Erdoğan’ın şöyle bir stratejisi var. İktidar olanaklarını kullanarak maddi kaynaklara egemen oluyor, o maddi kaynaklara dayanarak, kendine destekçileri satın alıyor, satın aldıklarına dayanarak iktidarını pekiştiriyor ve genişletiyor. İktidarı bir başlangıç sermayesi olarak kullanıp, sermayesini büyütüyor, sermayesini büyüttükçe de iktidarını pekiştirip yayıyor.

Bu güç ve paranın kendini besleyen mekanizması şimdiye kadar, kendi yol arkadaşlarının uykuda gezerliğinden, muhalefetin çapsızlığına, dünyada ucuz kredi bolluğundan, ABD, Avrupa, Rusya vs. rekabetlerine kadar, belli bir hareket alanı da sunan çelişki ve gelişmeler nedeniyle yıllardır sürdü.

Erdoğan, her zaman en kritik anda saf değiştirerek bu oyunu sürdürmeyi başardı. Başaramadığı zamanlarda (Örneğin 7 Haziran veya son belediye seçimlerde kaybetmiş olmasına rağmen) muhalefetin kararsızlığı ve çapsızlığı nedeniyle tekrar toparlanıp karşı saldırıya geçebildi.

Öyle görünüyor ki, Erdoğan’nın şimdi “Kanal İstanbul”u tekrar gündeme taşıması yine böyle kritik bir eşiği aşmaya yönelik.

İlk bakışta, ekonomik kriz geniş kesimleri vurmuşken, geçim sıkıntısı milletin canını boğazına getirmişken, Kanal İstanbul gibi hiç bir üretici işlevi bulunmayan, harfiyattan başka birşey üretemeyecek bir projenin gündeme taşınması, örneğin Kadri Gürsel’in yazdığı gibi “Erdoğan’ın ‘politik anksiyete‘ ya da ‘siyasi kaygı bozukluğu’” olarak tanımlanabilir.

Ancak kanımızca iş bu kadar basit değildir. Düşmanı ciddiye almak ve en azından onun da bizler kadar zeki olduğunu düşünmek daha doğru olur.

Erdoğan içine düştüğü sıkışıklığı aşmak ve zaman kazanmak için kendi açısından, var olan sınırlı imkanları içinde, akıllıca davranıyor.

Akıllıca denebilir, çünkü Erdoğan muhalefetin çapsızlığını ve kararsızlığını veri olarak alıyor. Hesabını da buna göre yapıyor. Bunda pek yanıldığı söylenemez. Bu onun en güçlü yanı, ama aynı zamanda en güçsüz yanı olabilir.

*

Erdoğan’ın el koyup dağıtabildiği ve buna dayanarak siyasi ve operasyonul gücünü yayıp pekiştirdiği kaynaklar iyice daralmış bulunuyor.

Buna paralel olarak uluslararası ilişkilerde de hareket alanı iyice daralmış bulunuyor. İdlip’te Suriye ordusu ilerliyor. Libya’da ve Doğu Akdeniz’de bütün diğer ülkelerle ve Rusya ile karşı karşıya geldi. ABD ile işler şeker renk, Avrupa’ya tehditler pek para etmiyor.

Kanal İstanbul’un gündeme taşınmasını bu bağlamda değerlendirmek daha doğru olur.

Bu sıkışmışlık ortasında Erdoğan Kanal İstanbul ile bir taşta birkaç kuş vurmayı hedefliyor.

Öncelikle Kanal İstanbul’un ortaya çıkaracağı rantla kendisinin egemen olup dağıtabileceği ve böylece siyasi iktidarini sürdürüp pektiştirebileceği maddi kaynaklar yaratmayı hedefliyor. Dağıtacağı kaynaklar olmazsa, etrafına topladıkları dağılma emareleri gösterebilir.

Ama vurulacak kuş kanımızca sadece bu rantlar değil.

Çünkü gerek Libya’da gerek Suriye’de gerek Akdeniz’de gerek Karadeniz’de Rusya birlikte gidilebilecek yolun sonuna gelindiği ortaya çıkıyor.

Erdoğan Kanal İstanbul ile, aynı zamanda, ABD’ye (Montrö’yü paypas edip) Karadeniz’e açılma kapısı sunup, Rusya karşısında bir denge oluşturmaya çalışıyor.

Erdoğan, şimdiye kadar ABD’ye karşı Rusya’ya oynuyordu, şimdi Rusya’ya karşı ABD’ye oynama zamanı geliyor.

Kanal İstanbul bu bağlamda bir işleve sahip.

Karadeniz’de Rusya’ya karşı ABD ve Ukrayna; Suriye’de Esad’a ve Rusya’ya karşı İsrail, ABD, Avrupa; Libya’da da Rusya’nın artan etkisine karşı ABD ile bir ittifak (Çünkü ABD ve İngiltere Libya’da henüz taraflarını belli etmediler, sessizler ve Rusya’nın artan etkisine karşı sorun çıkarmaya hazırlanıyorlar) tarzında bir mevzilenme için Kanal İstanbul iyi bir başlangıç.

Böylece hem kendis, ailesi ve serveti hakkındaki soruşturmalardan kurtulmayı hem de Rusya’ya karşı pazarlık gücünü arttırmayı planlıyor.

*

Ancak Erdoğan’ın böyle bir planı olup olmadığı önemli değildir. Niyetlere göre politik mücadele yapılmaz.

Hangi hesap, niyet ve kaygıyla gündeme taşınmış olursa olsun, Kanal İstanbul demokratlara ve muhalefete, Erdoğan’ın diktasından kurtulmak için müthiş olanaklar sunmaktadır. Bunun için yapılması gereken tek şey, muhalefetin kararsızlığını ve çapsızlığını aşacak bir kararlılık ve kitle mobilizasyonudur.

Kanal İstanbul, doğrudan İstanbulluları, yurttaşları ilgilendiren bir sorun olarak yurttaşların partilerin örgütüne, girişimlerine, muhalefetine bağlı olmadan kendilerinin ortaya çıkıp muhalefetlerini açığa vurabilecekleri gerçek bir olanaktır. Konunun mahiyeti partilerin egemenliğini sınırlamakta, yurttaşları ön plana çıkmaya itmektedir.

Türkiye’deki muhalefetin en büyük zaafı Kürt-Türk, Laik/Alevi ve Sünni bölünmeleridir.

Kanal İstanbul bu bölünmelerin dışında bir hedef ve bayrak sunmaktadır. Muhalefetin en geniş kesimlerini tıpkı 7 Haziran’da olduğu gibi bir araya getirici bir özelliğe sahiptir.

Dolayısıyla en geniş muhalif kesimler bu noktaya yığınak yaparsa, Erdoğan-Ergenekon diktası tecrit edilebilir ve bu diktatörlüğe son vermek mümkün olabilir. Erdoğan Kanal İstanbul’da kesin bir yenilgiye uğratılabilir ve diktatörlüğünün hayat damarlarından biri kopartılabilir.

Bunun için koşullar son derece uygundur. Bütün muhalefet pertileri Kanal İstanbul’a karşıdır veya en azından yandaş değildir. Bu, muazzam bir sinerjinin ortaya çıkması, korku iklimine son verilmesi için kritik önemdedir. Kanal istanbul’a karşı çıktığınızda kimse size “Fetöcü” veya PKK’lı veya “Bölücü” veya “Gerici” veya “Ulusalcı” diyemez. Derse de kimseyi ikna edemez.

Bu konumlama ve tüm muhalefet partilerinin karşı olması bu dağınıklığı, yılgınlığı atmak için çok değerli bir koşuldur.

*

Bu arada çok ilginç ve hayati önemde bir gelişme oldu. CHP aslında hiç kendisinden umulmayacak bir açıklamada bulundu.

Şöyle bir açıklama yaptı: “CHP bundan sonraki seçimdeittifaklarla birlikte iktidara gelecek partidir. Bu kredileri geri ödemeyiz, müteahhitlerin alacaklarını da ödemeyiz. Çok açık ve net söylüyorum ki ileride bu işler dava konusu olursa ‘Daha önce bunlar söylendi, siz bunu bile bile bu işe girdiniz’ densin diye söylüyorum.”

Ancak bunun arkasını getirmedi. Halbuki tüm muhalefet partilerini de böyle bir açıklamaya davet edebilirdi. Böylece gelecekte kurulacak koalisyon bile olsa ödemelerin yapılmayacağı kayda geçmiş olurdu.

Böyle geniş bir kesimin kararlı bir duruşu şirketlerin, bankaların bu projeye katılmalarını kesin olarak engellerdi. Erdoğan Kanal istanbul için kaynak bulamaz hale gelirdi. Spekülasyon için arazileri kapatanlar bunları elden çıkarmaya başlardı.

Ne var ki, CHP burada durdu, kendi yaptığından korktu.

CHP’den tutarlı ve kararlı bir muhalefet beklenemez. Diğerlerinden hiç beklenemez.

CHP ve diğerlerinin kararlı bir mücadeleye çekilmesini ancak bir kitle hareketi sağlar. Ancak o zaman, yani kitlenin kontrolden çıkabileceğini gördüklerinde onu kontrol altına alabilmek için mücadele eder gibi görünmek ama onun radikallığını budamak için gelirler.  Örneğin Gezi’de oluğu gibi. Ama bu niyetle de gelseler, geldiklerinde de dengeleri kökten değiştirirler.

Gezi örnektir. Küçük bir grubun davranışı kitle desteği bulunca, CHP Kadıköy mitingini iptal edip milleti Taksim’e çağırmıştı. Çünkü hareketin kontrolden çıkmasından ve daha da radikalleşmesinden ve tabanını o yükselen harekete kaptırmaktan korkmuştu.

*

O halde Erdoğan’ın oynunu bozmanın ve diktatörlüğüne son vermenin anahtarı yurttaşların tamamen aşağıdan gelme girişimlerinde.

Bugün partilerin, CHP’nin hatta HDP’nin dışında geniş bir sol ve demokrat kesim bulunmaktadır.

Bu kesim elbette nüfusun küçük bir kesimidir ama aynı zamanda onun nicel gücüyle ölçülemeyecek bir entelektüel, kültürel ve ideolojik ağırlığı vardır.

Öte yandan, bunların İstanbul’daki ağırlıkları tüm Türkiye ortalamasından çok yüksektir. Modern toplumun can damarları şehirlerdir. Şehirler içinde de İstanbul’dur.

Kanal İstanbul’a direniş, aşağıdan gelme girişimlerle, sosyal medya olanaklarını iyi kullanarak bir örgütlenmeyle birleştirebildiğinde küçük de olsa bir hareket ortaya çıkarılabilirse, bu ister istemez diğer partileri sıkıştıracak ve daha kararlı tavır almaya zorlayacaktır.

*

Mücadele biçimleri sistem kurucularının kafalarında oluşmaz. Gerçek hayatın içinden çıkar.

Ama gerçek hayatın içinde ilk hareketin ortaya çıkabilmesi için de mayalara, katalizatörlere gerek vardır.

İşte demokratlar böyle bir katalizatör, bir maya, bir marş dinamosu işlevi görebilir.

Süt ılımıştır, yoğurt olması içine biraz yoğurt atmalı. Zamanında atılmazsa, maya tutmaz, süt kesilir.

CHP, HDP ve diğer partilere kalırsa süt tekrar kesilecektir.

Yurttaşlar aylardır özellikle kadınlara, hayvanlara ve çevreye yönelik somut durumlarda sırf sosyal medya aracılığıyla bile birlikte davranarak nice suçun cezasız kalmamasını sağlayabildi.

Bunlar aslında gerçek bir demokrasi mücadelesinin ısınma hareketleri ve hazırlık antremanları olarak görülebilir.

Şimdi o deneylerin birikimiyle bir adım daha atmak gerekiyor.

Yasallık içinde kalarak sivil direniş yöntemlerinin tümünü hareket geçirmeli.

Halk zaten bizden birşey beklemeden kendisi harekete geçiyor.

Örneğin ÇED raporuna itirazlar kitlesel olarak başlamış bulunuyor.

Örneğin kimileri imza kampanyası açıyor, kimileri Hashtag çalışmaları yapıyor.

Bunlar küçük “çoban ateşleri”. Her yerde Kanal İstanbul’u durdurmak için, ortaklaşa bir direniş böyletmek için girişimler kurulabilir. Bunların İstanbul ve ülke çapında toplantıları düzenlenebilir.

Tüm demokratlar, bir yandan Kanal İstanbulu durdurmak için hangi sivil ve kitlesel mücadele biçimleri ve örgütlenme biçimleri gerektiği üzerine hem kurdukları girişimlerde hem sosyal medyada tartışırken diğer yandan da yaratıcı girişkenlik göstererek başlangıçlar yapma ve bir kitle hareketi yaratmak için peşpeşe deneyler yapmaya başlamalıdır.

Böyle bir hareket başlatılabilirse, bu hareketin etkisiyle muhalefet partileri de örgütsel güçleriyle bu harekete katılmak zorunda kalırlar ve Erdoğan karşısında çok geniş, kendi içindei çelişkileri ikinci plana koymuş, somut bir konuda yoğunlaşmış bir cephe oluşturulabilir.

Bu oluştuğunda Erdoğan’ın hareket alanı daha da daralır ve şimdiye kadar onu iktidarda tutan döngü tersine dönmeye, olanaklarını ve güçlerini birer birer yitirmeye başayabilir.

Bunun için koşullar son derece uygundur.

Erdoğan kendi kazdığı kuyuya, ya da kanala kendi düşebilir.

Bunu yapamazsak, Kanal İstanbul, Karadeniz’i Marmara’ya değil, bugünkü olanakların bile kalmayacağı, var olan partilerin bile kapatılacağı, uzun yıllar sürecek açık bir diktatörlüğe geçiş için bir kanal olacaktır.

(DEMİR KÜÇÜKAYDIN - 26 Aralık 2019 Perşembe)

demiraltona@gmail.com

https://demirden-kapilar.blogspot.com

https://www.youtube.com/user/demiraltona/

https://soundcloud.com/demirden-kapilar
Daha yeni Daha eski