Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Reviews

SHOW_BLOG

Bölgesel Yayılmacılıkta Bir Adım Daha… (GÜN ZİLELİ)

2015 yılında AKP iktidarı savaşı körüklerken esasen tek bir amacı vardı: yenilenen seçimlerle yeniden meclis çoğunluğunu kazanmak. O zam...


2015 yılında AKP iktidarı savaşı körüklerken esasen tek bir amacı vardı: yenilenen seçimlerle yeniden meclis çoğunluğunu kazanmak. O zaman muhalefet haklı olarak bu savaşa “Sarayın savaşı” demişti.

Ne var ki, 4 yıldan bu yana çok şey değiştiğini görmek gerekir. “Fıratın doğusu” edebiyatıyla ve “Türkiye’nin sınır güvenliği” bahanesiyle başlatılan ve bugün “Barış Pınarı” laflarıyla sürdürülen askeri harekâtların kapsamı 2015’e göre çok daha geniş ve kalıcıdır. Artık, 1974 Kıbrıs “Barış Harekâtı”nda olduğu gibi, T. C. Devletinin kalıcı hegemonik çıkarları söz konusudur. Aynı Nazi Almanya’sının, Avrupa çapında bir hegemonya kurabilmek için öncelikle çevresindeki bütün ülkeleri “hayat sahası” ilan etmesine ve örneğin Çekoslovakya’nın Südet bölgesini bu “hayat sahası”nın ilk adımı olarak topraklarına katmasına benzer bir olaydır bu.

Devletlerin, kendilerinden daha güçlü bir başka devlet karşılarına çıkmadıkça ya da karşılarındaki devletler koalisyonu dayatmadıkça veya o bölge halkı bir anti-istila mücadeleye girişip başarılı olmadıkça, zor yoluyla girdikleri toprakları gönüllü olarak terk ettikleri görülmemiştir. Yani girilen topraklar, eğer bir başka güç dayatması söz konusu değilse, kalıcı olarak ilhak edilir. Bu ilhak uluslararası bir “meşruiyet” kazanmasa bile defacto durum sonsuza kadar sürdürülür. Nitekim Kıbrıs’ın kuzeyinin ilhakının üzerinden 45 yıl, o zamandan bu zamana nice hükümetler geçmiş, nice devirler yaşanmış, fakat Türkiye’nin fiili ilhak durumu değişmemiştir.

Bugün de durum budur ve Türkiye, Suriye’den ele geçirdiği toprakları uluslararası plandaki kombinasyonlar ve güç dengeleri sonucu zorunlu kalmadıkça terk etmeyecektir. Niyeti budur ve devlet mantığı açısından da başka bir şey olamaz. Bölgesel hegemonyacı devletler açısından bu her zaman böyle olmuştur.

Bu durumun bazı istisnaları vardır elbette.

Bu istisnalar şunlar olabilir: örneğin 1917’de Rusya’da olduğu gibi bir devrim durumunda, devrimle iktidara gelen yeni gücün emperyalist ve hegemonyacı niyetlerden vazgeçtiğini açıklaması gibi. Lenin, iktidara geldiklerinin daha birinci günü Rus Çarlığı’nın bütün gizli diplomatik planlarını ve anlaşmalarını açıklamış ve her türlü hegemonyacı dış hedeflerden vazgeçildiğini ilan etmiştir. Ne var ki bu da çok uzun sürmemiştir. Devrim bile olsa eski devletin zehirli kanı “yeni” devletin damarlarında dolaşmaya devam eder ve bir süre sonra “yeni” devlet de eskisinin hegemonyacı amaçlarını gizlice ya da açıkça benimser ve hegemonyacılığı devam ettirir. Nitekim Rusya’da da böyle olmuş ve Sovyetler Birliği adlı “yeni” devlet kısa süre sonra aynı hegemonyacı amaçların takipçisi olmuştur.

İstisna gibi görünen bir diğer örnek, ABD emperyalizminin Ortadoğu’da vb. giriştiği askerî harekâtların sonucunda girdiği ülkeleri bir süre sonra askerî bakımdan terk etmesidir. Örnek verilecek olursa ABD, girdiği Irak topraklarını iki yıl sonra terk etmiştir. En azından askerî istila anlamında. Evet ama ABD emperyalizmi bölgesel hegemonyacı bir güç değil, küresel hegemonyacı bir güçtür. Aradaki fark oldukça büyüktür. Bölgesel hegemonyacı devletlerin “dünya düzeni” diye bir sorunları yoktur. Onlar aç gözlülükle komşu ülkelerden toprak kopartmaktan başka bir şey düşünmezler. Oysa dünya hegemonyası peşindeki büyük emperyalist güçler bütün dünya düzenini kapitalist-emperyalist dünya düzenine göre düzenlemek zorundadırlar. Bu yüzden onların derdi bölge devletlerinden toprak kopartmak ya da onları işgalleri altında tutmak değil, kendi dünya düzenlerine ve dolayısıyla kendilerine tabi aşağı yukarı kukla devletler kurmak ve oraları onlar vasıtasıyla dünya düzeni çerçevesinde idare etmektir. ABD’nin Irak’a girdikten bir süre sonra oradaki yönetimi kendi “yerel valilerine” bırakıp çekilmesinin izahı budur.

Türkiye gibi bölgesel hegemonyacı devletler ise ABD veya başka emperyalist devletler gibi finans gücüne dayanmadıklarından egemenliklerini ancak fiili toprak ilhaklarını kalıcı hale getirerek sürdürebilirler.

Sonuç olarak, son harekât “Sarayın Savaşı”nından da öte, devletin bir bölgesel hegemonya savaşıdır. Elbette bundan “Saray” da kısa vadede aslan payını alacaktır, o başka.

(Gün Zileli - 13 Ekim 2019 - www.gunzileli.com - günzileli@hotmail.com)

Hiç yorum yok

EKONOMİ/PARA/PİYASA