaç köşetaşını hatırlayalım.

Çözüm süreci devam ederken, 3 Şubat 2015 tarihinde partisinin grup toplantısında konuşan Selahattin Demirtaş, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun HDP ile AKP’nin başkanlık sistemi için anlaştıklarına dair iddiasına sert tepki göstermiş ve Erdoğan’a hitaben “Bu ülkede başkan olmana izin vermeyeceğiz” demişti.

20 Şubat 2015 tarihinde, bu sefer Erdoğan, Elazığ’daki açılış töreninde “400’ü verin, başkanlık sistemini kuralım, 400’ü verin, çözüm sürecine koşalım” diyerek, Kürt sorununun çözümünün şartını ilan etmişti.

On gün sonra, 1 Mart 2015 tarihinde Demirtaş’ın Erdoğan’a yanıtı şöyleydi:

Biz bir adamı ülkenin padişahı yapmak için bu mücadeleyi yürütmedik. Bu sözlerimiz AKP’yi rahatsız ediyorsa da doğru yoldayız. İstiyorlar ki AKP halkı kandırırken sesimizi çıkartmayalım. Kusura bakmayın, biz ana muhalefet gücüyüz, işimiz AKP’yi frenlemek… AKP’den umudunu kesenler gözlerini HDP’den ayırmasın. AKP diktatörlüğünü istemeyenler, gözünüzü HDP’den ayırmayın.

18 Mart 2015 tarihinde Erdoğan, çözüm sürecinin devam şartını tekrar vurgulamıştı:

Değişimin istikrarlı ve güçlü şekilde devam etmesi için yeni anayasa ve başkanlık sistemi diyoruz. Bunun halli için buna ihtiyacımız var. Çözüm sürecine bunun için önem veriyoruz.

7 Haziran seçimlerinin iptal edilip 1 Kasım’da tekrarlandığı, “Seni başkan yaptırmayacağız” diyen HDP ve Kürt hareketine yönelik basıncın azami düzeye çıktığı dönemde Demirtaş aynı noktada olduklarını 3 Aralık 2015 günü tekrarlayarak, Erdoğan Kürtlerin bütün taleplerini karşılamaya hazır olduğunu söylese dahi, temel hak ve özgürlükleri pazarlık konusu yapmayacaklarını ve başkanlık sistemine destek vermeyeceklerini ifade etmişti.

Öcalan ve arkadaşlarının “onurlu bir barış ve demokratik siyaset çözümü” vurgusu bu bağlamda ele alındığında, mevcut iktidar yapısıyla Kürt hareketinin uzlaşmasının imkânsız olduğu görülüyor.

Yalnız kalma ve büyük bedeller ödeme pahasına devletle “Al başkanlığı, ver özerkliği” pazarlığı yapmayan, Kürt sorununun çözümünü Türkiye’nin demokratikleşmesi şartına bağlayan, çözüm sürecindeki AKP’yle bile bu bağlamda uzlaşmayan Kürt hareketinin, şu anki iktidar yapısıyla uzlaşabileceğini söylemek için ya yakın tarihe hiç tanıklık etmemiş olmak veya tam da iktidarın yaratmak istediği algının taşıyıcısı, aracısı olmak gerekiyor.

“İmralı konseyi”, adanın kapısını aralayan iktidara “onurlu barış ve demokratik siyaset çözümü” şartını göstermiş durumda. AKP’nin mevcut yapısı ve girdiği ittifak dolayısıyla bu yanıta ikna edici herhangi bir mukabelede bulunmaktan çok uzak olduğu, İmralı’yla görüşmeleri sadece bir taktik hamle olarak kurguladığı açık. Belki de meçhul olan tek şey MHP’nin ve Bahçeli’nin bu süreçteki konumu. (Kaynak: İRFAN AKTAN - 1+1 Forum)

Daha yeni Daha eski